وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهَٰذَا | bu da |
|
2 | كِتَابٌ | bir Kitaptır |
|
3 | أَنْزَلْنَاهُ | indirdiğimiz |
|
4 | مُبَارَكٌ | mubarek |
|
5 | مُصَدِّقُ | doğrulayıcı |
|
6 | الَّذِي |
|
|
7 | بَيْنَ | arasındakini |
|
8 | يَدَيْهِ | elleri |
|
9 | وَلِتُنْذِرَ | ve uyarman için |
|
10 | أُمَّ | anası |
|
11 | الْقُرَىٰ | şehirlerin |
|
12 | وَمَنْ | kimseleri |
|
13 | حَوْلَهَا | çevresindeki |
|
14 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
15 | يُؤْمِنُونَ | inananU(lar) |
|
16 | بِالْاخِرَةِ | ahirete |
|
17 | يُؤْمِنُونَ | inanırlar |
|
18 | بِهِ | buna |
|
19 | وَهُمْ | ve onlar |
|
20 | عَلَىٰ |
|
|
21 | صَلَاتِهِمْ | namazlarına |
|
22 | يُحَافِظُونَ | devam ederler |
|
“Allah hiçbir insana (peygambere) hiçbir şey indirmedi” diyenlere âyet şu cevabı veriyor: “İşte bu Kur’an, Ümmülkurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır.” Böylece âyette Kur’an, vahyin ve nübüvvetin gerçek olduğunu belgeleyen canlı ve güncel bir kanıt olarak gösterilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve âhiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır.
Kur’an’ın kendisinden önceki kitapları tasdik etmesi iki noktada toplanır: Öncelikle bazı eski kitaplarda yer alan Hz. Muhammed’in risâletine ilişkin müjde, Kur’an’ın inzâli ile fiilen gerçekleşmiş; bu suretle Kur’an eski kitaplardaki müjdeyi tasdik etmiş, yani doğruluğunu kanıtlamıştır. İkinci olarak Kur’an başta Allah’ın birliği, nübüvvet ve âhiret gibi itikadî konular olmak üzere birçok esasta ve hükümde eski kitaplarla tam bir uyum içinde olmuştur. Bu da Kur’an’ın onlar hakkındaki bir tasdikidir. Kur’an’ın, geçmiş dinlerdeki bazı amelî hükümleri değiştirmesi veya kaldırması ve onlarda bulunmayan yeni hükümler getirmesi tamamen değişen ve gelişen şartlarla ilgili olup o dinlerin kutsal kitaplarını tasdik edici özelliğini bozmaz.
Mekke’nin “Ümmülkurâ” diye anılması bölgenin din ve ticaret merkezi, bilhassa hac mahalli olması, ayrıca Arabistan’ın en eski mâbedi sayılan Kâbe’nin orada bulunmasından (Âl-i İmrân 3/96-97) dolayıdır. Kur’an evrensel bir kitap olmakla birlikte vahyin ilk muhatapları Mekke ve çevresinde yaşayan Araplar olduğu için Mekke’de inen En‘âm sûresinin bu âyetinde de, tabii olarak, öncelikle buralardaki insanların uyarılması üzerinde durulmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 440
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. كِتَابٌ haber olup lafzen merfûdur.
اَنْزَلْنَاهُ fiili كِتَابٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur. اَنْزَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مُبَارَكٌ kelimesi كِتَابٌ ‘un sıfatıdır.
مُصَدِّقُ kelimesi ise كِتَابٌ ‘un diğer bir sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَتُ) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar:
Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab.
NOT: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır.1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar:
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ kelimeleri burda hakiki ve müfred şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.
Mekân zarfı بَيْنَ ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, تُنْذِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ) ’den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَنْزَلْنَاهُ fiiline müteallıktır. تُنْذِرَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
اُمَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْقُرٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. الْقُرٰى burada maksur isim olduğu için takdiri olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, اُمَّ kelimesine matuf olup mahallen mansubtur. Mekân zarfı حَوْلَهَا , mahzuf sılaya müteallıktır.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır.
وَ haliyyedir. Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى صَلَاتِهِمْ car mecruru يُحَافِظُونَ fiiline müteallıktır. يُحَافِظُونَ fiili mufâale babından müşareket manasında gelmiştir. Sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi حفظ ’dir. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Ayette kullanılan mufâale kipi, mübalağa ifade eder. (Ebüssuûd)
Bu bab: müşareket (işteşlik - ortaklık), bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır.) Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur.
حَافِظُو emri, الْمُخَاصَمَةُ ve الْمُقَاتَلَة lafızları gibi müşareket ifade eden bir babtan getirilmiştir. Bu; karşılıklı koruma işinin, namaz kılan kimseyle namaz arasında olmasıdır. Buna göre sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Namazının seni koruması için, sen de namazına devam et!" Bil ki namazın, namaz kılan kimseyi koruması şu üç şekilde olur:
1) Namaz, insanı günahlardan korur. Nitekim Hak Teâlâ, إِنَّ ٱلصَّلَوٰةَ تَنْهَىٰ عَنِ ٱلْفَحْشَآءِ وَٱلْمُنكَرِ [Muhakkak ki namaz, edepsizlikten ve çirkin olan her şeyden alıkoyar] (Ankebut, 45). Binaenaleyh, kim namaz kılmaya devam ederse, namaz onu fuhşiyattan korur.
2) Namaz insanı, bela ve sıkıntılardan korur. Nitekim Hak Teâlâ, وَٱسْتَعِينُوا۟ بِٱلصَّبْرِ وَٱلصَّلَوٰةِ [Sabır ve namaz ile yardım isteyiniz] (Bakara, 45) ve وَقَالَ ٱللَّهُ إِنِّى مَعَكُمْ ۖ لَئِنْ أَقَمْتُمُ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتَيْتُمُ ٱلزَّكَوٰةَ (Maide, 12) buyurmuştur ki, bunun manası, [Eğer namazınızı kılar, zekatınızı da verirseniz ben yardımım ve korumamla sizin yanınızdayım] şeklindedir.
3) Namaz, namaz kılan kimseyi korur ve ona şefaat eder. Nitekim Hak Teâlâ, وَأَقِيمُوا۟ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُوا۟ ٱلزَّكَوٰةَ وَمَا تُقَدِّمُوا۟ لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ ٱللَّهِ [Namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin. Kendiniz için önden ne hayır yollarsanız, Allah katında onu bulacaksınız] (Bakara, 110) buyurmuştur. Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, Cilt:5, Sayfa: 293)
NOT: حَفَظَ fiili mufâale babı olarak Kur’an’da sadece dört yerde geçmekte ve bu dört yerde de mef’ûlü, صَلَاة (namaz) kelimesidir. Bunlar:
Bakara 238, Enam 92, Müminun 9, Meâric 34 ayetleridir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُحَافِظُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُحَافِظُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismi هٰذَا ile marife olması işaret edilene tazim ifade ederek önemini vurgular. İşaret ismi en güzel temyiz yollarından biridir.
اَنْزَلْنَاهُ mazi fiil cümlesi, كِتَابٌ için sıfat konumundadır. اَنْزَلْنَاهُ fiilindeki نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2)
Kur’an-ı Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve ahiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır. (Kur’an Yolu Tefsiri)
كِتَابٌ , مُبَارَكٌ için ikinci, مُصَدِّقُ , üçüncü sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren, açıklayan ıtnâb sanatıdır.
İlk sıfat fiil cümlesi şeklinde gelerek inzalin an be an yenilendiğine, diğer sıfatlar isim formunda gelerek Allah’tan gelen feyzin devamındaki istimrara ve sübuta delalet etmiştir. (Mahmut Sâfî)
مُصَدِّقُ kelimesi için muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan … بَيْنَ يَدَيْهِ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ cümlesine dahil olan لِ , muzariyi gizli اُنْ ’le nasb ederek sebep bildiren masdara çeviren, cer harfi, lam-ı ta’lildir. اُنْ ve akabindeki masdar-ı müevvel cümlesi masdar teviliyle mahzufa matuftur. Takdiri; …أنزلناه ليؤمنوا ولتنذر [uyarmaları ve inanmaları için onu indirdi ] şeklindedir.
Ta’lîl lamının müteallakı, mukadder اَنْزَلْنَاهُ fiilidir.
Mef’ûl olan اُمَّ ’ye matuf müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası mahzuftur. Mekân zarfı حَوْلَهَاۜ bu mahzuf sılaya müteallıktır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
بَيْنَ يَدَيْهِ ifadesinde kinaye vardır.
اُمَّ kelimesinde istiare vardır. Mekke şehirlerin aslıdır. (Beyan İlmi, Sâbûnî)
Mekke’nin bütün şehirlerin en şereflisi ve bütün Müslümanların kıblesi anlamına gelen اُمَّ الْقُرٰى ile vasıflanması Mekke sakinlerini uyarmanın asıl olup, yeryüzünün diğer bütün sakinlerini uyarmanın da bu asla bağlı olduğunu bildirmek içindir. Müminlerin yerine getirmesi gereken ibadetlerden özellikle namazları muhafazanın zikre değer görülmesi, onun bütün ibadetleri içindeki yerinin pek yüksek ve imandan sonra ibadetlerin en şereflisi olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Bütün şehirlerin anası, merkezi demek olan اُمُّ الْقُرٰي (Ümmü’l-kura) Mekke’nin bir ismidir ki cihanın merkezi, bütün yaratılmışların kıblesi demek gibidir. Uyarma, Mekke’nin kendisine değil, halkına olacağı bilindiğinden mana, mecaz veya mecaz isnadı suretiyle اَهْلُ اُمِّ الْقُرٰي “Ümmü’l-kura halkı” demektir, وَمَنْ حَوْلَهَا “ve çevresindeki kimseleri” ifadesi de buna karinedir. Şüphe yok ki "Mekke" denilmeyip de "Ümmü'l-kurâ" denilmesi, Mekke'yi âlemdeki bütün şehirlerin bir mutlak merkezi gibi düşündürmek içindir. Ve bundan dolayı da, وَمَنْ حَوْلَهَاۜ “ve çevresindeki kimseler” merkez ve çevre karşılığıyla bütün yer çevresinde bulunanların hepsi demek olur. Bununla beraber "Ümmü'l-kurâ" merkezlik manası dikkat nazarına alınmaksızın "Mekke" demek gibi düşünülürse, وَمَنْ حَوْلَهَاۜ “çevresindeki kimseler” den Mekke çevresi, Mekke civarı, bundan da nihayet Arap Yarımadası düşünülür. Bu ihtimale göre Kur'ân'ın nüzul hikmeti yalnızca Mekke ve Arap Yarımadası halkının uyarılmasına mahsusmuş gibi bir kuruntu akla gelebileceğinden لِتُنْذِرَ مَكَّةَ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ "Mekke ve etrafını uyarman için" buyurulmadığı gibi, لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ "Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" de buyurulmayıp atıf vâvı ile وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ "ve Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" buyurulmuş ve bununla Kur'an'ın nüzulünün, Muhammed aleyhisselâm'ın peygamberliğinin yalnız Arap milletini uyarma hikmetine mahsus olmadığı ve bir ayet yukarısındaki "O Kur'an, âlemler için ancak bir uyarıcıdır" manasıyla, bereketlerinin kapsamının genişliğinden gaflet etmemek gerektiği ve özellikle "Ey Resulüm Muhammed! Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik" (Sebe', 34/28) ayetinin kapsamı anlatılmıştır. (Elmalılı)
Hak Teala Kur’an’ı, bu ayette birçok sıfatla nitelendirmiştir:
Birinci sıfat: Ayetteki, "indirdiğimiz" ifadesidir. Bundan maksat, Kur'an'ın Hazret-i Peygamber tarafından değil, Allah Teâlâ tarafından olan bir kitap olduğunu bildirmektir. Çünkü Hak Teâlâ'nın, Hazret-i Peygamber (sav)'e, sayesinde bu şekilde fesahat özelliğine sahip bir Kur'an meydana getirebileceği birçok ilimler vermiş olması uzak bir ihtimal değildir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah, durumun böyle olmadığını ve Cebrail (as)'in dili ile Kur'an vahyini indirme işini bizzat üzerine aldığını beyan etmiştir.
İkinci Sıfat: Ayetteki "Mübarek olarak" (bir feyz kaynağı olarak) tabiridir. Me'ânî alimleri "Mübarek bir kitap", bereketi ve menfaati devamlı olan, hayrı çok, sevap ve mağfiretle müjdeleyip, kötü fiillerden ve günahlardan insanı alıkoyan bir kitaptır" demişlerdir.
Üçüncü Sıfat: Ayette, "Kendinden önceki (Tevrat ve İncil'i) tasdik edici olarak" sıfatıdır. Bu ifadeden murad, O'nun, kendisinden önce indirilmiş olan kitapları tasdik edici olmasıdır. Bu kitaplarda mevcut olan mükellefiyetlerin, Hazreti Muhammed (sav)'in ortaya çıkış zamanına kadar devam edip geçerli olması; ama, O'nun şeriatının ortaya çıkışından sonra mensuh (kaldırılıp, hükmü geçersiz) olması gerektiği sonucu ortaya çıkar. Binaenaleyh bu kitaplar, o hükümlerin, bu vecihle sübûtuna delalet edip, Kur'an'ın da bu manaya muvafık ve mutabık olduğu; böylece Kur'an'ın, bütün semavi kitapları tasdik edici olduğu, sabit olmuştur.
Dördüncü Sıfat: Ayetteki, "bir de başkent (Mekke) ile bütün çevresindeki yerleri uyarman için..." ifadesidir. (Fahreddin er-Râzî)
وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Cümle وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki has ism-i mevsûıl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilerin biliniyor olmasının yanında onlara tazim ifade eder.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen يُؤْمِنُونَ بِه۪ cümlesi müsneddir. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يُؤْمِنُونَ - يُحَافِظُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
يُؤْمِنُونَ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hal وَ ‘ıyla gelen وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ , sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلٰى صَلَاتِهِمْ önemine binaen haber olan amili يُحَافِظُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Demek ki, kitaba inanmamanın sebebi ahirete inanmamaktır.
Ve onlar namazlarını koruyucudurlar. (Namazı vaktinde kılmak, rükunlarını tam olarak yerine getirmek vs)
حَافِظُ fiilinde karşılıklı yapma anlamı vardır. Biz namazı korursak, namaz da bizi korur. Bu ifade Müminun/9 ve Meâric/34 te aynen, Bakara/238 de emir şeklinde gelmiştir.
Cenab-ı Hak, وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ "ve onlar namazlarına devam ederler" buyurmuştur ki bundan maksat, "Ahirete iman, insanı nübüvveti tasdike sevk ettiği gibi, beş vakit namaza devam etmeye de sevk eder..." şeklindedir. Hiç kimse, "Ahirete iman, bütün taatlere teşvik eder... O halde, namazın özellikle zikredilmesinin bir anlamı yoktur" diyemez. Çünkü biz diyoruz ki bundan maksat, Allah'a imandan sonra namazın, ibadetlerin en şereflisi ve en kıymetlisi olduğuna dikkat çekmektir... Namaz hariç, zahirî ibadetlerden hiçbirisi hakkında "îman" ismi kullanılmamıştır. Nitekim Cenab-ı Hak, وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ "Allah imanınızı, yani namazınızı zayi edecek değildir..." (Bakara, 143) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)