En'âm Sûresi 93. Ayet

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ  ...

Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ kim olabilir?
2 أَظْلَمُ daha zalim ظ ل م
3 مِمَّنِ kimseden
4 افْتَرَىٰ uyduran ف ر ي
5 عَلَى karşı
6 اللَّهِ Allah’a
7 كَذِبًا yalan ك ذ ب
8 أَوْ ya da
9 قَالَ diyenden ق و ل
10 أُوحِيَ vahyolundu و ح ي
11 إِلَيَّ bana
12 وَلَمْ
13 يُوحَ vahyedilmemiş iken و ح ي
14 إِلَيْهِ kendisine
15 شَيْءٌ bir şey ش ي ا
16 وَمَنْ ve kimseden
17 قَالَ diyen ق و ل
18 سَأُنْزِلُ ben de indireceğim ن ز ل
19 مِثْلَ gibi م ث ل
20 مَا şey
21 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
22 اللَّهُ Allah’ın
23 وَلَوْ eğer
24 تَرَىٰ bir görsen ر ا ي
25 إِذِ
26 الظَّالِمُونَ zalimleri ظ ل م
27 فِي içinde
28 غَمَرَاتِ dalgaları غ م ر
29 الْمَوْتِ ölüm م و ت
30 وَالْمَلَائِكَةُ ve melekler م ل ك
31 بَاسِطُو uzatmış ب س ط
32 أَيْدِيهِمْ ellerini ي د ي
33 أَخْرِجُوا haydi çıkarın خ ر ج
34 أَنْفُسَكُمُ canlarınızı ن ف س
35 الْيَوْمَ bugün ي و م
36 تُجْزَوْنَ cezalandırılacaksınız ج ز ي
37 عَذَابَ azabıyla ع ذ ب
38 الْهُونِ alçaklık ه و ن
39 بِمَا dolayı
40 كُنْتُمْ olmanızdan ك و ن
41 تَقُولُونَ söylüyor ق و ل
42 عَلَى karşı
43 اللَّهِ Allah’a
44 غَيْرَ olmayanı غ ي ر
45 الْحَقِّ gerçek ح ق ق
46 وَكُنْتُمْ ve ك و ن
47 عَنْ
48 ايَاتِهِ O’nun ayetlerine karşı ا ي ي
49 تَسْتَكْبِرُونَ büyüklük taslamanızdan ك ب ر
 

“Allah’a karşı yalan uyduran”dan maksat, Allah’ın hiçbir insana hiçbir şey indirmediğini ileri sürenlerdir veya bu âyet, müşriklerin “Kur’an Muhammed’in uydurmasıdır” şeklindeki iftiralarına (bk. Furkan 25/4; Hâkka 69/44-46) karşı bir cevaptır. Zira Allah’a ait olmayan sözleri O’na isnat etmek, Allah’a karşı bir iftira ve büyük bir haksızlık olup Hz. Muhammed böyle bir davranışta bulunmaktan münezzehtir. 

 

 Bazı müfessirlere göre bu âyetteki, bir kısım inkârcıların, kendilerine de vahiy geldiğini yahut kendilerinin de Kur’an’dakine benzer âyetler ortaya koyabileceklerini ileri sürdüklerini belirten açıklamalar bu âyetin Medine’de indiğini göstermektedir. Çünkü Medine döneminde Müseylemetülkezzâb ve Esved el-Ansî isimli yalancı peygamberler bu tür iddialarda bulunmuşlar; ayrıca söylendiğine göre yine Medine’de, eski bir vahiy kâtibi iken irtidad eden Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh, Allah’ın indirdiklerine benzer âyetleri kendisinin de ortaya koyabileceğini söylemeye kalkışmıştır. Ancak bu gerekçeler âyetin Medine’de indiğini kanıtlamak için yeterli görülmemiştir. Zira Mekke müşrikleri arasında da istihza maksadıyla benzer iddialarda bulunanlar olmuştur. Ayrıca 93. âyetle, Mekke’de indiği kesin olan 94. âyet arasındaki güçlü alâka da 93. âyetin Mekkî olduğunu göstermektedir (İbn Âşûr, VII, 375-376; Ateş, III, 201-202).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 442

 

بسط Beseta: بَسْطُ الشَّيْء  bir şeyi yaymak ve genişletmektir. بَسْطُ الْيَدِ  ise eli uzatmaktır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)  Türkçede kullanılan şekilleri Bâsit (Esmâul Husnâ), basit ve pusattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَظْلَمُ  haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada  ال ’sız  مِنْ ’li gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَظْلَمُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

افْتَرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  افْتَرٰى  fiiline müteallıktır.  

كَذِباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. (اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  اُو۫حِيَ اِلَيَّ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اُو۫حِيَ  meçhul mazi fiildir.  اِلَيَّ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  haliyyedir.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يُوحَ  illet harfinin hazfıyla meçhul meczum muzari fiildir.  اِلَيْهِ  car mecruru  يُوحَ  fiiline müteallıktır.

شَيْءٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  وَ  atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

(و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu cer mahallindedir. Takdiri;  ممّن افترى  şeklindedir.

İsm-i mevsûlun sılası   قَالَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

قَالَ  fetha  üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  سَاُنْزِلُ مِثْلَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

سَاُنْزِلُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  اُنْزِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

مِثْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

افْتَرٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

   

 وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ 

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

تَرٰٓى  şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mef’ûlu hazfedilmiştir. Takdiri;  الكفار أو الظالمين (Kâfirler veya zalimler) şeklindedir.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri;  لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir şey görürdün.) Yani, çok büyük, müthiş bir şey görmüş olurdun." şeklindedir.  (Fahreddin er-Râzî)

اِذْ  zaman zarfı  تَرٰٓى  fiiline müteallıktır.  الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ  ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِمُونَ  mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

ف۪ي غَمَرَاتِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  الْمَوْتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  بَاسِطُٓوا  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَيْد۪يهِمْ  muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الظَّالِمُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

بَاسِطُٓوا  kelimesi sülâsî mücerred olan  بسط  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ

 

Cümle mahzuf bir sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubtur. Takdiri; يقولون أخرجوا (Çıkarın, teslim edin derler.) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  اَخْرِجُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْفُسَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

اَلْيَوْمَ  zaman zarfı,  تُجْزَوْنَ  fiiline müteallıktır.  تُجْزَوْنَ  meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

عَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْهُونِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُجْزَوْنَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنْتُمْ  ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَقُولُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur. 

تَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَقُولُونَ  fiiline müteallıktır.  غَيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

NOT: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

NOT: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

غَيْرَ  nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre  اِلَّا  gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ ’nın اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır. Burada  غَيْرَ  istisnadır ve mef’ûlun bih olduğu için mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  كُنْتُمْ  ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَنْ اٰيَاتِه۪  car mecruru  تَسْتَكْبِرُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَسْتَكْبِرُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur. 

اَخْرِجُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرجdir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

تَسْتَكْبِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

 
 

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesidir. 

İstifham ismi  مَنْ  mübteda konumundadır. İnkârî  manadadır.

İstifham inkârîdir. Nefy manasındadır. Yani hiç kimse bu sıla cümlelerinde bahsedilen insanlardan daha zalim değildir. (Âşûr)

Müsnedi olan  اَظْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebtir. 

Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

كَذِباً ‘deki tenvin taklîl ve tahkir ifade eder.

مَنْ  ism-i mevsûlünden murad cinstir. Yani iftira atan ve yalan söyleyen herkes kastedilmiştir. Belli bir kişi kastedilmemiştir. (Âşûr)

اَوْ  atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilen  قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezâyüftür.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اُو۫حِيَ اِلَيَّ , müspet mazi fiil sıgasındadır.

وَ ’la gelen hal cümlesi  وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ  cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْءٌ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade ederek kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.

İstifham ismi olan  مَنْ  ile ism-i mevsûl olan  مَنْ  arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  ibaresi Kur’an’da 8 kere geçer. Bunların üçü bu surededir. Diğer ikisi 93 ve 144. ayetlerdedir.

كَذَّبَ  fiili umumi olarak yalanlamak demektir, ancak Kur’an-ı Kerim’de sadece Allah’ı, ahireti, dini yalanlamak konularında kullanılmıştır.

وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ  cümlesi önceki mecrur mahaldeki ism-i mevsûle matuftur. Sılası mazi fiil  قَالَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  سَاُنْزِلُ مِثْلَ , müspet muzari fiil sıgasındadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  سَاُنْزِلُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Onların  مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ  [Allah’ın indirdiği şey] sözü ya Hicr suresi 6. ayette geçen “Ey kendisine zikir indirilen kişi şüphesiz sen delisin.” demeleri gibi alaya alarak söyledikleridir. Ya da “Bu sözün benzerini indireceğim” diyen kişinin Yüce Allah’tan hikâye edilmesidir. (Âşûr)

قَالَ - مَنْ - اللّٰهِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

افْتَرٰى - كَذِباً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اُو۫حِيَ - لَمْ يُوحَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَاُنْزِلُ - اَنْزَلَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ

 

İstînâf veya istînafa matuf cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  cümlesi  ومَن أظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرى عَلى اللَّهِ كَذِبًا  cümlesine atfedilmiştir. Çünkü bu Allah’a iftira edenlere, “Bize vahyolundu” diyenlere ve “Allah’ın indirdiğinin benzerini indireceğim” diyen zalimlere bir ceza tehdididir. (Âşûr)

"Allah'a karşı iftira atandan daha zalim kim olabilir?" sözü, genel bir biçimde büyük bir tehdit ve korkutma ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)

Şart cümlesi  تَرٰٓى , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiiller hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder ve tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler.

Şartın cevabının mahzuf olması îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; لرأيت أمرًا عظيمًا  (Büyük bir şey görürdün.) şeklindedir.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  cümlesi, zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Bu cümlede haberin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. Zamir makamı olmasına rağmen zalimlerin zahir isimle anılmaları onları tahkir ve kınama için yapılan ıtnâbtır.

وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  sözündeki zalimler bütün müşrik zalimleri kapsar. Bunun için  الظَّالِمُونَ  kelimesindeki tarif istiğrak ifade eden cins içindir. (Âşûr)

ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Ölüm hali; içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir.  غَمَرَاتِ ’ın böyle bir özelliği olmadığı halde, durumun korkunçluğunu mübalağalı bir dille ifade etmek için zarfiyet manası bulunan  ف۪ي  harfi kullanılmıştır. Câmî’ her ikisindeki mutlak irtibattır. Âşûr da bu görüştedir. 

الغَمْرَةُ  suyla örtülmek, kaplanmak demektir. Buradan kurtulmak mümkün değildir. Bu istiareler yaygın olarak sıkıntı; bir vadiyi sular veya sel kapladığı zaman meydana gelen hakiki manadaki sıkıntı ve zorluğa benzetilerek kullanılır. (Âşûr)

Elleri uzatmak; dokunma ve acıdan kinaye olabilir. Maide suresi 28. ayetteki  لَئِنْ بَسَطْتَ إلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي  [Beni öldürmek için elini bana uzatırsan] sözünde geçtiği gibidir. (Âşûr)

Bu ayet-i kerimede  لَوْ  harfi; fiilin mazide zaman zaman devam etmesi sebebiyle, yani istimrar ifade ettiği için muzariye dahil olmuştur. Çünkü istimrar

ifadesi, mazi değil, muzari fiilde mevcuttur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Henüz gerçekleşmemiş olayların zikrinde muzari yerine mazi fiil gelmesi; mazi menzilesine konması (yani, kesinlik ifadesi) içindir. Zira Allah’ın sözünde asla değişiklik olmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Emir fiil sıygasında talebi inşa olan  اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ  cümlesi, mukadder يقولون  fiilinin mekulü’l-kavldir. Meleklerin sözleridir.

اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ  cümlesindeki emir taciz (aciz bırakmak) içindir. Yani eğer gücünüz yetiyorsa bu azaptan kendinizi kurtarın demektir.  الإخْراجُ  (çıkarmak) ise kurtarma ve hayatta kalma anlamında mecazdır. (Âşûr)

Cenab-ı Hak,  اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ  "Canlarınızı kurtarın!.." buyurmuştur. Burada bir hazf söz konusu olup ifadenin takdiri, "Canlarınızı kurtarın, derler..." şeklindedir. Bu ifadeyle ilgili bir kaç mesele vardır:

1) Bu lafız, onların çok şiddetli bir sıkıntı içinde olup, bela ve sıkıntı hususunda, kendi kendilerinin canlarını çıkarıp teslim edecekleri bir raddeye varmış olmalarından kinayedir.

2) Cenab-ı Hakk'ın, "Canlarınızı kurtarın" sözü, bir emir değil, aksine bir tehdit olup yürekleri yerinden hoplatmak için getirilmiştir... Bu, tıpkı bir kimsenin, "Şu anda git bakalım, başına gelenleri göreceksin!.." demesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

غَمَرَ kelimesinin manaları şunlardır:

1- Felaket

2- Kucak dolusu

3- Bir duyguyu kuvvetle hissetmek.

Başına da  ف۪ي  harfi gelmiştir. [Ölümün kucağına düşmüş] ifadesinde istiare vardır. Yüce Allah peş peşe gelen ölüm sıkıntısı ve kederleri, insanlara ardarda gelip de onları sürükleyen dalgalara benzetmiştir. Bu hal insanın kalbini sarıp kuşattığı için  غَمَرَ  denilmiştir. (Râdî)

[Onları bir görseydin] şartının cevabı mahzuftur. Bu üslup korkuyu daha da arttırır.

غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  buradaki  غَمَرَاتِ  kelimesi, "ölümün şiddeti, sıkıntısı" manasına gelen اَلْغَمْرَةُ  kelimesinin çoğuludur.  غَمْرَةُ كُلِّ شَيْءٍ  tabirinin manası, "O şeyin çokluğu, büyüklüğü.!" demektir.  غَمْرَةُ المَاءِ  (suyun çokluğu, muazzam oluşu) ve  غَمْرَةُ الحَرْبِ  (harbin büyüklüğü, muazzam oluşu) deyimleri de böyledir. Yine bir şey bir şeyin üzerine çıkarak onu sarıp bürüdüğünde, غَمْرَهُ الشَيْءُ  (o şey onu sardı, bürüdü) denir. Zeccâc şöyle demektedir: "Çok olan bir şeyin içine dalıp onun içinde kalan herkese,  قَدْ غَمَرَهُ ذَالِكَ  "O, onu sardı, bürüdü "; yine borcun içinde boğulup kalmış olan kimse hakkında da  غَمْرَهُ الدَّيْنُ  "Borç, onu kapladı..." denir. İşte, kelimenin asıl lügat manası budur. Daha sonra sıkıntılar, istenmeyen şeyler hakkında da  الغَمَرَاتُ  kelimesi kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)


اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ 

 

Beyanî istînâf olan cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اَلْيَوْمَ , meçhul bina edilmiş  تُجْزَوْنَ  fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. Fiilin meçhul bina edilmesi mef’ûle dikkat çekme amacına matuftur.

اَلْيَوْمَ  kelimesindeki tarif, ahd içindir. Yani bu sözle kıyamet günü kastedilmiştir.  اَلْيَوْمَ  kelimesinin bu anlamda kullanılması meşhurdur. (Âşûr) 

Azap kelimesinin  الهُونِ  (aşağılayıcı) kelimesine muzâf olması izafetin taşıdığı ihtisas ve milk manası dolayısıyladır. Yani azap, küçük düşürmenin levazımıdır. (Âşûr)

Cenab-ı Hak  اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ  [Bugün hakaret azabı ile cezalandırılacaksınız.] buyurmuştur. Zeccâc, ayetteki  عَذَابَ الْهُونِ  [zillet azabı] tabirinin, "çok şiddetli bir zillete sebebiyet veren azap" manasına olduğunu söylemiştir. Bu azaptan maksat, Hak Teâlâ'nın elem verme ile hor ve hakir kılmayı birlikte yaptığı azaptır. Çünkü mükâfatın saygı ile içiçe olan bir menfaat olması şarttır. Aynı şekilde cezanın da, hor ve hakir kılma ile birlikte bulunan bir zarar olması şarttır. Bazı kimseler  الْهُونِ  kelimesinin, "hevân" (zillet) manasına geldiğini; "hevn" kelimesinin ise vakar ve tevazu manasına olduğunu; Hak Teâlâ'nın da  وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا  "O Rahmanın, yeryüzünde hevn ile, yani vakar ve tevazu ile yürüyen kulları..." (Furkân, 63) buyurmuş olduğunu söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  تُجْزَوْنَ  , مَا ‘ye müteallıktır.

بِمَا  kelimesindeki  بِ  harf-i ceri sebep içindir. Yani sözleriniz sebebiyle aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız demektir. (Âşûr)

Sılası  كان  , كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir.  Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

تُجْزَوْنَ - كُنْتُمْ - تَقُولُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)


وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ

 

Mevsûlün sılasına matuf olan bu cümle  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede car mecrur, amili olan  كان ’nin haberine önemine binaen takdim edilmiştir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mutat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

بِاٰيَاتِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır.

كُنْتُمْ - قَالَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

كُنْتُمْ - تَسْتَكْبِرُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)