اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah’tır |
|
3 | فَالِقُ | yaran |
|
4 | الْحَبِّ | daneyi |
|
5 | وَالنَّوَىٰ | ve çekirdeği |
|
6 | يُخْرِجُ | çıkarır |
|
7 | الْحَيَّ | diriyi |
|
8 | مِنَ | -den |
|
9 | الْمَيِّتِ | ölü- |
|
10 | وَمُخْرِجُ | ve çıkarır |
|
11 | الْمَيِّتِ | ölüyü |
|
12 | مِنَ | -den |
|
13 | الْحَيِّ | diri- |
|
14 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | فَأَنَّىٰ | o halde nasıl |
|
17 | تُؤْفَكُونَ | çevriliyorsunuz |
|
Bu ve müteakip âyetlerde, her biri başlı başına birer mûcize olan, fakat her zaman tekrarlandığı için insanların önemini kavramaktan gafil olduğu başlıca yaratılış olaylarına ve ilâhî kudretin işaretlerine dikkat çekilmiştir.
Tohumun ve çekirdeğin patlayarak filiz vermesi ve bu suretle tabiatın canlanması, bitkilerle bezenmesi, nimetlerle dolup taşması o yüce kudretin muhteşem eserleridir. Böylece O, ölüden diriyi, diriden ölüyü, tohumdan ve çekirdekten bitkileri, bitkiden tohum ve çekirdekleri çıkarmaktadır. Âyette, kesintisiz tekrar eden bu açık seçik tecellilere rağmen insanoğlunun nasıl olup da gerçeğe sırtını dönebildiği, O’nu yaratıcı olarak tanıyıp kulluk etmekten geri durabildiği sorulmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 444
Neveye نوي :
نَوَى fiili niyet etmek, karar vermek, yapmaya niyetlenmek anlamındadır. (Dağarcık)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri niyet etmek ve nüvedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. فَالِقُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْحَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
النَّوٰى kelimesi atıf harfi وَ ’la الْحَبِّ ’ye matuf olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
فَالِقُ kelimesi sülâsî mücerred olan فلق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ
Fiil cümlesidir. يُخْرِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْحَيَّ mef’ûlun bihtir.
مِنَ الْمَيِّتِ car mecruru يُخْرِجُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مُخْرِجُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir. الْمَيِّتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنَ الْحَيّ car mecruru مُخْرِجُ’ye müteallıktır.
مُخْرِجُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
İsim cümlesidir. İsaret ismi ذٰلِكُمْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن بدا لكم بيان قدرة الله فأنى تؤفكون وتصرفون عن الإيمان (Eğer size Allah’ın kudreti tecelli ediyor gibi geliyorsa o halde nasıl imandan dönersiniz?) şeklindedir.
اَنّٰى istifham ismi كَيْفَ manasındadır. تُؤْفَكُونَ fiilinin hali olarak mahallen mansubtur. تُؤْفَكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naibi fail olup mahallen merfûdur.
• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
• Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsned veciz ifade kastıyla izafet terkibiyle gelmiştir.
الْحَبِّ - النَّوٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْحَبِّ (tane), ot tohumlarına; النَّوٰى (çekirdek), ağaç tohumlarına delalet eder. Bununla beraber ot ve ağaç ikisi de bitkisel olduğundan النَّوٰى kelimesini tanenin içindeki bitkisel maya gibi düşünmek mana bakımından daha uygun olacaktır ki bir tanenin içindeki öz, maya, bir hurma veya üzüm tanesinin içindeki çekirdek gibidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى [(O), taneleri ve çekirdekleri yaratandır.] vasfı ile ilgili iki görüş vardır:
İsim cümlesi gelmesi; bu vasfın sabit ve devamlı olduğuna delalet eder. Çünkü bu vasıf Allah Teâlâ’nın zati sıfatıdır. Bu fiili vasıftır veya kudret vasfıdır ki fiil sıfatı verilemeyen durumlarla alakalı ıstılah olarak kullanılır. Burada maksat; Allah’ın ölülerden diri çıkarmak kudretine delil getirirken tohumun ve çekirdeğin yarılmasını zikretmekle yetinmektir. (Âşûr)
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ
Beyanî istînâf olan cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümleye matuf olan وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيَّ ise sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Bunun sebebi tefennün (değişik sıygalar kullanarak muhatap için sözü monotonluktan kurtarmak) de olabilir. Diğer yandan hayat ve ölüm birbirini tamamlayan bir devir daim içindedir. Ölüm her canlının tadacağı kaçınılmaz bir netice olması sebebiyle hayattan daha açık daha görülür bir gerçektir. Bu yüzden diriden ölüyü çıkarmak isim cümlesiyle ölüden diriyi çıkarmak ise fiil cümlesiyle ifade edilmiştir.
مُخْرِجُ takdiri هو olan mahzuf mübteda için haberdir. Mübtedanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مُخْرِجُ - يُخْرِجُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْحَيِّۜ - الْمَيِّتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ cümlesi ile مُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيَّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيَّ ifadesinde fiillerin müteallıkları arasında akis gerçekleşmiştir. Aks (tebdîl) çaprazlama demektir. Beyitte veya cümlede kelimelerin sırasını değiştirerek tekrarlama sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu konuda iki görüş vardır: Birinci bahis: Hayy “diri”, canlılıkla nitelendirilen her şeyin adıdır. Meyyit ise kendisinde hayat sıfatı bulunmayan şeyin adıdır. Bu takdire göre bitkiler “hayy” değildir. Bu konuda da iki görüş vardır:
Birinci görüş: Bu iki lafzı, hakikî manaya hamletmektir. İbni Abbas şöyle der: “Cenab-ı Hakk, nutfeden canlı bir beşer, canlı beşerden de ölü bir nutfe çıkarır. Yine aynı şekilde yumurtadan canlı civcivi, tavuktan da ölü yumurtayı çıkarır. Bundan maksat, canlı ile ölünün birbirlerinin zıttı olup birbirlerini nefyettiklerini ifade etmektir. Binaenaleyh benzer bir şeyin benzer bir şeyden meydana gelmesi, bunun tabiat ve hassalar icabı olduğu zannını uyandırabilir. Ama zıddın zıddan meydana gelmesine gelince, bunun tabiat ve o şeylere ait özellikler sebebiyle olması imkânsızdır. Bilakis bunun, hakîm olan bir yaratıcının takdiri ve Alîm olan bir müdebbirin yönetmesiyle meydana gelmesi gerekir.
İkinci görüş: “Hayy” ve “Meyyit” kelimelerinin, bizim zikrettiğimiz manalar ile yine bazı mecazî manalara hamledilmesidir. Bu hususta da şu izah şekilleri bulunmaktadır:
يُخْرِجُ الْحَیَّ مِنَ الْمَيِّتِ “O, ölüden diriyi çıkarır.” daha sonra da وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَیِّ buyurmuş. Halbuki isim cümlesinin fiil cümlesine atfı güzel değildir. Böyle ifade etmesinin sebebi; وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَیِّ buyruğu, O’nun فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى taneleri ve çekirdekleri yaratandır.” sözüne atfedilmiştir. Zira bu, o sözün adeta bir beyanı ve tefsiri gibidir. Çünkü bitki ve büyüyen ağacı bitirmek için taneyi ve çekirdeği çatlatmak ölüden canlı çıkarma cinsindendir. Çünkü “büyüyen”, canlı hükmündedir.
Birincide Fiil, İkincide İsim Cümlesi Kullanmanın Sebebi:
Fiil cümlesi, o failin o fiile her an ve her zaman itina gösterdiğine delalet eder. Ama isim cümlesine gelince bu, her zaman yenilenmeyi ve itina göstermeyi ifade etmez.
Canlı cansızdan daha kıymetlidir; diriyi ölüden çıkarma hususunda gösterilen itinanın, ölüyü diriden çıkarmaya gösterilen itinadan daha fazla olması gerekir. İşte bu manadan dolayı diriyi ölüden yaratmaya gösterilen ihtimam ve dikkatin ölüyü diriden yaratmaya gösterilen itinadan daha fazla ve daha mükemmel olduğuna dikkat çekmek için birincisi fiil, ikincisi de isim cümlesiyle getirilmiştir. Allah, muradını en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. İtiraz olarak gelmiştir. (Âşûr)
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder.
فَ mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şartın takdiri, إن بدا لكم بيان قدرة الله (Eğer size Allah’ın kudreti tecelli ediyor gibi geliyorsa) şeklindedir. Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Fakat haber manalıdır.
Cevap cümlesi olan فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. اَنّٰى istifham harfi cümlede hal konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasındaki تُؤْفَكُونَ meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Bu ayette فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ifadesinde bulunan istifham inkârî olup nefy/olumsuzlama anlamındadır. Yani apaçık deliller kaim olduktan sonra imandan yüz çevirmenize hiçbir yol yok demektir. İbn Âşûr da bu istifhamın taaccübî ve inkarî olduğunu, mananın “Sizi Allah’ı birlemekten/tevhidden çevirecek herhangi bir şey bulunmamaktadır.” şeklinde olduğunu ifade etmektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اللّٰهُ - مِنَ - الْحَيِّۜ - الْمَيِّتِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
“Allah Teâlâ’nın ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkardığını müşahede ettiğiniz, sonra canlı bedeni, bir seferde ölü nutfeden (meniden) çıkardığını müşahede ettiğiniz halde daha nasıl olur da çürümüş ölünün toprağından yeniden canlı bedeni çıkarabileceğini uzak ihtimal görürsünüz?” Bundan maksad, o insanların haşr ve neşri yalanlamalarını reddir. Hem sonra bu iki zıt şey nispet hususunda birbirine denktir. Binaenaleyh iki zıddan birinden diğerine geçiş nasıl imkansız ise diğerinden birinciye geçiş de aynı şekilde imkânsız olmalı. Hayat varken ölümün bulunması nasıl imkânsız ise aynı şekilde (bir bedende) ölüm varken de hayatın bulunması imkânsız olur. Her iki takdirde de öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğu neticesi çıkar. (Fahreddin er-Râzî)
ذَلِكُمُ اللَّهُ cümlesi müstenef bir cümledir. Maksat, konunun önemidir. (Âşûr)