En'âm Sûresi 96. Ayet

فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ  ...

O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالِقُ karanlığı yarıp ف ل ق
2 الْإِصْبَاحِ sabahı ortaya çıkarmış ص ب ح
3 وَجَعَلَ ve kılmıştır ج ع ل
4 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
5 سَكَنًا dinlenme zamanı س ك ن
6 وَالشَّمْسَ ve güneşi ش م س
7 وَالْقَمَرَ ve ayı ق م ر
8 حُسْبَانًا hesap (ölçüsü) yapmıştır ح س ب
9 ذَٰلِكَ bu
10 تَقْدِيرُ takdiridir ق د ر
11 الْعَزِيزِ o üstün ع ز ز
12 الْعَلِيمِ bilen(Allah)ın ع ل م
 

Sabahın aydınlanması, gecenin sükûnet ve âsûdeliği, ay ve güneşin şaşmaz bir matematiksel nisbetle, insanların zamanı ve daha başka astronomik ve coğrafî ölçüleri bulmalarına imkân verecek düzenlilikle işlevlerini sürdürmeleri de o azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir, düzenlemesidir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 444

 
  

Feleqa فلق :

 فَلَقٌ bir şeyi yarmak ve bir bölümünü diğer bölümünden ayırmaktır.

  إنْفَلَقَ  fiili onu yardı ve parçaları birbirinden ayrıldı demektir.

  Felâk sûresi birinci ayette geçen فَلَقٌ sözcüğü ufkun güneşin ilk ışıklarıyla kızardığı tan vakti olan sabahın başları anlamındadır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri falaka ve infilâktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ 

 

فَالِقُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو  şeklindedir.  الْاِصْبَاحِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  الَّيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

سَكَناً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  الَّيْلَ ‘ye matuftur.  حُسْبَاناً  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Takdiri,  جعل  şeklindedir.

فَالِقُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فلق  fiilinin ism-i failidir.


ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ, mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir.

تَقْد۪يرُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَز۪يزِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْعَل۪يمِ  kelimesi  الْعَز۪يزِ ’den bedel veya sıfattır. 

 
 

فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

فَالِق, takdiri هو  olan mübtedanın haberidir. Haber, az sözle çok anlam ifade etmek amacıyla izafet terkibi olarak gelmiştir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَجَعَلَ الَّيْلَ  cümlesi makabline matuftur.

سَكَناً  ve  حُسْبَاناًۜ  kelimelerindeki tenvin, tazim ve nev ifade eder.

الْاِصْبَاحِۚ - الَّيْلَ - الشَّمْس -الْقَمَرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْاِصْبَاحِۚ - الَّيْلَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Bu ayet, yaratıcının varlığının, ilminin kudretinin ve hikmetinin delillerinden bir çeşittir. Binaenaleyh önceki ayette zikredilen çeşit, bitkilerin ve canlıların hallerinin bu hususlara delil oluşundan alınmıştı. Bu ayetteki çeşit ise feleklerin (gökteki cisimlerin) hallerinden çıkarılmış delillerdir. Çünkü gecenin karanlığının, sabahın aydınlığı ile yarılıp bölünmesi, bitki ve ağacın kendisinden çıkışı için tanenin ve çekirdeğin yarılıp bölünmesinden daha fazla kudret-i ilâhiyenin mükemmelliğine delalet eder. Bir de gökteki cisimlerin hallerinin kalp üzerindeki tesirlerinin, yeryüzü hallerinin tesirinden daha fazla olduğu açıkça bilinen hususlardandır. 

Karanlık, ademe (yokluğa) benzer. Hatta kesin aklî deliller, karanlığın “yokluğu” ifade eden bir mefhum, nurun (ışığın, aydınlığın) da tamamen var oluşu ifade eden bir mefhum olduğuna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

فَلْقُ الإصْباحِ  tabiri gecenin karanlığı arasında ışığın ortaya çıkması için bir istiaredir. Sabah; ışıkla gecenin karanlığının yarılmasına benzetilmiştir. Aynı mana için hayvanın derisinin soyulması manasındaki  السَّلْخُ  kelimesi de kullanılır. (Âşûr)


 ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ

 

İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Sübut ifade eder. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  şeklindeki uzaklık ifade eden işaret isminde işaret edilen hususun derecesinin yüksekliğini ve fazilet mertebesinin yüceliğini göstermek kastı vardır.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزِ,الْعَل۪يمِ  kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağa kalıbındadır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

[Bu] yani Güneş ve Ay’ın belli bir hesaba göre yaratılmaları… Güneş ve Ay için geçerli olan bu belirli ölçüye göre hareket etme durumu, bunları emri altına alan [mutlak izzet sahibinin] ve bunları idare etmeyi ve döndürmeyi en iyi bilen [mutlak ilim sahibinin takdiridir.] (Keşşâf)

Azîz olması; hükmünün galip olduğunu, yenilemez olduğunu, Alîm olması da bunların yaratılışını ve sebeplerini bilen tek zatın o olduğunu vurgular.

Yaratılışını ve sebeplerini bilen tek zatın o olduğunu vurgular.

Bu ifadede bulunan el-Azîz vasfı O’nun kudretinin; el-Alîm kelimesi de O’nun ilminin mükemmel olduğuna bir işaret olup bunun manası şudur: “Feleklerin kütlelerinin, hızlılık ya da yavaşlık bakımından muayyen ve hususi miktarlarla ve hususi sıfatlar ve muayyen durum ve hareketlerle takdir edilmiş olması, bütün mümkinata taalluk eden kâmil bir kudret; malumatın bütün külliyat ve cüziyatında geçerli olan bir ilim ile ancak elde edilebilir. Bu, bu hallerin ve sıfatların, o maddelerin tabiat ve özellikleri sebebiyle değil, ancak bir Fail-i Muhtar’ın (Allah) bunu onlara tahsis etmesiyle olabileceğinin bir açıklanmasıdır. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)