وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | kimse |
|
3 | أَنْشَأَكُمْ | sizi inşa eden |
|
4 | مِنْ | -ten |
|
5 | نَفْسٍ | nefis- |
|
6 | وَاحِدَةٍ | bir tek |
|
7 | فَمُسْتَقَرٌّ | (sizin için) bir karar |
|
8 | وَمُسْتَوْدَعٌ | ve emanet yeri vardır |
|
9 | قَدْ | gerçekten |
|
10 | فَصَّلْنَا | biz genişçe açıkladık |
|
11 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
12 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
13 | يَفْقَهُونَ | anlayan |
|
Kur’an mûcizesinin gerçekleştiği âlem içinde yaratılış hadisesinin en muhteşem sonucu hiç şüphesiz insandır. Bu âyette yüce Allah bu büyük mûcizeyi de kudretinin nişanesi olarak zikretmektedir. Tefsirlerde genellikle âyet-i kerîmedeki nefs kelimesinden Hz. Âdem’in kastedildiği belirtilmiş; müstakar kelimesine “yeryüzü veya ana rahmi”, müstevda‘ kelimesine de “kabir veya babanın sulbü” gibi mânalar verilmiştir (geniş bilgi için bk. Elmalılı, III, 1990-1995; İbn Âşûr, VII, 396-397). Süleyman Ateş klasik tefsirlerin aksine, nefsi “Hz. Âdem’den ve evrimleşerek ikili cinsel üreme düzeyine ulaşmadan önceki insanlığın eşeysiz ilk kökeni veya genel olarak baba”, müstakar kelimesini “babaların belleri”, müstevda‘ kelimesini de “annelerin rahimleri” olarak açıklamıştır (III, 206-208).
Bazı eski ve yeni tefsirlerde belirtildiği gibi (meselâ bk. Taberî, VII, 286-291; İbn Atıyye, II, 326-327; İbn Âşûr, VII, 397) bu iki kavramı, insanın birbirini takip eden iki muayyen konumuyla sınırlamak yerine, bunların ilk yaratılıştan insanın varlığının devamı süresince içinde bulunduğu ve intikal etmeye hazır olduğu bütün konumlarına işaret ettiğini düşünmek daha isabetli olur. Buna göre insanoğlu başlangıcından itibaren varlığının her konumunda hem bir karar hem de intikale aday olma, emanet halinde bulunma durumlarını birlikte yaşar. Böylece o, cennet veya cehenneme varıncaya kadar, sırasıyla ilk nefsin özünde yani insanı saklayan ilk cevherde, babanın sulbünde, annenin rahminde, toprağın üzerinde, yerin altında ve haşir yerinde hem bir karar halini hem de gelecek intikale namzet emanet halini birlikte yaşar. Müstakâr bu hallerin ilkine, müstevda‘ da ikincisine işaret etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 445
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْشَاَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْ نَفْسٍ car mecruru اَنْشَاَكُمْ fiiline müteallıktır. وَاحِدَةٍ kelimesi نَفْسٍ’in sıfatıdır.
فَ atıf harfidir. مُسْتَقَرٌّ mukaddem mahzuf haberin mübtedası olup lafzen merfûdur. Takdiri, لكم مستقر şeklindedir.
مُسْتَوْدَعٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la مُسْتَقَرٌّ ’e matuf olup lafzen merfûdur.
مُسْتَقَرٌّ - مُسْتَوْدَعٌ kelimeleri sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
قَدْ tahkik ifade eder. Tekid ifade eder.
فَصَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الْاٰيَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru فَصَّلْنَا fiiline müteallıktır.
يَفْقَـهُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. يَفْقَـهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَصَّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ
Ayet önceki ayetteki وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
İki taraf da yani mübteda da haber de marife olduğu için kasır ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَفْسٍ ’deki tenvin, cins ve tazim ifade eder.
فَ ile makabline atfedilen, مُسْتَقَرٌّ mahzuf mukaddem haberin mübtedasıdır. Cümlenin takdiri, لكم مستقر [Sizin için yerleşmek vardır.] şeklindedir. فَمُسْتَقَرٌّ ,وَمُسْتَوْدَعٌ ’a matuftur.
O ki sizi tek bir nefisten ilk defa yaratandır cümlesi Nisa Suresi 1. ayette de geçmiştir. Ancak orada خَلَقَ fiili, burada ise اَنْشَاَ fiili kullanılmıştır. O ayeti hatırlattığı için iktibas sanatı vardır.
مُسْتَقَرٌّ ve مُسْتَوْدَعٌ, istikrar (yerleşme) ve istida (emanet bırakma) manasına mimli masdar veya yerleşme yeri veya emanet yeri manasına yer ismi olur. Yani hepiniz bir nefisten meydana gelmiş olduğunuz halde her birinizin bir istikrar haliniz bir istida haliniz var. (Elmalılı Hamdi Yazır)
فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ ifadesindeki وَ harfi taksim için değil bu iki kelimenin birlikteliği güzel olduğu içindir. (Âşûr)
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümle قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يَفْقَـهُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
قَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Ayetlerin tafsilatlı olarak açıklaması bütün insanlara müteveccih iken bunun düşünen bir topluma tahsis edilmesi onların bu ayetlerden daha fazla yarar sağlamaları sebebiyledir.
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları, geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan teakkul kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (teakkul) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (tezekkür) geleceğe yol bulmaları (tedebbür) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Son cümle ile önceki ayetin sonu arasında mukabele vardır.
Beşerin yaratılışını tafsilatlı olarak beyan eden bu ayetlerle benzerlerini, zekâlarını kullanarak derin düşünerek, muğlak incelikleri değerlendirmesini bilen bir toplum için ayrıntıları ile açıkladık, manasındadır. Ademoğlunun yaratılışının çeşitli aşamalarındaki incelikler, en üstün akıllıları bile hayrette bırakan ilâhi bir sanattır. Burada daha önce yıldızlar için kullanılan عْلَم fiilinin değil, فْقَـه fiilinin tercih edilmesindeki hikmet de budur. Zira fıkh, ince ve derin bilgiler için kullanılır.
Burada يَعْلَمُونَ değil, يَفْقَهُونَ fiili gelmiştir. Çünkü bu aşamalar üzerine inşa ettikleri istikrar ve dayanıklılık işareti ve bu ikisindeki hikmet, ele alınması, üzerinde düşünülmesi gereken kesin bir işarettir. (Âşûr)
Biz bu ayetleri fıkıh ehli (anlayışlı) olan, nefsinde ince ve derin bir anlayışı bulunan hikmet sahibi kimseler için açıkladık. Yani açıklamadan istifade edebilmek için sadece ilim ehli olmak yeterli değil, kendini bilmiş olmak da şarttır. “Fıkıh” asıl olarak lügatta bir şeyi sebep ve hikmetiyle anlamak, ince anlayış ile anlamak manasınadır ki bunda “nefsi bilmek” manası da yer almıştır. Bununla şuna işaret edilmiştir ki bundan önceki ayetlerin ilmi açıklamasının şartlarından biri de insanların kendilerini ve nefislerinin hallerini tanımalarıdır. Normal ilim ehli olanlar kendilerini bilmeyi hesaba katmadan her şeyi anlayıverdiklerini sanırlar. Halbuki objektif deliller, subjektif delillerle bilinir ve doğru karar ikisinin uyuşmasıyla verilir. Şu halde insani gelişme ve subjektif hayat anlaşılıp fark edilmedikçe objektif gelişme hakkındaki ilim sağlam olmaz. İnsana has gelişme ise bitkisel ve hayvansal gelişmeden daha derli toplu olduğu için kendini bilmek daha zor ve kendini unutmamak şartıyla objektif mütalaa zor olduğundan ve فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ [karar yeri ve emanet yeri]’nin analizi bu açıklamayı da içine aldığından birincisinde لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ [bilen bir kavim için] ifadesiyle yetinildiği halde burada لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ [derin anlayışlı bir kavim için] buyrularak daha çok tahsis edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
لِقَوْمٍ ifadesindeki lâm harfi, “lâm-ı âkibe”dir. Veyahut da bu ifade, bir fiili herhangi bir maksat için yapan kimsenin haline benzetme manasına hamledilmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk, kendisiyle yıldızların durumlarından istidlale dair ayetini, يَعْلَمُونَ ifadesiyle bu ayetini ise يَفْقَهُونَ [iyi ve ince anlarlar] lafzıyla bitirmiştir. Buradaki fark şudur: İnsanları tek bir candan yaratıp onları farklı farklı haller arasında döndürüp dolaştırmak, sanat ve tedbir bakımından çok hoş ve çok ince bir durumdur. “Fıkh...” kelimesi, iyice anlamayı, kuvvetli zekâ ve anlayışı ifade ettiği için, Cenab-ı Hakk burada bu kökten olan يَفْقَهُونَ kelimesini kullanmıştır. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)