En'âm Sûresi 99. Ayet

وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ...

O, gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler, -hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: (Her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı. Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir topluluk için (Allah’ın varlığını gösteren) ibretler vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O’dur
2 الَّذِي kimse
3 أَنْزَلَ indiren ن ز ل
4 مِنَ -ten
5 السَّمَاءِ gök- س م و
6 مَاءً suyu م و ه
7 فَأَخْرَجْنَا çıkardık خ ر ج
8 بِهِ onunla
9 نَبَاتَ bitkiyi ن ب ت
10 كُلِّ her ك ل ل
11 شَيْءٍ çeşit ش ي ا
12 فَأَخْرَجْنَا ve çıkardık خ ر ج
13 مِنْهُ o (bitki)den
14 خَضِرًا bir filiz خ ض ر
15 نُخْرِجُ çıkarıyoruz خ ر ج
16 مِنْهُ ondan da
17 حَبًّا daneler ح ب ب
18 مُتَرَاكِبًا birbiri üzerine binmiş ر ك ب
19 وَمِنَ
20 النَّخْلِ hurmanın ن خ ل
21 مِنْ -ndan
22 طَلْعِهَا tomurcuğu- ط ل ع
23 قِنْوَانٌ sarkan ق ن و
24 دَانِيَةٌ salkımlar د ن و
25 وَجَنَّاتٍ ve bahçeleri ج ن ن
26 مِنْ
27 أَعْنَابٍ üzüm ع ن ب
28 وَالزَّيْتُونَ ve zeytin ز ي ت
29 وَالرُّمَّانَ ve nar ر م ن
30 مُشْتَبِهًا (kimi) birbirine benzer ش ب ه
31 وَغَيْرَ غ ي ر
32 مُتَشَابِهٍ (kimi) benzemez ش ب ه
33 انْظُرُوا bakın ن ظ ر
34 إِلَىٰ
35 ثَمَرِهِ meyvesine ث م ر
36 إِذَا zaman
37 أَثْمَرَ meyve verirken ث م ر
38 وَيَنْعِهِ ve olgunlaştığı ي ن ع
39 إِنَّ şüphesiz
40 فِي
41 ذَٰلِكُمْ bunda
42 لَايَاتٍ çok ibret vardır ا ي ي
43 لِقَوْمٍ toplumu için ق و م
44 يُؤْمِنُونَ inananlar ا م ن
 

Aynı yağmurla sulandığı halde sayılamayacak kadar çok çeşitli cinslerde bitkiler veren yeryüzündeki tabiat hârikalarından bir demet sunulmakta ve bunların, şuursuz tabiatın, kör tesadüfün sonucu olmayıp yine o ulu kudretin eserleri olduğu bildirilmekte; bunların her birinde inanan insanlar için âyetler, yaratıcısına delâlet eden tecelliler bulunduğuna dikkat çekilmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 445

 

وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.

مَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


 فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَخْرَجْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  اَخْرَجْنَا  fiiline müteallıktır.  بِ  harf-i ceri sebebiyyedir.  نَبَاتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

كُلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اَخْرَجْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْهُ  car mecruru  اَخْرَجْنَا  fiiline müteallıktır.  خَضِراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

نُخْرِجُ مِنْهُ  cümlesi  خَضِراً  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur.

نُخْرِجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

مِنْهُ  car mecruru  نُخْرِجُ  fiiline müteallıktır.  حَباًّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مُتَرَاكِباً  kelimesi  حَباًّ ’in sıfatıdır. 

مُتَرَاكِباً  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفاعَلَ  babının ism-i failidir. 

 

  وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ

 

وَ  atıf harfidir. مِنَ النَّخْلِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مِنْ طَلْعِهَا  car mecruru  مِنَ النَّخْلِ’den bedeldir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قِنْوَانٌ  muahhar mübtedadır.  دَانِيَةٌ  kelimesi  قِنْوَانٌ ’un sıfatıdır.

جَنَّاتٍ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  نَبَاتَ’ye matuftur.  مِنْ اَعْنَابٍ  car mecruru  جَنَّاتٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  نَبَاتَ ‘ye matuftur.  مُشْتَبِهاً  kelimesi  الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ’nin hali olup fetha ile mansubtur.

غَيْرَ kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مُشْتَبِهاً ‘e matuftur.  مُتَشَابِهٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

دَانِيَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  دنو  fiilinin ism-i failidir.

مُشْتَبِهاً  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

مُتَشَابِهٍ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفاعَلَ  babının ism-i failidir.


 اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  اُنْظُـرُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ  car mecruru  اُنْظُـرُٓوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

اَثْمَرَ  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَثْمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

يَنْعِه۪  atıf harfi  وَ ’la  ثَمَرِه۪ٓ’ye müteallıktır.   


  اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

ف۪ي ذٰلِكُمْ   car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismidir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

يُؤْمِنُونَ  fiili  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi  أمن’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ

 

Cümle, 97. ayetteki  وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ  cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.

İki taraf da yani mübteda da haber de marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasırdır. 

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası  اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَٓاءًۚ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.


فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ 

 

Müspet mazi fiil sıygasındaki  فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ  cümlesi  فَ  ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً  cümlesi de sılaya matuftur.  خَضِراً  için sıfat olan  نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetin başındaki gaib zamirden, bu cümlede azamet zamirine iltifat edilmiştir. 

فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ  [Onunla çıkarttık]  Burada üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı,  فَاَخْرَجَ بِهِ  [Onunla çıkarttı.]  şeklindedir. Bundaki nükte ise çıkaranın şanına itina göstermek ve nimetinin büyüklüğüne işaret etmektir. (Sâbûnî) 

Burada “biz” kipinin kullanılması, indirilen şeye çok önem verildiğini göstermek içindir.

Su bir tek maddedir. Oysa kemiyet ve keyfiyet, özellik ve sonuçları bakımından bitkiler, ağaçlar son derece çeşitlidir (Elmalılı Hamdi Yazır) 

ب  harfi mülâbese içindir. Allah Teâlâ suyu, bitkinin yetişmesi için sebep kılmıştır. Bu harfle birlikte gelen zamir suya aittir.  فَأخْرَجْنا بِهِ نَباتَ كُلِّ شَيْءٍ  ifadesindeki  فَ  harfi tefri’ içindir.  فَأخْرَجْنا مِنهُ خَضِرًا  cümlesi  فَأخْرَجْنا بِهِ نَباتَ كُلِّ شَيْءٍ  cümlesinin ifade ettiği manayı detaylandırır, bunun için tafsil manasındadır. مِن  harfi, ibtida veya teb'iz içindir, zamir ise nebat kelimesine aittir. (Âşûr)

وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ  cümlesi ise isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مِنَ النَّخْلِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  قِنْوَانٌ  muahhar mübtedadır.  مِنَ النَّخْلِ , مِنْ طَلْعِهَا ’den bedeldir. 

قِنْوَانٌ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.  دَانِيَةٌ  sıfattır. Anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

نَبَاتَ ,جَنَّاتٍ ’ye matuftur.  وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ  da mansubata dahildir.  مِنْ اَعْنَابٍ  mahzuf sıfata müteallıktır.

وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ [Zeytini ve narı…]  Değerlerinin fazlalığına binaen hususi olanın umumi olan üzerine atfı kabilindendir. Çünkü bunlar en büyük nimetlerdendir. (Sâbûnî) 

مُشْتَبِهاً  haldir.  وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ, hale matuftur.

Hal, bedel ve sıfatlar nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.

نَبَاتَ - خَضِراً - حَباًّ -النَّخْلِ - اَعْنَابٍ -الزَّيْتُونَ - الزَّيْتُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَخْرَجْنَا - نُخْرِجُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مُشْتَبِهاً - غَيْرَ مُتَشَابِهٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede “Birbirinden farklı ya da birbirine uyumlu şeylerin kelamda cem edilmesidir.” şeklinde tarif edilen cem’u-l mu’telif ve-l muhtelif sanatı vardır. 

Azamet zamiri; yapılan işin ne kadar ulvi olduğunu ifade eder. Ondan başkasının bunları asla yapamayacağına delalet eder.

Önceki ayet gibi başladığı için reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. 

Birbirine hem benzeyen hem de benzemeyen. (Bu benzeyiş ve benzemeyiş kaydı, yukarda istikrar (yerleşme) ve istida (emanet bırakma) ile ifade olunan birbirini takip etme ve zıtlaşma düsturunun mantık nokta-i nazarından daha açık bir ifadesidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Suyun inmesi, bitkilerin, çimin çıkartılması, انزل [indirdi] اَخْرَجْنَا [çıkardık] diye geçmiş zaman kipiyle (mazi sıygasiyle) ifade edilmiş olduğu halde حَبّاً مُتَرَاكِباً [birbirine binmiş taneler] kısmı  نُخْرِجُ  kelimesini gelecek zaman kipiyle ve  خَضِراً [yeşillik] kelimesinin sıfatı olarak bir potansiyel halinde gösterilmesi ve tomurcuğun, salkımların bu minval üzere bunlara atfedilmesi dikkate şayandır. Bununla Mekke’de bu ayetin indiği sırada İslam dininin henüz o çim, o tomurcuk misalinde olduğuna, Kur’an’ın gökden inen bir rahmet bulunduğuna müminlerin gelecekleri o cennetler ve olgunlaşmış meyveler gibi olacağına da işaret edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır) 

Ayetteki, “indirdi” tabirinden sonra “Biz çıkardık!” ifadesinin kullanılışına, fesahat üsluplarından kabul edilen “iltifat” üslubu denilir. (Fahreddin er-Râzî) 

Leys, Allah’ın kitabında geçen خَضِر (yeşil) kelimelerinin, “ekin” manasına geldiğini ve “her bitki yeşildir” denildiğini söylemiştir. Ben derim ki: “Allah Teâlâ, önceki ayette [Allah taneleri ve çekirdekleri yaratandır. (Enam Suresi, 95)] buyurarak bitkileri iki kısma ayırmıştır. Binaenaleyh taneden bitenler “ekin”; çekirdekten bitenler de “ağaç”tır. Bu sebeple Allah Teâlâ, bu taksimi burada da nazar-ı dikkate alıp [İçlerinden taze ve yeşil (bitkiler) meydana getirdik.] diyerek önce ekini zikretmiştir. 

Zeccâc ise şöyle demiştir: “Allah Teâlâ ayette uzak salkımları zikretmemiştir. Uzak ve yakın salkımlardan birinin zikredilmesi diğerine de delalet eder. Çünkü birbirinin zıttı iki şeyden birinin zikredilmesi, diğerine de delâlet eder. Bu ayette de böyledir. Şöyle de denilmiştir: İnsana yakın olan nimet, daha mükemmel ve daha çok sayıldığı için Allah yakın olanı zikretmiş, uzak olanı zikretmemiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

Keşşâf sahibi şöyle der: قنوان  kelimesi, mübteda olarak merfû; مِنَ النَّخْلِ kelimesi ise onun haberidir. مِنْ طَلْعِهَا  kısmı ise مِنَ النَّخْلِ  ifadesinden bedeldir. Buna göre sanki “Hurmadan yani onun tomurcuğundan olan salkımlar vardır.” denilmek istenmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

Ferrâ, “Hakk Teâlâ zeytun ve nar kelimeleriyle zeytin ile nar meyvelerini değil, zeytin ve nar ağaçlarını kastetmiştir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Yüce Allah burada dört çeşit ağaçtan bahsetmiştir. Bunlar hurma, üzüm, zeytin ve nardır. Cenab-ı Hakk ekini, (hububatı) ağaçlardan önce zikretmiştir. Çünkü hububat gıdadır, ağaçların mahsulleri ise meyvedir. Gıda ise meyveden önce gelir. Allah hurmayı da diğer meyvelerden önce zikretmiştir. Çünkü hurma, Araplara göre gıda yerine geçer. Bir de hukemâ, hurma ile hayvanlar arasında diğer bitki çeşitlerinde bulunmayacak bir biçimde pek çok özellik bakımından benzerlikler bulunduğunu söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)


 اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ 

 

Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ınkıta’dır. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَثْمَرَ  fiiline muzaf olan şarttan mücerret zaman zarfı  اُنْظُـرُٓوا ,اِذَٓا  fiiline müteallıktır. وَيَنْعِه۪  cümlesi,  اَثْمَرَ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

ثَمَرِه۪ٓ - اَثْمَرَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

Cümle ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِنَّ , ف۪ي ذٰلِكُمْ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  اِنَّ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ’e dahil olan  لَ, tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur.  Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde de istiare vardır.  

Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.

قَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.

Üç ayetin sonu; bilen, akleden, iman eden kavim şeklinde gelmiştir. Önce bilmek sonra akletmek ve iman gelmiştir.

Burada da,  ذَلِكم  işaret isminin kullanılması, işaret edilen hususun derecesinin yüksekliğin belirtmek içindir. (Ebüssuûd) 

إنَّ في ذَلِكم لَآياتٍ  cümlesi “düşün” emrinin illetidir. Buradaki  إنَّ  ta’lîl lam’ı manasındadır. (Âşûr)