Mülk Sûresi 10. Ayet

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  ...

Yine şöyle derler: “Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 لَوْ eğer
3 كُنَّا biz ك و ن
4 نَسْمَعُ söz dinleseydik س م ع
5 أَوْ yahut
6 نَعْقِلُ düşünseydik ع ق ل
7 مَا
8 كُنَّا bulunmazdık ك و ن
9 فِي arasında
10 أَصْحَابِ halkı ص ح ب
11 السَّعِيرِ çılgın ateşin س ع ر
 

Bazı âhiret sahnelerini tasvir eden bu âyetler, kimlerin daha güzel davranacağını sınamak için ölümün ve hayatın yaratıldığını ifade eden 2. âyetle irtibatı olup, bu dünyada Allah’a isyan edenlerin öte dünyada çekecekleri cezayı, O’na karşı saygılı olup günah işlemekten korunanların elde edecekleri ödülleri açıklamaktadır. 6-8. âyetlerdeki tasvirler cezanın ne derece şiddetli olduğunu daha iyi hissettirme amacına yöneliktir. 8. âyette “uyarıcı” diye çevirdiğimiz nezîrden maksat peygamberdir (İbn Âşûr, XXIX, 25). Âyette dünyada peygamberin çağrısına ve uyarılarına kulak tıkayıp inkâr ve isyanlarını sürdürmekte direnenlere, yarın kıyamet gününde, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorulacağını bildiren ifade aslında yaşayanlar için bir uyarıdır. 9-11. âyetler o gün iş işten geçtikten sonra değil, fakat bugün fırsat eldeyken o uyarıya kulak vermek, yani peygamberi tanımak, ayrıca Allah’ın insanlığa büyük lutfu olan aklı ve diğer bilgi imkânlarını da kullanarak hak ve hidayet yolunu bulmak gerektiğine, ebedî kurtuluşun ancak bu sayede kazanılabileceğine işaret etmektedir. 12. âyet ise müminlerin nâil olacağı uhrevî mutluluğun veciz bir özetidir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 419
 

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ ‘dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir.İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَّا  mütekellim zamiri  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

نَسْمَعُ  cümlesi  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.  نَسْمَعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

نَعْقِلُ  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  karinesi olmadan gelen  مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  cümlesi şartın cevabıdır.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَّا  mütekellim zamiri  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.  ف۪ٓي اَصْحَابِ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. السَّع۪يرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ , şart üslubunda gelmiştir.

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ , şarttır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نَسْمَعُ  cümlesi  كُنَّا ‘nin haberidir. Aynı üslupta gelen  نَعْقِلُ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle  كَان ‘nin haberine atfedilmiştir.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ , menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ٓي اَصْحَابِ  car mecruru, كَان ‘ nin mahzuf haberine mütealliktir.

مَا كَان ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79)

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

كُنَّا  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَوْ - لَوْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Veciz ifade kastına matuf  اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  izafeti,  اَصْحَابِ ‘yi tahkir içindir. 

اَصْحَابِ السَّع۪يرِ (Ateş ashabı) ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.

ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اَصْحَابِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dostlar, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Ayet-i kerîmede  نسمع  fiili  نعقل  fiili üzerine takdim etmiştir. Çünkü akletmek, küllî konumda iken işitmek cüzî konumdadır. Ayrıca tabiî sıralama dikkate alınmıştır. Zira uyarıcının davetini işitmek, uyarılanların karşılaştıkları ilk aşamadır, daha sonra işittikleri hakkında tedebbür ederek akıllarını çalıştırırlar. 

Bu ayetteki fiillerin sıralanışına ilişkin Elmalılı tefsirinde, kulak ve aklın insana dünya ve ahireti, geçmiş ve geleceği tanıtacak en faydalı iki rehber olduğuna, diğer duyuların ise yalnızca şimdiki zamanı tanıttığına, lisan ve aklın ise her ilme baktığına ve bu nedenle kulağın akıldan önce geldiğine dikkat çekmiştir.

Siyâk ve sibâk karinesinden anlaşıldığı üzere önceki ayetlerde cehennem sahneleri sergilendikten sonra kâfirler acı verici bu kötü akıbetlerini görünce hayıflanıyorlar ve cehennem ateşinden kurtulmak için dillerinden “Keşke dünya hayatında peygamberlerin sözünü dinleseydik ve akıllarımızı kullansaydık.” şeklindeki sözler, şiddetli bir nedamet haliyle dökülüyor. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

"Allah bir şey indirmedi." deyip durmanın üç sebebi vardır. Birincisi, kulaktan istifade etmemek, ikincisi akıldan faydalanmamak, üçüncüsü de kötü bir çevrede bulunmaktır. Üçüncüsü bir taraftan başlangıç bir taraftan da netice demektir. Kulak ve akıl insana dünya ve ahireti, geçmiş ve gelecek zamanı tanıttıracak en faydalı iki rehberdir. Diğer duyular da yalnız şimdiki zamanı tanıtırlar. Lisan ve akıl ise her ilme bakmaktadır. Bu yüzden kulak akıldan önce gerektir. Kulağı ve aklı olanlar anlayıp dinleyerek kötü bir çevreden çıkar gider, iyilere katılabilirler. İman ve hidayet için bunların birisi bile duruma göre yeterli olabilir. Şu halde küfür ve nankörlüğün sebebi, kulak ve akla gerektiği şekilde önem vermemekte toplanır. (Elmalılı, Âşûr)