Mülk Sûresi 13. Ayet

وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  ...

Sözünüzü gizleyin, yahut onu açığa vurun; (fark etmez). Şüphesiz Allah, sinelerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَسِرُّوا gizleyin س ر ر
2 قَوْلَكُمْ sözünüzü ق و ل
3 أَوِ yahut
4 اجْهَرُوا açığa vurun ج ه ر
5 بِهِ onu
6 إِنَّهُ çünkü O
7 عَلِيمٌ bilir ع ل م
8 بِذَاتِ özünü
9 الصُّدُورِ göğüslerin ص د ر
 

Bu dünyada günah işleyenler, ya kendilerini görüp gözeten Allah’ın varlığına inanmıyor veya inanmakla birlikte dünyevî hırs ve menfaatleri, nefsânî arzuları yüzünden gaflete dalıp sorumluluklarını unutuyorlar. İşte bu âyetlerde inkârcılara ve gafillere Allah’ın gizlisiyle açığıyla her şeyi kuşatan ilmi hatırlatılmakta, kendilerinden hayatlarını buna göre düzenlemeleri istenmektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 419-420
 

وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ 


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اَسِرُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  قَوْلَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوِ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اجْهَرُوا  atıf harfi  اَوِ  ile  اَسِرُّوا ‘ya matuftur.  اجْهَرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اجْهَرُوا  fiiline mütealliktir. 

اَسِرُّوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سرر ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  بِذَاتِ  car mecruru  عَل۪يمٌ ‘a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الصُّدُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَل۪يمٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ 


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetteki emir, bir yükümlülük yüklemek için değil, tehdit içindir. (Rûhu-l Beyân) 

قَوْلَكُمْ , mef’ûldur. Aynı üslupta gelen  اجْهَرُوا بِه۪  cümlesi atıf harfi  اَوِ  ile  اَسِرُّوا ‘ya atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi tezattır.

اَسِرُّوا  ve  اجْهَرُوا  şeklindeki emir sıygaları  اصْبِرُوا أوْ لا تَصْبِرُوا  şeklindeki Tur/16  ayetindeki gibi tesviye manasında kullanılmıştır. (Âşûr) 

اجْهَرُوا - اَسِرُّوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 


 اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Müsned olan  عَل۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. بِذَاتِ الصُّدُورِ  car mecruru  عَل۪يمٌ ‘a mütealliktir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِذَاتِ الصُّدُورِ , kalplerin sahibi ifadesinde istiare vardır. Kalp yerine  صُّدُورِ  kelimesinin gelmesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah sînelerin özünü bilir. Melzûm; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker demektir.  

Ayrıca bu cümlede tağlîb sanatı vardır. Allah Teâlâ yalnız sînedekileri değil, her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.

Bu ayetteki tekid, hem binasında hem de manasındadır. Binasındaki tekidler açıkça görülür. Bu konunun asıl unsuru olan  اِنَّ  harfiyle tekid edilmiştir,  عَل۪يمٌ  kelimesi mübalağa sıygasındadır ve  بِذَاتِ الصُّدُورِ  tabiri geçmiştir. Burada  فِي الصُّدُورِ  buyurulmamıştır, çünkü  عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  sözü, onun zatını, hakikatini ve onun etinin, kanının içinden akıp geçenleri vs. bilmeyi ifade eder. Bunları bildiği konusunda en ufak bir şüphe yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Şura/28, c. 3, 173)

Ayette kalpler olarak tercüme edilen صدور  kelimesinin müfredi olan  صدر  (sadr) kelimesi, sözlükte “göğüs, sine, vücudun boyunla karın arasında bulunan ve kalp, akciğer vb. organları içine alan bölüm” demektir. Burada mahalliyet alakasıyla  صدر (sadr) kelimesiyle kalp veya akıl kastedilmiş olabilir. Mahal zikredilmiş, fakat o mahallin içindeki kalp kastedilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.

Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.  Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)