اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟
Bu dünyada günah işleyenler, ya kendilerini görüp gözeten Allah’ın varlığına inanmıyor veya inanmakla birlikte dünyevî hırs ve menfaatleri, nefsânî arzuları yüzünden gaflete dalıp sorumluluklarını unutuyorlar. İşte bu âyetlerde inkârcılara ve gafillere Allah’ın gizlisiyle açığıyla her şeyi kuşatan ilmi hatırlatılmakta, kendilerinden hayatlarını buna göre düzenlemeleri istenmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 419-420اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ
Hemze istifham harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللَّط۪يفُ haber olup lafzen merfûdur. الْخَب۪يرُ۟ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
اللَّط۪يفُ - الْخَب۪يرُ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hemze istifham harfi, لَا olumsuzluk harfidir.
Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, takrir amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Takrîr, mütekellimin, karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.
Takrîr; (itirafa zorlama) muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan خَلَقَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Kesin aklî delil ifade eden cümlede, mezheb-i kelâmî sanatı vardır.
Ayet-i kerîme, bir önceki ayetteki اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ cümlesini beyan eden isti’nâf cümlesidir. Allâh Teâlâ, inkârcı muhatabın aklına gelen “Allah, sînelerin içindekini nasıl bilecekmiş?” sorusunu, mantıkî boyutu bulunan ve cevap istemek kastıyla sorulmamış bir soruyla cevaplamaktadır. Ayetin başında yer alan hemze, istifham-ı takrîri için gelmiştir. İstifham üslubuyla, Allah’ın bilgisinin her şeyi kuşatmasının, inkâr edilmesi mümkün olmayacak kadar apaçık bir biçimde ortada olduğu kastedilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)
وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟
Hal وَ ’ıyla gelen وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sahib-i hal, Allah Teâlâ’dır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟ isimleri marife gelmiştir. Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu iki vasfın Allah Teâlâ’daki mevcudiyetinin kemâline işaret eder.
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir. اللَّط۪يفُ - الْخَب۪يرُ۟ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اللَّط۪يفُ ismi , لُطوف ‘tan mübalağalı ism-i fail, yahut لطافت ‘ten sıfat-ı müşebbehe olabilir. Birincisine göre kelimenin anlamı, ‘son derece lütufkâr’ demektir. Lütuf, gayet incelik, hoşluk ve uygunlukla gayeye ulaştırmak ve muradını vermek manasınadır. Diğeri de nasıl yapıldığı gizli olan, en güzel şeyleri yapan ve yaratıkların muhtaç oldukları faydalı şeyleri lütuf ve yardımıyla ihsan eden ve ulaştıran lütufkâr demektir. Bu mana da tekvîn sıfatına aittir. Râzî'nin de dediği gibi burada خَب۪يرُ۟ sıfatı ayrıca zikredildiğinden dolayı bu mana daha uygundur. (Elmalılı)
يَعْلَمُ - الْخَب۪يرُ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah en gizli şeyleri hakkıyla bilir. Melzûm; Allah, bildikleriyle sizi hesaba çeker demektir.
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)