هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ۜ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | جَعَلَ | yapandır |
|
4 | لَكُمُ | size |
|
5 | الْأَرْضَ | yeri |
|
6 | ذَلُولًا | boynu eğik |
|
7 | فَامْشُوا | haydi yürüyün |
|
8 | فِي |
|
|
9 | مَنَاكِبِهَا | onun omuzlarında (yeryüzünde) |
|
10 | وَكُلُوا | ve yeyin |
|
11 | مِنْ | -ndan |
|
12 | رِزْقِهِ | O’nun rızkı- |
|
13 | وَإِلَيْهِ | ve O’nadır |
|
14 | النُّشُورُ | dönüş |
|
Cenâb-ı Allah, kendisinin güç ve kudretini gösteren delilleri bir defa daha gözler önüne sermekte; yerkürenin yaratılması, her türlü nimet ve imkânlarla donatılarak üzerinde yaşanılır hale getirilmesinin, sonsuz bir gücün varlığını ve birliğini gösterdiğine dikkat çekmektedir. “Üzeri” diye çevirdiğimiz menâkibihâ tamlamasındakimenâkib kelimesi, “omuz” anlamına gelen menkibin çoğulu olup mecaz olarak yeryüzündeki yolları, köşe bucak ve dağları ifade eder (Şevkânî, V, 301-302). Yüce Allah, bu nimetleri kulları için yarattığını bildirerek onlara yeryüzünde dolaşmalarını, yarattığı rızıklardan yiyip içmelerini istemiş; arkasından “Dönüş yalnız Allah’adır”buyurmak suretiyle insanların dünya nimetleri ve zevklerine dalarak kendi varlığını, sonsuz kudretini ve âhiret hayatını unutmamaları gerektiği, zira her nimetin bir sorumluluğu olduğu mesajını vermiştir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 421-422هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمُ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ذَلُولاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. Mukadder istînafa matuftur. Takdiri, انتبهوا لهذا فامشوا. (Buna dikkat edin, ve yürüyün )şeklindedir.
Fiil cümlesidir. امْشُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي مَنَاكِبِهَا car mecruru امْشُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كُلُوا atıf harfi وَ ‘la امْشُوا ‘ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ رِزْقِه۪ car mecruru كُلُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِلَيْهِ النُّشُورُ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur. İsim cümlesidir. اِلَيْهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النُّشُورُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ cümlesi mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin her iki rüknünün de marife olması kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ mevsûf/maksûr, الَّذ۪ي sıfat/maksûrun aleyh yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Cümlede takdim tehir sanatı vardır. لَكُمُ car mecruru, ihtimam için amili olan ikinci mef’ûl ذَلُولاً ‘e takdim edilmiştir.
ذَلُولاً kelimesi, sana "boyun eğen, itaat eden" her şey için kullanılan bir ifade olup, bunun masdarı, الذل 'dür. Bu kelime de, ‘inkiyad etmek, boyun eğmek, uysal olmak’ anlamlarına gelir. (Fahreddin er-Râzî)
لَكُمُ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. ذَلُولاً kelimesi ikinci mef’ûldur.
Munfasıl zamir olan هُوَ ref mahallinde fetha üzerine mebnî mübtedâdır. İsm-i mevsûl الَّذ۪ي ise ref mahallinde sükûn üzerine mebni haberdir. İsim cümlenin temel iki ögesi olan mübteda ve haberi; her ikisi de marife (belirli) isim gelerek kasr üslûbu oluşmuştur. Böylece muhataplar, yeryüzünü putların yarattığına inanan kimseler konumuna indirilmiştir. Çünkü müşrikler her ne kadar bunu dile getirmeseler bile putlara ilahlık vasfını yüklemeleri, onların bilinçaltlarında böyle bozuk bir inanca sahip olduklarını göstermektedir. Dolayısıyla kasr üslûbuyla, müşriklerin bu inançları yalanlandığı ve onlara doğru olan hatırlatıldığı için tür bakımından kasr-ı kalbdir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)
فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ۜ
فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا cümlesi, takdiri انتبهوا لهذا (Buna dikkat edin) olan mukadder istînâfa atfedilmiştir.
ف۪ي مَنَاكِبِهَا car mecruru امْشُوا fiiline mütealliktir.
Aynı üslupta gelen وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Ayetteki her iki cümle de emir üslubunda geldiği halde ibaha manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
مِنْ رِزْقِ car mecrur كُلُوا fiiline mütealliktir.
رِزْقِه۪ۜ ve كُلُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنْ رِزْقِه۪ ifadesindeki مِنْ harfi bir kısmı manasına gelen teb’îd ifade eder. (Âşûr)
Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.
Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu, idmâc sanatıdır.
Ayetteki جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً ifadesinde yeryüzü, itaatkâr ve uysal bir hayvana benzetilmiştir. Buradaki söz sanatının teşbîh-i belîğ mi, yoksa istiare-i mekniyye mi olduğu hususunda ihtilaf söz konusudur. Teşbîhin her iki tarafı zikredildiği için, yani ذَلُولاً kelimesini müşebbehün bih olarak düşünenler, teşbih-i belîğ olduğunu söylerken, el-Hafâcî gibi takdir olarak جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مركوباً ذَلُولاً ya da جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ أرضاً ذَلُولاً düşünen alimler istiare-i mekniyye olduğunu belirtmektedirler. Ayetin devamındaki فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا [onun (yeryüzünün) omuzlarında yürüyün] cümlesinde مَنَاكِبِ kelimesi yeryüzünün yüksek yerlerine, dağlarına ya da yollarına benzetilmiş ve müşebbeh hazf edildiği için istiare-i tasrîhiyye oluşmuştur. Burada ذَلُولاً ifadesiyle birlikte ألمشْيِ على ا لمناكباً (omuzlar üzerinde yürümek) ifadesi yeryüzünün insan için tam manasıyla bir yaşam alanına çevrildiğini ve insanın emrine amade kılındığını göstermektedir. Omuzlarda yürümek ifadesi yeryüzünün tümüyle insanın emrine sunulduğu ifadesini pekiştirir. Çünkü hayvanın omuzları, üzerinde yürümenin en tehlikeli ve en zor olduğu yerleridir. Bir hayvanın, omuzları üzerinde yürünmesine müsaade edecek duruma gelmesi, onun son derece itaatkâr ve uysal olduğunu gösterir.
Ayetteki bu edebî sanatlarla, Allah’ın sonsuz güç ve kudretinin delili olarak, yeryüzünün her türlü nimet ve imkanlarla donatılıp insanın üzerinde yaşayabileceği bir yer haline getirilmesi ve onun emrine amade kılınması, muhatabın zihninde hayatın içinden objelerle canlandırılmak suretiyle anlatılmıştır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması - Fahreddin er-Râzî - Âşûr)
Ayetteki فامشوا ve كلوا emir fiilleri ibaha manasındadır. İbn Âşûr buradaki emir fiillerinin, Allah’ın insanlara yeryüzünü ve içindeki rızıkları onların hizmetine âmâde kıldığını hatırlatarak bundan dolayı kendisine minnettar olmalarını istediğini ve bu nedenle de idame manasında kullanıldığını belirtmektedir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması - Fahreddin er-Râzî)
وَاِلَيْهِ النُّشُورُ
Ayetin son cümlesi sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اِلَيْهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النُّشُورُ , muahhar mübtedadır.
النُّشُورُ ‘deki marifelik, cins içindir. Cümledeki car mecrurun takdimi ihtimam içindir. (Âşûr)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)