اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً وَهِيَ تَفُورُۙ
Bazı âhiret sahnelerini tasvir eden bu âyetler, kimlerin daha güzel davranacağını sınamak için ölümün ve hayatın yaratıldığını ifade eden 2. âyetle irtibatı olup, bu dünyada Allah’a isyan edenlerin öte dünyada çekecekleri cezayı, O’na karşı saygılı olup günah işlemekten korunanların elde edecekleri ödülleri açıklamaktadır. 6-8. âyetlerdeki tasvirler cezanın ne derece şiddetli olduğunu daha iyi hissettirme amacına yöneliktir. 8. âyette “uyarıcı” diye çevirdiğimiz nezîrden maksat peygamberdir (İbn Âşûr, XXIX, 25). Âyette dünyada peygamberin çağrısına ve uyarılarına kulak tıkayıp inkâr ve isyanlarını sürdürmekte direnenlere, yarın kıyamet gününde, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorulacağını bildiren ifade aslında yaşayanlar için bir uyarıdır. 9-11. âyetler o gün iş işten geçtikten sonra değil, fakat bugün fırsat eldeyken o uyarıya kulak vermek, yani peygamberi tanımak, ayrıca Allah’ın insanlığa büyük lutfu olan aklı ve diğer bilgi imkânlarını da kullanarak hak ve hidayet yolunu bulmak gerektiğine, ebedî kurtuluşun ancak bu sayede kazanılabileceğine işaret etmektedir. 12. âyet ise müminlerin nâil olacağı uhrevî mutluluğun veciz bir özetidir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 419اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً وَهِيَ تَفُورُۙ
اِذَٓا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُلْقُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اُلْقُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru اُلْقُوا fiiline mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً cümlesi şartın cevabıdır. سَمِعُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. لَهَا car mecruru شَه۪يقاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. شَه۪يقاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هِيَ تَفُورُ cümlesi لَهَا ‘daki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَفُورُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَفُورُ damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
اُلْقُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
إِفْعَال babındadır. Sülâsîsi لقى ’dir.
إِفْعَال babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً وَهِيَ تَفُورُۙ
Ayet, şart üslubunda gelmiştir. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan اُلْقُوا ف۪يهَا şart cümles olup mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اُلْقُوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَهَ car mecruru شَه۪يقاً ‘ın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
سَمِعُوا fiilinin mef’ûlü olan شَه۪يقاً ‘daki nekrelik tahkir nev ve kesret ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Ayet-i kerîmedeki اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا (Oraya atıldıklarında) ifadesinde اُلْقُوا fiili yapı bakımından meçhul/edilgen bir fiildir. İbarede اِذَٓا اَلْقَى اَلْكَافِرُونَ ف۪يهَا (Kâfirler oraya atıldıklarında) ifadesi yerine اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا [Oraya atıldıklarında] ifadesi tercih edilerek, müsnedün ileyh ögesinin, yani اَلْكاَفِرُونَ kelimesinin hazf edilmesi; bir taraftan kâfirlerin tahkir edildiğini, - manayı ihlal derecesinde olmadığı sürece - zikredilmeye değer bulunmadıklarını gösterirken, diğer taraftan fiile vurgu yapılarak inkârları sebebiyle hesap gününde karşılaşacakları sahnenin zihinde daha etkin bir şekilde canlanması sağlanmıştır. Fiilin إدخال sokmak, girdirmek değil de إلقاء atmak, fırlatmak olarak tercih edilmesi, bu durumu desteklemektedir. Çünkü onlar odunun ateşe atıldığı gibi cehenneme atılacaklardır.
(Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)
Ayette geçen شهيقا kelimesi sözlüklerde ‘nefesi şiddetle içeri çekerken çıkan ses, hırıltı, homurtu, uğultu, rahatsızlık verici ses, en çirkin ses, anırma’ gibi anlamlara gelir. Ateşin/cehennemin alevlerinden çıkan korkutucu ses, bağlamdan anlaşılacağı üzere canlılara ait olan sese, yani شهيقا sesine benzetilmiştir. Böylece müşebbeh hazf edilip, müşebbehün bih açıkça ibarede zikredildiği için istiare-i tasrîhiyye meydana gelmiştir. Bu kelime Hûd Suresinde ise doğrudan cehennemliklere nispet edilmektedir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması, Âşûr)
شَه۪يقاً , cehennemin korkunç ve sevimsiz hırıltısıdır. Derler ki; شَه۪يقاً , göğüsten çıkan sestir. الزفير ise, boğazdan çıkan sestir. (Ebüssuûd, Âşûr)
وَ ’la gelen وَهِيَ تَفُورُ cümlesi, لَهَا ‘daki zamirin halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هِيَ mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَفُورُ cümlesi, haberdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هِيَ تَفُورُۙ ifadesi için Leys şöyle der: "Coşan herşey, kabarır kaynar. Dolayısıyla bu, mesela tencerenin, dumanın, öfkenin ve kaynaktaki suyun kaynaması gibi kaynamadır." İbn Abbas (ra) da bu ifadeye, "Cehennem, cehennemliklerden ötürü, tıpkı bir tencerenin, bir kazanın kaynaması gibi, kaynar, fokurdar. Mücahid, "Cehennem, cehennemlikleri, tıpkı çok suyun, az taneleri kaynatması, hoplatması gibi hoplatır" manasını vermiştir. Bu ifadenin, "öfkenin kabarması" manasından alınmış olması da mümkündür. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)