لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ
“Rabbinin hükmü”nden maksat Hz. Muhammed’e (s.a.v.) verilen peygamberlik ve dini tebliğ görevidir (krş. Müddessir 74/1-7; ayrıca bk. İbn Âşûr, XXIX, 104) veya Allah’ın inkârcılara mühlet vererek onlara karşı Hz. Peygamber’e yardımını ertelemesidir (Râzî, XXX, 98). “Balığın arkadaşı” ise Yûnus peygamberdir. Hz. Peygamber’e, Allah’ın verdiği görevi sabırla yerine getirmesi emredildikten sonra Yûnus’a atıf yapılmakta ve Resûlullah’a onun hatalı davranışını tekrar etmemesi telkin edilmektedir. Çünkü Yûnus, tebliğ ettiği dini halkın kabul etmediğini görünce sabır ve azimle görevine devam edeceği yerde, halkına kızarak ülkeyi (Ninova) terketmiş, bir gemiye binip denize açılmış, yolda fırtına çıkmış, yolcuların bir kısmının denize atılmasına karar verilince çekilen kurada Yûnus’un şansına denize atılmak düşmüştü; fakat denizde bir balık (balina) tarafından yutularak boğulmaktan kurtulmuş, sahile bırakılmıştı. Böylece kendisine burada da Allah’ın rahmeti yetişti. Yûnus Allah’ın emriyle ülkesine dönüp peygamberlik görevini sürdürmeye, tevhid inancını yaymaya devam etti. Bir rivayete göre Hz. Yûnus kavmine, inanmadıkları takdirde bir azaba uğrayacaklarını bildirmiş, ancak onlar tövbe edip imana geldikleri için bu azap tahakkuk etmemiştir. Fakat onların imana geldiklerinden habersiz olan Yûnus, belirttiği azabın vaktinde gerçekleşmediğini görünce kendisinin alay konusu olacağını düşünerek kızgın bir halde kavminden ayrılıp gitmiştir (bilgi için ayrıca bk. Sâffât 37/139-148). Burada Yûnus peygamberin kıssasına değinilerek Hz. Muhammed uyarılmakta, Mekke müşriklerinin kendisine gösterdiği muhalefete kızıp da ümitsizliğe kapılmaması ve peygamberlik görevini sürdürmesi telkin edilmektedir.
لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَدَارَكَهُ fetha ile mansub muzari fiildir. تَ ‘lerden biri hazf edilmiştir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نِعْمَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّه۪ car mecruru نِعْمَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi لَوْلَٓا ’nın cevabının başına gelen rabıtadır. نُبِذَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِالْعَرَٓاءِ car mecruru نُبِذَ fiiline mütealliktir.
وَ haliyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَذْمُومٌ haber olup lafzen merfûdur.
تَدَارَكَهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi درك ‘dir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefâ’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَذْمُومٌ kelimesi, sülâsi mücerredi ذمم olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Şart üslubundaki ayette şart cümlesi isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ cümlesi, masdar teviliyle, takdiri موجود olan mahzuf haber için mübteda konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبِّه۪ izafetinde صَاحِبِ الْحُوتِۢ ‘ya ait zamir, Rabb ismine muzâfun ileyh olmakla şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تَدَارَكَ fiili araya fasıla olarak هُ zamiri girdiği için, müzekker getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
تَدَارَكَهُ mazi ve müzekker bir fiil olup, (müennes olan) nimet onun failidir. (Müennes gelmesi gerektiği halde fiilin müzekker geliş sebebi) "nimet" lafzının müennesliğinin hakiki olmayışından ötürüdür. (Kurtubî)
نِعْمَةٌ ‘deki tenkir tazim içindir. Çünkü nimet tekrarlanarak kat kat verilir. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ ifadesinde istiare vardır. نِعْمَةٌ (nimet), تَدَارَكَهُ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Nimetin, idrak etmek-yetişmek fiiline isnad edilmesi, lütfun azametini artırmaktadır. Nimet, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. İstiare sanatı yoluyla, nimetin büyüklüğü, muhayyileyi harekete geçirerek mükemmel bir şekilde ifade etmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ cümlesi, şartın cevabıdır. لَ , şartın cevabının başına gelen rabıta harftir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
نُبِذَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَهُوَ مَذْمُومٌ cümlesi, نُبِذَ fiilinin zamirinden haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i mef’ûl vezninde gelen مَذْمُومٌ kelimesinde, sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Çünkü aslında zemmedilmenin sebebi kınamaktır. (Mahmut Sâfî)
[Eğer ona Rabbinden bir nimet, rahmet yetişmemiş, ulaşmamış olsaydı,] -o, tövbeye muvaffak etmesi ve tövbesini kabul etmesidir balığın karnından o yasaklanmış, rahmetten ve ikramdan kovulmuş bir vaziyette ıssız ve ağaçsız boşluğa ağaçlar olmayan kumsal bir yere -Râğıb: عَرَٓاءِ kelimesinin, örtüsü olmayan yer olduğunu söyler- atılacaktı. Ama Allah ona merhamet etti. Kınanmamış bir vaziyette fakat bünye açısından hasta olarak attı. (Rûhu’l Beyân)