وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
Hz. Peygamber’den Kur’an’ı dinleyen müşriklerin gözleri (bakışları) etkili oklara benzetilerek ona karşı duydukları kin, nefret ve kıskançlık gibi menfi duyguları tasvir edilmektedir. Kur’an’ın edebî üstünlüğü karşısında hayranlık duygularını bastıramayan müşrikler, gerek dil gerekse içerik bakımından onda tenkit edebilecekleri herhangi bir kusur bulamayınca insanların Hz. Peygamber’e karşı gösterdikleri ilgi ve dikkati önlemek için onun sözüne güvenilmez bir mecnun olduğunu propaganda etmeye başlamışlardır. Ancak yüce Allah Kur’an’ın üstün niteliklerini açıklayarak onların menfi propagandalarını etkisiz hale getirmiştir.
Müşrikler Hz. Peygamber’i gördüklerinde, ona karşı duydukları kıskançlık ve düşmanlık sebebiyle gözleriyle onu oklayıp öldüreceklermiş gibi bakarlardı. 51. âyet onların bu psikolojik durumunu tasvir etmektedir. Bu âyetin nazarla (göz değmesi) ilgili olduğu yolunda yaygın bir kanaat bulunmakla birlikte bu kanaat kesin bir bilgiye dayanmamaktadır. Nitekim Şevkânî’nin aktardığına göre (V, 319) çok yönlü bir âlim olan İbn Kuteybe de âyette müşriklerin Resûlullah’a nazar değdirmelerinden söz edilmediğini, Resûlullah Kur’an okuduğunda inkârcıların ona kin ve düşmanlık duygularıyla baktıklarının anlatıldığını ifade etmiştir. Buna göre nazar hakkında başka deliller varsa da bu âyetin onunla ilgisi yoktur.
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. ذِكْرٌ haber olup lafzen merfûdur. لِلْعَالَم۪ينَ car mecruru ذِكْرٌ ‘a mütealliktir. عَالَم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
وَ , haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. مَٓا nefy harfi ve اِلَّا istisna harfiyle oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ maksûr/mevsuf, ذِكْرٌ maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
لِلْعَالَم۪ينَ car mecruru, haber olan ذِكْرٌ ’a mütealliktir.
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ sözü, onların söylediği اِنَّهُ لَمَجْنُونٌ sözüne reddiyedir. Çünkü bunu, Kur'an'a olan inançsızlıkları (yalanlamaları) bağlamında söylemişlerdir. (Âşûr)
O kafirlerin batıl hükümlerinin konusu, Peygamberimizden dinledikleri Kur’an olunca, onların iddiaları, Kur’an'ın şanının pek yüce ve hüccetinin pek parlak olduğu beyan edilmek suretiyle reddedilmiştir.
Yani Kur’ân, onların muhtaç oldukları bütün dinî işler için beyan ve öğüttür. O halde kendisine Kur’an indirilmiş olan, Kur’an'ın bütün sırlarına muttali olan ve onun bütün hakikatlerini ihata etmiş bulunan zatın (Peygamberimiz), onların dediği ile alakası olur mu hiç?!
Diğer bir görüşe göre ise burada zikir, şeref ve fazilet anlamındadır. (Ebüssuûd)
Bu ayetteki هُوَ zamirinin, Hazret-i Peygambere ait olduğu da söylenmiştir. Onun âlemler için bir şeref ve zikir olduğunda şüphe yoktur. (Ruhu’l Beyan)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ayet sonlarındaki fasıla harfleri نَ - وَ ile نَ - ي ’la meydana gelen lafzî güzellik muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.