A'râf Sûresi 138. Ayet

وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَـنَٓا اِلٰهاً كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ  ...

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاوَزْنَا ve geçirdik ج و ز
2 بِبَنِي oğullarını ب ن ي
3 إِسْرَائِيلَ İsrail
4 الْبَحْرَ denizden ب ح ر
5 فَأَتَوْا rastladılar ا ت ي
6 عَلَىٰ üzerine
7 قَوْمٍ bir kavim ق و م
8 يَعْكُفُونَ tapan ع ك ف
9 عَلَىٰ
10 أَصْنَامٍ putlara ص ن م
11 لَهُمْ kendilerine
12 قَالُوا dediler ق و ل
13 يَا مُوسَى Musa
14 اجْعَلْ yap ج ع ل
15 لَنَا bize de
16 إِلَٰهًا bir tanrı ا ل ه
17 كَمَا gibi
18 لَهُمْ bunların
19 الِهَةٌ tanrıları ا ل ه
20 قَالَ dedi ق و ل
21 إِنَّكُمْ siz gerçekten
22 قَوْمٌ bir toplumsunuz ق و م
23 تَجْهَلُونَ cahil ج ه ل
 

Müfessirler, 138. âyette sözü edilen putperest toplumun kimliği konusunda farklı bilgiler vermişlerdir. Bir görüşe göre bu toplum, Lahm kabilesinin bir boyu olup sığır heykellerine taparlardı. Diğer bir görüşe göre bunlar, Araplar’ın Amâlika dedikleri ve Baal (sahip, efendi) adlı boğa heykeline tapan Ken‘ânîler’dir. İsrâiloğulları da zaman zaman Baal’e tapmışlardır (meselâ bk. Hâkimler, 2/11-13; I. Krallar, 16/30-33). Mevdûdî ise söz konusu putperest toplumun, Sînâ yarımadasında, Mafka denilen askerî bir garnizonda yaşayan Mısırlılar olması ihtimali üzerinde durmuştur. Mafka’ya yakın başka bir yerde Sâmî kavimlerinin inancındaki ay tanrısına tahsis edilmiş başka bir tapınak bulunuyordu. Belki de İsrâiloğulları’nın ilgisini çeken topluluk bu tapınaktaki putlara tapıyordu (II, 85).

 Hz. Mûsâ kavmini Kızıldeniz’den sağ salim geçirince karşılaştıkları bu toplumun putperestlik uygulamaları İsrâiloğulları’nın hoşlarına gitti ve Mûsâ’dan, kendi dinlerinde de böyle bir gelenek başlatmasını istediler. İbn Atıyye onların bu isteklerinin, Allah’ı inkâr ederek O’nun yerine bu putları tanrı tanımaları anlamına gelmediğini, sadece Allah’a yakınlaşmak için putları aracı olarak kullanma maksadı taşıdığını belirtir (VII, 149). Fahreddin er-Râzî de, onların bu tutumlarını “cehalet” ve “irtidad” olarak değerlendirdikten sonra, İbn Atıyye’nin görüşünü tekrar eder. Râzî ayrıca, Allah’tan başka bir varlığa tapmanın, –ister o varlığı evrenin yaratıcısı kabul ederek olsun, isterse ona ibadet etmenin Allah’a yaklaştıracağı düşüncesiyle olsun– Allah’tan başka mâbudlar ve putlar ihdas etmenin küfür olduğunu ifade eder. Çünkü ibadet en büyük saygıdır ve böyle bir saygı ancak, en büyük nimet ve lutufların sahibi Allah’a yapılır (XIV, 222-223). Bu sebeple Hz. Mûsâ, böyle bir teklifte bulunanları “Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz!” diyerek suçlamış; ayrıca özendikleri kavmin bu temelsiz din ve inançlarının, bütün benzerleri gibi yıkılmaya mahkûm olduğunu, kezâ dinî ibadet ve uygulamalarının da asılsız ve geçersiz olduğunu ifade ederek böyle bir kavme özenmenin cahillikten başka bir şey olmadığını bildirmiştir. 

 

 Şu halde takarrub (Allah’a yakınlaşma) maksadıyla da olsa, putlar türetip onlara tapanlar, zamanla bu önemsiz varlıkları gerçek tanrı yerine koyup Allah’ı unutacak ve inkâr edeceklerdir. Nitekim tarihteki birçok benzerleri gibi Câhiliye Arapları da “Biz putlara, sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” (Zümer 39/3) demelerine rağmen gerçekte Allah’ı unutmuşlar, O’nun yerine putları koymuşlardı. Bazı gelişmemiş toplumlarda görülen ve cismanî olmayan varlığı somutlaştırarak algılama eğiliminin bir neticesi olan inkârcılık ve müşriklik şeklindeki bu tür sapmalara, farklı biçimlerde de olsa, günümüzün gelişmiş toplumlarında bile rastlanabilmektedir. 

 İsrâiloğulları’nın, tevhid inancının hâkim olduğu İbrâhim milletine mensup olmalarına rağmen, böyle bir teklifte bulunmalarının, yüzyıllar boyunca putperest bir dinî geleneğin hüküm sürdüğü Mısır kültürüyle dejenere olmalarından kaynaklandığı düşünülebilir. Nitekim Kitâb-ı Mukaddes’te de bu duruma işaret edilmektedir (Yeşû, 24/14-15). Burada Hz. Mûsâ’nın ilk halefi olan Yeşû (Yûşa‘), İsrâiloğulları’na Allah’tan korkmalarını ve yalnız O’na kulluk etmelerini, “ırmağın öte tarafında ve Mısır’da” atalarının taptığı ilâhları bırakmalarını emretmekte; “… Kime kulluk edeceğinizi bugün seçin; fakat ben ve evim halkı, biz rabbe kulluk edeceğiz” demektedir. İlginçtir ki, Yûşa‘ peygamber bu konuşmayı Mısır’dan çıkıştan yetmiş yıl sonra yapmıştır ve bu konuşma, İsrâiloğulları’nın “ırmağın ötesindeki” putperest tesirlerden, yetmiş yıl sonra bile hâlâ kurtulamadıklarını göstermektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 581-582

 

جوز Ceveze : جاوَزَ fiili yolun ortasını geçmek demektir. جَوْزُ الطَّرِيقِ yolun ortası, جَوْزُ السَّماءِ. semanın ortasıdır. مَجازٌ Mecaz sözcüğü ise temelde kendisi için va’z edilmiş olan manayı aşıp ötesine geçen tecavüz anlamına gelir. Zıddı olan حَقِيقَةٌ hakikat ise kendisi için konulmuş manayı asmamış olan demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki mezid fiil kalıbında toplam 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cevâz, câiz, mecaz, mütecâviz, icaz, icâzet ve tecavüzdür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

عكف Akefe : عُكُوفٌ Bir şeye yönelmek, sıkıca yapışmak ve tazim yollu ona kendini hasretmektir. İtikaf إعْتِكافٌ sözcüğü şer’i literatürde Allah’a yaklaşma maksadıyla kendini mescide kapatmak anlamına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Âkif vr i’tikâftır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  جَاوَزْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِبَن۪ٓي  car mecruru  جَاوَزْنَا  fiiline müteallıktır.  بَن۪ٓي  kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ى dir.  اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrİ munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْبَحْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

فَ  atıf harfidir.  اَتَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلٰى قَوْمٍ  car mecruru  اَتَوْا  fiiline müteallıktır.

يَعْكُفُونَ  fiili  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يَعْكُفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلٰٓى اَصْنَامٍ  car mecruru  يَعْكُفُونَ  fiiline müteallıktır.  لَهُمْ  car mecruru  اَصْنَامٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.

جَاوَزْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جوز ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَـنَٓا اِلٰهاً كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  يَا مُوسٰٓى ’dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَا  nida harfi,  مُوسٰٓى  münadadır. Müfred alem olup damme üzere gelmiş mahallen mansubtur.

Nidanın cevabı  اجْعَلْ لَـنَٓا اِلٰهاً  ‘dir.  اجْعَلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

لَـنَٓا  car mecruru  اجْعَلْ  fiiline müteallıktır.  اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

كَ  harf-i cerdir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  كَ  harf-i ceriyle birlikte  اِلٰهاً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.

لَهُمْ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. İbn-i Hişam‘a göre bu car mecrur mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır. Takdiri;  الأصنام  kelimesine ait olan  هي  zamiridir.  (Mahmud Safi)

اٰلِهَةٌ  kelimesi mahzuf sılanın bedelidir.


قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ  ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

قَوْمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  تَجْهَلُونَ  fiili  قَوْمٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

تَجْهَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Burada deniz için  اليم  değil  الْبَحْرَ  kelimesi kullanılmıştır. Bu; başka bir deniz ve kavim de denize  الْبَحْرَ  diyen bir kavimdir. 

الْبَحْرَ  lafzındaki marife ahd-i hudûrî içindir. (Âşûr)

Yine mazi fiil sıygasında faide-i ibtidaî kelam olan cümlesi makabline  فَ  ile atfedilmiştir.

قَوْمٍ  için sıfat olan  يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ  cümlesi, muzari fiil sıgasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَوْمٍ ’deki tenvin ‘herhangi bir’ anlamındadır.

اَتَى  fiili ‘gelmek’ manasındadır. Bu ayette olduğu gibi  عَلٰى  harfiyle kullanıldığında karşılaşmak anlamına gelir. Fiilin harf-i cerle yeni bir anlam kazanması, tazmin sanatıdır.

عكف ; kendini ibadete adamak demektir.  إعتكاف  sözü de bu kökten gelir.

اَصْنَامٍ ; putlar demektir, tekili  صنم  kelimesidir.

Burada İsrâiloğullarının Firavunun hakimiyetinden kurtulduktan sonra Allah'a karşı verdikleri sözü nasıl nakzettikleri, oysa onların şükrü gerektiren Allah'ın ne büyük nimetlerine mazhar oldukları anlatılıyor ve aynı zamanda bir yandan Resulullah (sav) teselli edilirken diğer yandan da müminler nefis muhasebesinden ve davranış murakabesinden gafil olmamaları için ikaz ediliyor.

جَاوَزَ  kelimesi lügatte ‘mesafe katetmek, geçmek’ anlamına gelir.  جَاوَزْنَا  fiili, "onlar için denizi kat ettik" manasına teşdîd ile  جَوَّزْنَا  şeklinde de okunmuştur.

Rivâyete göre Allah Teâlâ aşûra günü Musa (as) ile kavmini denizden geçirdi; Firavun ile maiyetini de helak etti. (Ebüssuûd)

يَعْكُفُونَ  kelimesine Zeccâc, "Putlara tapmaya devam ediyorlar ve bunu hiç bırakmıyorlar" manasını vermiştir. Mescidden ayrılmayan kimseye de "mu'tekif" adının verilmesi bundandır. Katâde ise şöyle demektedir: "Bu topluluk, Lahm kabilesinden idi ve köyde oturuyorlardı." İbn Cüreyc de, o putların sığır şeklinde olduklarını söylemiştir. Bu, buzağı kıssasının ilk defa beyan edildiği yerdir. (Fahreddin er Râzî)


قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَـنَٓا اِلٰهاً كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ

 

Fasılla gelen cümle beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا۟  fiilinin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Nidanın cevabı olan …اجْعَلْ لَـنَٓا , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Teşbih harfi  كَ  nedeniyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  اِلٰهاً , مَا ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. Sılası mahzuftur.  لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Bu hazifler, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Ayette teşbih sanatı vardır. Teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmel teşbihdir.

اِلٰهاً - اٰلِهَةٌۜ  arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır. 

[Nasıl bunların birtakım tanrıları varsa] tapındıkları putları varsa, [bize de bir tanrı] yani put [yap] da ona tapalım. Buradaki  مَا  ismi  كَ  harfinin amelini engelleyen mâ-i kâffe’dir, bu yüzden cümle onun devamında gelmiştir. (Keşşâf) 

اَصْنَامٍ - يَعْكُفُونَ - اِلٰهاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Cenab-ı Hak, o İsrailoğullarının, "Ey Musa, onların nasıl putları varsa, sen de bize öyle bir tanrı yap" dediklerini nakletmiştir. Bil ki bir kimsenin, Hz. Musa'ya "Onların nasıl putları varsa, sen de bize öyle bir tanrı, yaratıcı ve bir müdebbir yap!" demesi imkânsızdır. Bunun böyle olduğu hususunda şüphe eden kimsenin aklı tam olamaz. Halbuki bu hususta doğruya en yakın olan şudur: Onlar Hz. Musa'dan, dua ve ibadetlerinde karşılarına alacakları, birtakım putlar ve heykeller belirlemesini, tespit etmesini istemişlerdir. İşte bu söz, Allah Teâlâ'nın, putperestlerden nakletmiş olduğu sözün aynısıdır. Çünkü onlar: "Biz, bunlara sırf bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz." (Zumer. 3) demişlerdi. (Fahreddin er Râzî)


 قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ

 

Fasılla gelen cümle beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

تَجْهَلُونَ  cümlesi  قَوْمٌ  için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

تَجْهَلُونَ ; muzari fiil olarak gelmiş, ‘’hep yapıyordunuz, hala da yapıyorsunuz’’ manasını ifade etmiştir. (Bahrul Muhit-Sabuni)

Musa’nın kavmine olan bu sözü bizzat yaşadıkları mucizelerden sonraki bu taleplerine hayret ve şaşma ifade eder.

اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ  [Siz gerçekten cahil bir topluluksunuz!] Bu, onların, içlerinde en büyük mucize de olmak üzere o kadar büyük mucizeler gördükten sonra söyledikleri bu söz karşısında duyulan hayretin ifadesidir. Musa Aleyhisselâm onları mutlak manada cahillikle nitelemiş ve bunu tekitli, vurgulu bir şekilde söylemiştir. Çünkü onun onlardan gördüğü bu davranıştan daha büyük ve çirkin bir cehalet yoktur. (Keşşâf) 

Bu ifadede bahsedilen "cehalet"in izahı şu husustur: İbadet, tazimin en son noktasıdır. Dolayısıyla ibadet, ancak kendisinden en büyük in'am ve nimetlerin sadır olduğu kimseye uygun düşer. Bu en büyük in'am da maddenin, hayatın, şehvetin, kudretin, aklın ve istifade edilen her türlü nimetin yaratılmasıyla olur. Halbuki bu tür şeylere kādir olan, ancak Allah Teâlâ'dır. Öyleyse ibadetin de ancak O'na yapılması yakışır. (Fahreddin er Râzî)

قَالَ - قَالُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَوْمٌ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.