A'râf Sûresi 139. Ayet

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...

Şüphesiz bunların (din diye) içinde bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta olduklarının hepsi batıldır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 هَٰؤُلَاءِ şunların
3 مُتَبَّرٌ yıkılmıştır ت ب ر
4 مَا bulundukları (din)
5 هُمْ onların
6 فِيهِ içinde
7 وَبَاطِلٌ ve boşa çıkmıştır ب ط ل
8 مَا şeyler
9 كَانُوا oldukları ك و ن
10 يَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل
 

Müfessirler, 138. âyette sözü edilen putperest toplumun kimliği konusunda farklı bilgiler vermişlerdir. Bir görüşe göre bu toplum, Lahm kabilesinin bir boyu olup sığır heykellerine taparlardı. Diğer bir görüşe göre bunlar, Araplar’ın Amâlika dedikleri ve Baal (sahip, efendi) adlı boğa heykeline tapan Ken‘ânîler’dir. İsrâiloğulları da zaman zaman Baal’e tapmışlardır (meselâ bk. Hâkimler, 2/11-13; I. Krallar, 16/30-33). Mevdûdî ise söz konusu putperest toplumun, Sînâ yarımadasında, Mafka denilen askerî bir garnizonda yaşayan Mısırlılar olması ihtimali üzerinde durmuştur. Mafka’ya yakın başka bir yerde Sâmî kavimlerinin inancındaki ay tanrısına tahsis edilmiş başka bir tapınak bulunuyordu. Belki de İsrâiloğulları’nın ilgisini çeken topluluk bu tapınaktaki putlara tapıyordu (II, 85).

 Hz. Mûsâ kavmini Kızıldeniz’den sağ salim geçirince karşılaştıkları bu toplumun putperestlik uygulamaları İsrâiloğulları’nın hoşlarına gitti ve Mûsâ’dan, kendi dinlerinde de böyle bir gelenek başlatmasını istediler. İbn Atıyye onların bu isteklerinin, Allah’ı inkâr ederek O’nun yerine bu putları tanrı tanımaları anlamına gelmediğini, sadece Allah’a yakınlaşmak için putları aracı olarak kullanma maksadı taşıdığını belirtir (VII, 149). Fahreddin er-Râzî de, onların bu tutumlarını “cehalet” ve “irtidad” olarak değerlendirdikten sonra, İbn Atıyye’nin görüşünü tekrar eder. Râzî ayrıca, Allah’tan başka bir varlığa tapmanın, –ister o varlığı evrenin yaratıcısı kabul ederek olsun, isterse ona ibadet etmenin Allah’a yaklaştıracağı düşüncesiyle olsun– Allah’tan başka mâbudlar ve putlar ihdas etmenin küfür olduğunu ifade eder. Çünkü ibadet en büyük saygıdır ve böyle bir saygı ancak, en büyük nimet ve lutufların sahibi Allah’a yapılır (XIV, 222-223). Bu sebeple Hz. Mûsâ, böyle bir teklifte bulunanları “Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz!” diyerek suçlamış; ayrıca özendikleri kavmin bu temelsiz din ve inançlarının, bütün benzerleri gibi yıkılmaya mahkûm olduğunu, kezâ dinî ibadet ve uygulamalarının da asılsız ve geçersiz olduğunu ifade ederek böyle bir kavme özenmenin cahillikten başka bir şey olmadığını bildirmiştir. 

 

 Şu halde takarrub (Allah’a yakınlaşma) maksadıyla da olsa, putlar türetip onlara tapanlar, zamanla bu önemsiz varlıkları gerçek tanrı yerine koyup Allah’ı unutacak ve inkâr edeceklerdir. Nitekim tarihteki birçok benzerleri gibi Câhiliye Arapları da “Biz putlara, sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” (Zümer 39/3) demelerine rağmen gerçekte Allah’ı unutmuşlar, O’nun yerine putları koymuşlardı. Bazı gelişmemiş toplumlarda görülen ve cismanî olmayan varlığı somutlaştırarak algılama eğiliminin bir neticesi olan inkârcılık ve müşriklik şeklindeki bu tür sapmalara, farklı biçimlerde de olsa, günümüzün gelişmiş toplumlarında bile rastlanabilmektedir. 

 İsrâiloğulları’nın, tevhid inancının hâkim olduğu İbrâhim milletine mensup olmalarına rağmen, böyle bir teklifte bulunmalarının, yüzyıllar boyunca putperest bir dinî geleneğin hüküm sürdüğü Mısır kültürüyle dejenere olmalarından kaynaklandığı düşünülebilir. Nitekim Kitâb-ı Mukaddes’te de bu duruma işaret edilmektedir (Yeşû, 24/14-15). Burada Hz. Mûsâ’nın ilk halefi olan Yeşû (Yûşa‘), İsrâiloğulları’na Allah’tan korkmalarını ve yalnız O’na kulluk etmelerini, “ırmağın öte tarafında ve Mısır’da” atalarının taptığı ilâhları bırakmalarını emretmekte; “… Kime kulluk edeceğinizi bugün seçin; fakat ben ve evim halkı, biz rabbe kulluk edeceğiz” demektedir. İlginçtir ki, Yûşa‘ peygamber bu konuşmayı Mısır’dan çıkıştan yetmiş yıl sonra yapmıştır ve bu konuşma, İsrâiloğulları’nın “ırmağın ötesindeki” putperest tesirlerden, yetmiş yıl sonra bile hâlâ kurtulamadıklarını göstermektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 581-582

 

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  işaret ismi,  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur.  مُتَبَّرٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  , ism-i mef’ûl olan  مُتَبَّرٌ ‘un naib-i faili olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ ف۪يهِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

İsm-i mef’ûlün fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.

İsm-i mef’ûl, türediği fiilin meçhulü gibi amel eder. Yani kendisinden sonra naib-i fail alır. Ondan sonra gelenler de mef’ûl olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

بَاطِلٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مُتَبَّرٌ ‘e matuftur.

مَا  ve masdar-ı müevvel, ism-i fail olan  بَاطِلٌ ‘un  faili olarak mahallen merfûdur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا ; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. Damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مُتَبَّرٌ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.

بَاطِلٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بطل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Ta’lil manasında istînâfiyye olan ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi habere dikkat çekmenin yanında işaret edilene tahkir anlamı taşır.

Müşterek ism-i mevsûl  مُتَبَّرٌ  , مَا ’un naib-i failidir. İsm-i mef’ûl kalıbındaki  مُتَبَّرٌ ’un haber konumunda olması, naib-i fail almasını mümkün kılmıştır.

Leys şöyle demiştir:  تبار  kelimesi, helak olmak demektir.  تتبير  kelimesi ise imha etmek, yok etmek anlamındadır. Yine, külçe altına da  تِبر  denilmektedir. (Fahreddin er Râzî)

مُتَبَّرٌ  halin fesat olması manasında müstear lafızdır. (Âşûr)

Mevsûlü her zaman takip eden sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Sübut ifade eden isim cümlesinde  ف۪يهِ  car mecruru  هُمْ ‘un mahzuf haberine müteallıktır.

اِنَّ , بَاطِلٌ ’nin haberine matuftur. 

"Butlan", "bir şeyin, ya zatının yok olması, yahut da fayda ve maksadının yok olması sebebiyle, yok olmasıdır" şeklinde tarif edilmiştir. Onların amellerinin batıl olmasından murad ise "Onlara bu amellerinden, ne bir faydanın, ne de bir zararı def etme imkânının hasıl olmamasıdır."  (Fahreddin er Râzî)

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki isim cümlesi  كَانُوا يَعْمَلُونَ , masdar teviliyle  بَاطِلٌ ’un failidir. İsm-i fail kalıbındaki  بَاطِلٌ ’un haber olması, fail almasına olanak sağlamıştır.

Haberin, muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  ifadesinin  اِنَّ ’nin ismi olarak gelmesi ve  اِنَّ ’nin haberi olan cümle içerisinde mübtedanın haberin önüne geçmiş olmasıyla, putlara kulluk edenler ‘yok edilmeye mahkum kimseler’ olarak damgalanmakta, bu durumun onlar için kaçınılmaz olduğu bildirilmektedir. Böylece İsrailoğulları, istedikleri şeyin sonu bildirilerek uyarılmış; sevdikleri şey kendilerine kötü gösterilmiştir. (Keşşâf)

Farklı görevdeki  مَا  kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.