وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
2 | كَذَّبُوا | yalanlayanların |
|
3 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
4 | وَلِقَاءِ | ve kavuşmayı |
|
5 | الْاخِرَةِ | ahirete |
|
6 | حَبِطَتْ | boşa çıkmıştır |
|
7 | أَعْمَالُهُمْ | eylemleri |
|
8 | هَلْ |
|
|
9 | يُجْزَوْنَ | onlar ceza mı görüyorlar? |
|
10 | إِلَّا | dışında |
|
11 | مَا | şeyler ile |
|
12 | كَانُوا | oldukları |
|
13 | يَعْمَلُونَ | yapıyor |
|
Bir görüşe göre bu iki âyet (son cümle hariç), yüce Allah’ın Hz. Mûsâ’ya yukarıdaki hitabının devamıdır. Buna göre ilkindeki “âyetler”den maksat Mûsâ şeriatı, “arz”dan maksat Diyârışam, “arzda haksız yere böbürlenenler” de bu ülkede yaşayan Amâlika ve diğer kavimlerdir.
Âyetteki bilgiye göre söz konusu topluluklar, gaflet ve dalâlete boğulmuş bir vaziyette Allah’ın âyetlerini yalanladıkları için hiçbir mûcizeye inanmaz, doğru yolu reddeder, fakat azgınlık yolunu kolaylıkla benimserlerdi; böylece onlar fıtrattan ve haktan sapmış bir topluluk idi. Bu toplumda böyle bir inkâr, fenalık, kibir ve gafletin hâkim olması sebebiyle yüce Allah, değişmez yasaları uyarınca, onları âyetlerinin doğruluğunu kavrayıp benimsemekten de mahrum bırakmıştır. İnsan, iyi niyetli olur, hayır ve hakikat sevgisi taşır, bu yolda çaba harcarsa Allah da ona hayır ve hakikatin yollarını açar (Ankebût 29/69); aksine, kötü niyetli olur, kibir ve gurura kapılarak yanlış inançlarını ve kötü gidişatını inatla sürdürme gafletini gösterirse Allah da onu “âyetler”inden uzaklaştırır, iman edip halini düzeltmekten mahrum bırakır. Kur’an’ın birçok yerinde olduğu gibi burada da kibir ve inadı yüzünden “doğru yol”u seçmekten imtina edip “azgınlık yolu”nda ısrar eden kişi ve toplumların hidayetten yoksun bırakılmalarının ilâhî bir kanun olduğu vurgulanmıştır.
Başka bir yoruma göre bu iki âyet, Mûsâ’nın faaliyetlerini anlatan bölüm içinde, Mekke toplumuyla ilgili bir “mu‘tarıza” yani ara açıklamadır. Buna göre, bir önceki âyette fâsıklardan söz edilmişken, bu arada, Arap müşriklerinin doğru yolu reddedip azgınlık yolunu tercih eden kibirli ve inatçı tutumları hatırlatılarak, onların da aynı fâsıklar zümresinin bir parçası oldukları anlatılmıştır (İbn Âşûr, XI, 103-104).
İlk âyetteki “doğruluk yolu” (sebîle’r-rüşd), Kur’an’da sık sık iman ve sâlih amel kavramlarıyla özetlenen bütün iyilik ve güzellikleri; “azgınlık yolu” (sebîle’l-gayy) ise, başta inkârcılık, putperestlik ve münafıklık olmak üzere, bütün dalâlet, fesad ve şer çeşitlerini kapsamaktadır. Buna göre fıtratları dejenere olmamış kişiler ve toplumlar, bazı yanılgılar içinde olsalar bile, inanç ve yaşayışta doğru yolun ne olduğu kendilerine anlatıldığında, kibre kapılıp inatlaşmadan, anlatılanlar üzerinde düşünür taşınır, gerçeği kabul ederler. Buna mukabil ilkel duyguları, tutkuları ve çıkarları basîretlerini, vicdanlarının sesini bastırmış olanlar ise kör bir inkâr ve red psikolojisiyle doğrulara ve iyilere karşı çıkar, bu gerçekleri kendilerine bildiren Allah’ın âyetlerini ve yaptıklarının karşılığını bulacakları âhiret hakkındaki haberleri yalanlayıp inkâr ederler.
Bu iki âyette, Kur’an’ın mahkûm ettiği bir toplumun temel özelliklerini görmek mümkündür. Bu özellikler, üzerinde düşünülmesi gereken tebliğler konusunda tekebbüre kapılmak, bunun sonucu olarak âyetlere yani ne kadar güçlü olursa olsun delillere inanmamak, doğru yolu reddetmek, azgınlık yoluna sımsıkı sarılmak, Allah’ın âyetlerini yalanlamak, sürekli gaflet halinde bulunmak yani aklı ve zihni kullanmaktan ısrarla kaçınmak, hesapların görüleceği “âhiret buluşması”nı inkâr etmek şeklinde özetlenebilir. İnkârcıların, bütün bu kötü hallerinin bir sonucu olarak, dıştan bakıldığında iyi ve yararlı görünenleri de dahil olmak üzere, bütün amelleri, faaliyetleri tamamen boşa gidecek, âkıbetleri dünyada da âhirette de hüsran olacaktır; bu, onlar için bir haksızlık değil, yalnızca yapıp ettiklerinin karşılığıdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 589-590
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِقَٓاءِ kelimesi atıf harfi وَ ’la بِاٰيَاتِنَا’ya matuftur. الْاٰخِرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
حَبِطَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَعْمَالُهُمْ faildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
هَلْ nefy manasında gelmiş istifham harfidir. يُجْزَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiri olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayet isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mevsûlün sılası olan كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِاٰيَاتِنَٓا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
لِقَٓاءِ’nın الْاٰخِرَةِ ‘e izafeti ف۪ٓي manasındadır. Çünkü mekân zarfına izafet edilmiştir. عُقْبى الدّارِ örneğinde olduğu gibi. Yani ahirette Allah Teâlâ ile buluşmak için demektir. (Âşûr)
O kimselerin yalanladıkları şeylerin Allah’ın ayetleri ve ahiretteki karşılaşma olarak sayılması taksim sanatıdır.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberi konumundadır. Müsnedin mazi fiille gelmesi sebata, temekkün ve istikrara işaret eder.
Ayetlerimiz ve ahiretteki karşılaşmayı inkâr edenlerin, her işin sonunda bir hesap ve ceza gününün geleceğini inkâr eyleyenlerin bütün amelleri boşa gider: Yani fakirlere iyilik ve zavallılara yardım gibi yaptıkları ne kadar iyi amelleri varsa hepsi boşa gider. Sonunda hiç birinin hayrını göremezler. Bütün emekleri heder, bütün akıbetleri zarar ve felaket olur. Sonuç olarak bütün bunların böyle olması, mutlak bir kaderciliğin (cebr) gereği değildir. Ancak öteden beri yapageldikleri amel ve işlerin, inkârın, küfrün, ve gafletin cezasını çekerler. (Elmalılı)
هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham ismi هَلْ, nefy manasındadır. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Yaptıklarından başka bir şeyle cezalandırılırlar mı? Sorusundaki هَلْ soru edatı, olumsuzluk edatı anlamındadır. Yaptıklarından dolayı cezalandırılırlar, başka bir şeyle cezalandırılmazlar anlamında mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
هَلْ يُجْزَوْنَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ۟, müspet isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Nefy harfi ve istisna edatıyla oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. يُجْزَوْنَ maksur/mevsûf, مَا maksurun aleyh/sıfattır.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.
Ayetleri ve Allah Teâlâ ile buluşmayı yalanlayanların amellerinin boşa gideceği açıkça ifade edilmiştir.