بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | يَا مُوسَىٰ | Musa |
|
3 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
4 | اصْطَفَيْتُكَ | seni seçtim |
|
5 | عَلَى | üzeine |
|
6 | النَّاسِ | insanlar |
|
7 | بِرِسَالَاتِي | mesajlarımla |
|
8 | وَبِكَلَامِي | ve konuşmamla |
|
9 | فَخُذْ | al |
|
10 | مَا | şeyi |
|
11 | اتَيْتُكَ | sana verdiğim |
|
12 | وَكُنْ | ve ol |
|
13 | مِنَ | -den |
|
14 | الشَّاكِرِينَ | şükredenler- |
|
Hz. Mûsâ’nın yüce Allah’ı görme dileğinin kabul edilmemesi karşısında, teselli mahiyetinde olmak üzere, Allah Teâlâ ona, iki büyük nimetini ikram etmek üzere onu seçtiğini, bu suretle kendisini diğer insanlardan üstün ve seçkin kıldığını hatırlatmış; bu nimetlerin kadrini bilip şükrünü eda etmesini istemiştir. Bu nimetlerden biri Mûsâ’ya tebliğler (risâlât) yani vahiyler gelmesi, diğeri de Allah’ın onunla vasıtasız olarak konuşmasıdır (kelâm).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 588
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Müslümanlardan biri ile Yahudilerden biri aralarında münakaşa edip küfürleştiler. Müslüman öbürüne:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı âlemler üzerine seçkin kılan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun!” diye yemin etti. Yahudi de: “Musa aleyhisselam’ı âlemler üzerine seçkin kılan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun!” diye yemin etti. Derken, o böyle der demez, Müslüman elini kaldırıp Yahudi’ye bir tokat vurdu. Yahudi de doğruca Aleyhisselâtu vesselâm’a gidip hadiseyi haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Beni Hz. Musa’ya üstün kılmayın! Çünkü insanlar hep bayılacaklar. İlk kalkan ben olacağım. Ben ayılınca Hz. Musa’yı Arş’ın bir ucundan tutmuş göreceğim. Bilemiyorum. O, bayılıp hemen ayılanlardan mıdır, yoksa Allah’ın istisna ettiklerinden midir?” buyurdu.”
[Buhârî, Husumât 1, Enbiya 34, 35, Rikâk 43, Tevhid 31; Müslim, Fezâil 160, (2373); Ebu Dâvud, Sünnet 14, (4671); Tirmizî, Tefsir, Zümer, (3240).]
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, يَا مُوسٰٓى ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida harfi, مُوسٰٓى münadadır. Müfred alem olup takdir edilen damme üzere mebni mahallen mansubtur. Nidanın cevabı اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ’dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اصْطَفَيْتُكَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اصْطَفَيْتُكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
عَلَى النَّاسِ car mecruru اصْطَفَيْتُكَ fiiline müteallıktır. بِرِسَالَات۪ي car mecruru اصْطَفَيْتُكَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِكَلَام۪يۘ kelimesi atıf harfi وَ ’la بِرِسَالَات۪ي’ye matuftur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أتتك آياتي فخذ (Eğer sana ayetlerim gelirse hemen al.) şeklindedir.
خُذْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْتُكَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتَيْتُكَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mensubtur.
وَ atıf harfidir. كُنْ nakıs emir fiildir. كُنْ’un ismi müstetir zamir أنت ’dir.
مِنَ الشَّاكِر۪ينَ car mecruru كُنْ fiilinin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الشَّاكِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan شكر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اصْطَفَيْتُكَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi صفو ’dır.
اصْطَفَيْتُكَ şeklinde gelen fiilin aslı ت ile اصتفي şeklindeyken ص harfinden dolayı ت harfi طَ harfine dönüşmüştür.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Bu ayet, Allah Teâlâ tarafından görme isteği kabul edilmeyen Musa'yı (a.s.) teselli eder. Sanki “Ey Musa! Ben, sana Beni görme imkanı tanımamakla beraber âlemlerde hiç kimseye vermediğim nimetleri lütfettim. Sen de o nimetleri ganimet olarak bil ve onların şükrünü edaya devam et.” demektedir.
Buradaki insanlardan murad, Musa’nın çağdaşı insanlardır. Harun, peygamber olmakla beraber Musa’ya uymakla memur idi. (Ebüssuûd)
Nidanın cevabı olan اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي cümlesi, اِنِّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade eden اصْطَفَيْتُكَ cümlesi, اِنِّ ’nin haberidir.
Ayette "üstün kılmak" anlamına gelen اصْطَفَي , seçmek anlamında olup burada “Seni daha faziletli kıldım.” demektir. (Kurtubî)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Önceki ayette جَعَلَهُ ’daki gaib zamirden bu ayetteki اِنِّي’de, müfred mütekellim zamire iltifat vardır.
بِرِسَالَات۪ي ve بِكَلَام۪يۘ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
بِرِسَالَات۪ي ve بِكَلَام۪يۘ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait mütekellim zamirine muzâf olan رِسَالَات۪ ve كَلَام۪ şan ve şeref kazanmıştır.
فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Rabıta harfiyle gelen cümle, takdiri إن اٰتَيْتُكَ آياتي (Eğer sana ayetlerimi verdiysem) olan, mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خُذْ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası اٰتَيْتُكَ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Ayetin fasılası كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, makabline وَ ’la atfedilmiştir. İki cümle inşâî olmak bakımından mutabıktır ve hükümde ortaktır.
Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الشَّاكِر۪ينَ car mecruru كان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Musa’yı (a.s.) “Kelîmullah” olarak isimlendirilmesi Allah’ın onunla konuştuğunun ismen Kur’an’da zikredilmesi dolayısıyladır. Yoksa Allah Teâlâ başka bazı peygamberleriyle de konuşmuştur. Kur’an’da Allah Teâlâ’nın bir insanla yalnız üç şekilde konuştuğu bildirilmiştir. Şûra Suresi 51. ayette bu konuda bilgi vardır.
Herkese verilen nimet onun için hayırlı olandır. Herkes kendine düşen nimete şükürle karşılık vermeli, başkasınınkine göz dikmemelidir.
AllahTeâlâ, Musa’ya (a.s.) kendisine verilen nimete razı olmaya ve şükrünü eda etmeye çağırmaktadır. Allah herkese kaldırabileceği bir nimet verir.
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَتَبْنَا | ve yazdık |
|
2 | لَهُ | O’nun (Musa) için |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْأَلْوَاحِ | levhalara |
|
5 | مِنْ | ne varsa |
|
6 | كُلِّ | her |
|
7 | شَيْءٍ | şeyi |
|
8 | مَوْعِظَةً | öğüte dair |
|
9 | وَتَفْصِيلًا | ve açıklamasına dair |
|
10 | لِكُلِّ | her |
|
11 | شَيْءٍ | şeyin |
|
12 | فَخُذْهَا | bunları tut |
|
13 | بِقُوَّةٍ | kuvvetle |
|
14 | وَأْمُرْ | ve emret |
|
15 | قَوْمَكَ | kavmine |
|
16 | يَأْخُذُوا | tutsunlar |
|
17 | بِأَحْسَنِهَا | bunların en güzelini |
|
18 | سَأُرِيكُمْ | size göstereceğim |
|
19 | دَارَ | yurdunu |
|
20 | الْفَاسِقِينَ | yoldan çıkmışların |
|
Yukarıda geçen “risâletler”in açıklaması mahiyetindeki bu âyette Tevrat’ın, “levhalar”da yazılı metinler halinde gönderildiğine ve onun içeriğine yani Mûsâ şeriatına işaret edilmektedir.
Elvâh “dörtgen biçimindeki tahta” anlamına gelen levha kelimesinin çoğulu olup burada, Mûsâ’ya bildirilen vahiylerin yazılı olduğu taş levhalar (tabletler) kastedilmiştir.
“Bunları (levhalarda yazılı buyrukları) kuvvetle tut” emriyle Hz. Mûsâ’dan, o levhaları kararlılıkla, sabır ve metanetle koruyup kollaması, uygulaması istenmiştir. “Kavmine de onların en güzelini almalarını emret” buyruğu ise Hz. Mûsâ’nın, –ikisi de meşrû olan– iki şeyden daha güzel ve faziletli olanını (meselâ kısas yerine affetmeyi) tercih etmesi veya kavminden, –biri yasaklanmış, diğeri emredilmiş olan– iki işten emredilmiş olanını yapmalarını ya da Tevrat sayfalarındaki –hepsi de güzel olan– ahkâmı almalarını istemesi gibi değişik şekillerde yorumlanmıştır (İbn Atıyye, VII, 160-161).
“Yoldan çıkmışların yurdu” ifadesinde kimlerin veya hangi ülkenin kastedildiği hususunda şu görüşler ileri sürülmüştür: a) Firavun yönetiminin hüküm sürdüğü Mısır; b) Âd, Semûd vb. toplulukların yaşadığı beldeler (Arap yarımadası); c) Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini reddedenlere yurt olacak cehennem; d) Mûsâ’nın kendileriyle savaşmak görevini üstlendiği Amâlika ve diğer kavimlerce yurt edinilmiş olan ve bugünkü Suriye ile Filistin’i içine alan Diyârışam (İbn Atıyye, VII, 161); e) “Yurt” diye çevirdiğimiz dâr kelimesi helâk kelimesiyle karşılanarak ilgili cümle, “Size yoldan çıkmışların helâk oluşunu göstereceğim” şeklinde de açıklanmıştır (Şevkânî, II, 279).
Âyetlerin siyak ve sibakı (bağlamı) dikkate alındığında bunlar içinde tercihe şayan olanın son görüş olduğu söylenebilir. İbn Âşûr’a göre bu âyette Hz. Mûsâ ve kavmine, Allah’ın kendilerine vaad ettiği mukaddes toprakları fethedeceklerinin müjdelendiği bildirilmektedir.
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَتَبْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru كَتَبْنَا fiiline müteallıktır. فِي الْاَلْوَاحِ car mecruru كَتَبْنَا fiiline müteallıktır. مِنْ كُلِّ car mecruru مَوْعِظَةً ‘in mahzuf haline müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَوْعِظَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. تَفْص۪يلاً kelimesi atıf harfi وَ ’la مَوْعِظَةً’e matuftur.
لِكُلِّ car mecruru تَفْص۪يلاً’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ
فَ atıf harfidir. خُذْهَا sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِقُوَّةٍ car mecruru خُذْهَا’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, متلبّسا (birlikte, sarınarak) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. أْمُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir.
قَوْمَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَأْخُذُوا talebin cevabı olduğu için ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاَحْسَنِهَا car mecruru يَأْخُذُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ
سَاُر۪يكُمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. اُر۪يكُمْ fiili, ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. دَارَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الْفَاسِق۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْفَاسِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاُر۪يكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi رأي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ
وَ, istinafiyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayette فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ ifadesindeki, müfred mütekellim zamirinden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.
شَيْءٍ ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder..
كُلِّ شَيْءٍۚ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk’ın, “her bir şeyi” ifadesi, umum ifade etmemiştir. Aksine bundan murad, Hz. Musa ve kavminin, dinleri hususunda muhtaç oldukları helaller, haramlar, güzel şeyler ve çirkin olar şeyler (iyilikler ve kötülükler)dir. (Fahreddin er-Râzî)
تَفْص۪يلاً kelimesi مَوْعِظَةً’e matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
مِنْ كُلِّ شَيْءٍ ifadesi كَتَبْنَا ‘nın mef‘ûlü olup nasb mahallindedir. مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلاً ifadesi ise, onun bedelidir. Yani ona İsrailoğullarının din konusunda ihtiyaç duydukları bütün öğütleri ve hükümlere dair açıklamaları yazdık demektir.
فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ
فَ atıf harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan خُذْهَا بِقُوَّةٍ cümlesi, takdiri قلنا [dedik] olan fiilin mekulü’l-kavlidir.
Aynı üslupta gelen وَأْمُرْ قَوْمَكَ cümlesi, mekulü’l-kavle وَ ’la atfedilmiştir.
Meczum muzari fiil sıygasında gelen يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَا cümlesi, talebin cevabıdır.
بِقُوَّةٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
فَخُذْهَا - يَأْخُذُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ
Ayetin son cümlesi ta’lil manasında istînâfiyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümleye dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder.
Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
دَارَ الْفَاسِق۪ينَ izafeti, veciz ifade kastının yanında muzâfa tahkir ifade eder.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Bu ayet-i kerimede iyi kulların yoluna teşvik konusunda mübalağalı bir ifade için iltifat yapılarak üçüncü şahıstan سَاُر۪يكُمْ’da muhataba dönülmüştür.
Bu cümlede hitap, kendilerine verilen emirleri ciddiyetle yerine getirmeleri için Musa’nın kavmine tevcih edilmiştir. Ceza vaidi ve korkutma anlamında olabilir: Bu takdirde fasıkların yurdundan maksat, Mısır toprağı ile Ad ve Semûd gibi kavimlerin topraklarıdır. Çünkü o şehirlerin ahalisi boşalmış ve evlerin duvarları çatıları üzerine çökmüştür. İşte insanlar ayni felaketin kendi başlarına da gelmemesi için ibret alıp ve kötülüklerden sakınmalıdır. Ya da mükâfat vaadi ve teşvik anlamında olabilir: Bu takdirde, fasıkların yurdundan murad ya özellikle Mısır toprağıdır ya da onunla beraber Şam'daki Cebabire ve Amalîka kavimlerinin topraklarıdır. Zira o topraklar da o zamanın İsrailoğullarına takdir ve vadedilmiş topraklardı. (Ebüssuûd)
سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَأَصْرِفُ | uzaklaştıracağım |
|
2 | عَنْ | -den |
|
3 | ايَاتِيَ | ayetlerim- |
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | يَتَكَبَّرُونَ | büyüklenenleri |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
8 | بِغَيْرِ | olmaksızın |
|
9 | الْحَقِّ | hak |
|
10 | وَإِنْ | ve eğer |
|
11 | يَرَوْا | onlar görseler |
|
12 | كُلَّ | her |
|
13 | ايَةٍ | ayeti |
|
14 | لَا |
|
|
15 | يُؤْمِنُوا | yine inanmazlar |
|
16 | بِهَا | ona |
|
17 | وَإِنْ | ve eğer |
|
18 | يَرَوْا | görseler |
|
19 | سَبِيلَ | yolu |
|
20 | الرُّشْدِ | doğru |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَتَّخِذُوهُ | onu edinmezler |
|
23 | سَبِيلًا | yol |
|
24 | وَإِنْ | ama eğer |
|
25 | يَرَوْا | görseler |
|
26 | سَبِيلَ | yolunu |
|
27 | الْغَيِّ | azgınlık |
|
28 | يَتَّخِذُوهُ | onu edinirler |
|
29 | سَبِيلًا | yol |
|
30 | ذَٰلِكَ | öyle |
|
31 | بِأَنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
32 | كَذَّبُوا | yalanladılar |
|
33 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
34 | وَكَانُوا | ve oldular |
|
35 | عَنْهَا | onları |
|
36 | غَافِلِينَ | umursamaz |
|
Bir görüşe göre bu iki âyet (son cümle hariç), yüce Allah’ın Hz. Mûsâ’ya yukarıdaki hitabının devamıdır. Buna göre ilkindeki “âyetler”den maksat Mûsâ şeriatı, “arz”dan maksat Diyârışam, “arzda haksız yere böbürlenenler” de bu ülkede yaşayan Amâlika ve diğer kavimlerdir.
Âyetteki bilgiye göre söz konusu topluluklar, gaflet ve dalâlete boğulmuş bir vaziyette Allah’ın âyetlerini yalanladıkları için hiçbir mûcizeye inanmaz, doğru yolu reddeder, fakat azgınlık yolunu kolaylıkla benimserlerdi; böylece onlar fıtrattan ve haktan sapmış bir topluluk idi. Bu toplumda böyle bir inkâr, fenalık, kibir ve gafletin hâkim olması sebebiyle yüce Allah, değişmez yasaları uyarınca, onları âyetlerinin doğruluğunu kavrayıp benimsemekten de mahrum bırakmıştır. İnsan, iyi niyetli olur, hayır ve hakikat sevgisi taşır, bu yolda çaba harcarsa Allah da ona hayır ve hakikatin yollarını açar (Ankebût 29/69); aksine, kötü niyetli olur, kibir ve gurura kapılarak yanlış inançlarını ve kötü gidişatını inatla sürdürme gafletini gösterirse Allah da onu “âyetler”inden uzaklaştırır, iman edip halini düzeltmekten mahrum bırakır. Kur’an’ın birçok yerinde olduğu gibi burada da kibir ve inadı yüzünden “doğru yol”u seçmekten imtina edip “azgınlık yolu”nda ısrar eden kişi ve toplumların hidayetten yoksun bırakılmalarının ilâhî bir kanun olduğu vurgulanmıştır.
Başka bir yoruma göre bu iki âyet, Mûsâ’nın faaliyetlerini anlatan bölüm içinde, Mekke toplumuyla ilgili bir “mu‘tarıza” yani ara açıklamadır. Buna göre, bir önceki âyette fâsıklardan söz edilmişken, bu arada, Arap müşriklerinin doğru yolu reddedip azgınlık yolunu tercih eden kibirli ve inatçı tutumları hatırlatılarak, onların da aynı fâsıklar zümresinin bir parçası oldukları anlatılmıştır (İbn Âşûr, XI, 103-104).
İlk âyetteki “doğruluk yolu” (sebîle’r-rüşd), Kur’an’da sık sık iman ve sâlih amel kavramlarıyla özetlenen bütün iyilik ve güzellikleri; “azgınlık yolu” (sebîle’l-gayy) ise, başta inkârcılık, putperestlik ve münafıklık olmak üzere, bütün dalâlet, fesad ve şer çeşitlerini kapsamaktadır. Buna göre fıtratları dejenere olmamış kişiler ve toplumlar, bazı yanılgılar içinde olsalar bile, inanç ve yaşayışta doğru yolun ne olduğu kendilerine anlatıldığında, kibre kapılıp inatlaşmadan, anlatılanlar üzerinde düşünür taşınır, gerçeği kabul ederler. Buna mukabil ilkel duyguları, tutkuları ve çıkarları basîretlerini, vicdanlarının sesini bastırmış olanlar ise kör bir inkâr ve red psikolojisiyle doğrulara ve iyilere karşı çıkar, bu gerçekleri kendilerine bildiren Allah’ın âyetlerini ve yaptıklarının karşılığını bulacakları âhiret hakkındaki haberleri yalanlayıp inkâr ederler.
Bu iki âyette, Kur’an’ın mahkûm ettiği bir toplumun temel özelliklerini görmek mümkündür. Bu özellikler, üzerinde düşünülmesi gereken tebliğler konusunda tekebbüre kapılmak, bunun sonucu olarak âyetlere yani ne kadar güçlü olursa olsun delillere inanmamak, doğru yolu reddetmek, azgınlık yoluna sımsıkı sarılmak, Allah’ın âyetlerini yalanlamak, sürekli gaflet halinde bulunmak yani aklı ve zihni kullanmaktan ısrarla kaçınmak, hesapların görüleceği “âhiret buluşması”nı inkâr etmek şeklinde özetlenebilir. İnkârcıların, bütün bu kötü hallerinin bir sonucu olarak, dıştan bakıldığında iyi ve yararlı görünenleri de dahil olmak üzere, bütün amelleri, faaliyetleri tamamen boşa gidecek, âkıbetleri dünyada da âhirette de hüsran olacaktır; bu, onlar için bir haksızlık değil, yalnızca yapıp ettiklerinin karşılığıdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 589-590
سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ
سَاَصْرِفُ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. اَصْرِفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
عَنْ اٰيَاتِيَ car mecruru سَاَصْرِفُ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَكَبَّرُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَكَبَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru يَتَكَبَّرُونَ fiiline müteallıktır. بِغَيْرِ car mecruru يَتَكَبَّرُونَ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَرَوْا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اٰيَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Şartın cevabı لَا يُؤْمِنُوا بِهَا’dır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُؤْمِنُوا şartın cevabı olduğu için ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِهَا car mecruru يُؤْمِنُوا fiiline müteallıktır.
يُؤْمِنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَرَوْا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سَب۪يلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الرُّشْدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاً’dir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَتَّخِذُوهُ şartın cevabı olduğu için ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. سَب۪يلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَتَّخِذُوهُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَرَوْا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سَب۪يلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْغَيِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاً’dir.
يَتَّخِذُوهُ şartın cevabı olduğu için ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. سَب۪يلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. كَذَّبُوا fiili أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur. عَنْهَا car mecruru غَافِل۪ينَ ’ye müteallıktır.
غَافِل۪ينَ kelimesi كَانُوا ‘nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي ile nasb olurlar.
غَافِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غفل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ
İstînafi beyaniyye olan ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümle, gizli bir sualin cevabı mahiyetindedir. Bu sual, onların Şam toprağına duhulü vadinden doğar. (Ebüssuûd)
Cümleye dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder. Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Car mecrurun mef’ûle takdim edilmesi ayetlerin önemi dolayısıyladır. Çünkü mef’ûlden sonra zikredilmesi asıldır. (Âşûr)
اٰيَاتِيَ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait mütekellim zamirine muzâf olan اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.
Ayetlerden maksat, Tevrat levhalarında yazılı öğütlerle hükümler ya da bunların yanında gösterilmesi vadedilen ayetlerle beraber bütün kâinat ayetleridir. (Ebüssuûd)
سَاَصْرِفُ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası يَتَكَبَّرُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mevsûl, sonraki habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir için gelmiştir.
Ayetlerden yüz çevirenler ism-i mevsûlle marife şeklinde gelmiştir. Böylece sılada yüz çevirmenin sebebine ima edilmiştir. (Âşûr)
Kibirlenenlerin bu ayetlerden uzak tutulması, kalplerinin mühürlenmesi anlamındadır. Öyle ki onlar, içinde bulundukları kibir ve zorbalıkta ısrar etmeleri sebebiyle artık bu ayetler üzerinde düşünerek onlardan ibret almaz olmuşlardır. (Ebüssuûd, Keşşâf)
بِغَيْرِ الْحَقّ [Haksız yere] ifadesinde iki ihtimal söz konusudur. İlkine göre “Hakları olmadığı halde kibirleniyorlar.” anlamında hal olabilir; zira haklı olarak kibirlenmek, kibir hakkına sahip olmak Allah’a mahsustur. Diğerine göre ise tekebbür fiilinin ilişiği olup “Hak olmayan bir şeyle, yani sahip oldukları dinleriyle kibirleniyorlar.” anlamındadır. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)
وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ
Şart üslubunda haberî isnad olan cümle, وَ ’la makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ şart cümlesidir. Cevap cümlesi olan لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰيَةٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Ayetten murad ya indirilen ayetlerdir; buna göre ayetleri görmekten maksat, dinlemek suretiyle müşahede etmektir ya da onları ve mucizeleri kapsayan genel bir manadır. (Ebüssuûd)
Aynı üslupla gelen وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır.
وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ
Müspet muzari fiil sıygasında gelen يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ , şart cümlesidir. Cevap cümlesi olan لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَب۪يلَ الرُّشْدِ, hidayet ve din-i hak yolu ve ilim ile amelde doğruluk demektir.
سَب۪يلَ الغي ise bunun zıddıdır. (Fahreddin er-Râzî)
سَب۪يلَ الرُّشْدِ ifadesinde istiare vardır. Doğru yol yani Allah’ın dini manasında kullanılmıştır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
Veciz ifade kastı bulunan سَب۪يلَ الرُّشْدِ izafetinde muzâf şeref kazanmıştır.
Aynı üslupla gelen bu cümle de وَ ’la makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ şart cümlesidir. Cevap cümlesi olan يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ cümlesi ile وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَتَّخِذُوهُ - لَا يَتَّخِذُوهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَب۪يلاً ’deki tenvin nev ve tahkir ifade eder.
Veciz ifade kastı taşıyan سَب۪يلَ الْغَيِّ izafeti, muzâfı tahkir içindir.
سَب۪يلَ الْغَيِّ ifadesinde istiare vardır. Günah ve sapıklık yolu, kâfirlerin dini manasında kullanılmıştır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
الْغَيِّ - الرُّشْدِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Cümle fasılla gelmiştir.
İstînafi beyaniyyedir. Çünkü onlar hakkında verilen bu bilgiler bir suali harekete geçirir. (Âşûr)
Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtida-i kelamdır.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, بِاَنَّهُمْ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِاَنَّهُمْ ‘deki بِ, sebebiyyedir. Yani kibirleri, iman etmemeleri, sapkınlık yoluna tabi olmaları ve doğru yoldan ayrılmalarının sebebi; ayetleri tekzib etmeleridir. Cümle, kibrin ve buna atfedilen ve ayetlerden yüz çevirmenin sebebi olan diğer vasıfların sebebini beyan etmiştir. (Âşûr)
Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede müsned olan كَذَّبُوا mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İçlerindeki eski, köklü olan tekzip vasfını ifade etmek için müsned mazi fiil olarak gelmiştir. (Âşûr)
Bu ayetteki ذَ ٰلِكَ kelimesi ref mahallindedir ve duruma işaret etmektedir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder. ذَ ٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
بِاٰيَاتِنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan بِاٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.
بِاٰيَاتِنَا - اٰيَةٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِاٰيَاتِ - سَب۪يلَ - اِنْ - يَرَوْا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah’ın ayetlerinden yüz çevirmenin en büyük sebebi kibirdir.
سَب۪يلَ kelimesi 4 kere geçmiştir. Reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Nekre olarak gelişi tazim veya tahkir ifade eder.
Ayetten murad ya indirilen ayetler ya da şahit oldukları mucizelerdir. Umumi bir lafız olarak gelmiştir.
ذٰلِكَ ref ya da nasb mahallinde olup “Ayetlerimizden bu şekilde men edilmeleri, yalanlamaları sebebiyledir.” ya da “Allah onları işbu sebeple böyle men etmiştir.” [… ذٰلِكَ الْسصرِف …] anlamındadır. (Keşşâf)
وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ cümlesi, اَنَّ ’nin haberine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Gaflet, kasıtlı veya kasıtsız olarak akıl ve zihnin bir şeyi düşünmekten uzaklaşmasıdır. Kur’an’da çoğunlukla kasıtlı olarak yüz çevirme ve meşguliyet manasında kullanılır. Kasıtlı olduğu takdirde sorumluluk ve ceza gerektirdiği için mezmumdur. (Âşûr)
Car mecrurun, amili olan غَافِل۪ينَ’ye takdimi, konudaki önemine binaendir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayetlerden gaflette olmaktan maksat, onlar hakkında düşünmemektir. Bir şeyden yüz çevireni o şeyden gaflet edene benzetmek için ayetleri düşünmemek onlardan gaflet etmekle ifade edilmiştir. (Ruhu’l Beyan)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
2 | كَذَّبُوا | yalanlayanların |
|
3 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
4 | وَلِقَاءِ | ve kavuşmayı |
|
5 | الْاخِرَةِ | ahirete |
|
6 | حَبِطَتْ | boşa çıkmıştır |
|
7 | أَعْمَالُهُمْ | eylemleri |
|
8 | هَلْ |
|
|
9 | يُجْزَوْنَ | onlar ceza mı görüyorlar? |
|
10 | إِلَّا | dışında |
|
11 | مَا | şeyler ile |
|
12 | كَانُوا | oldukları |
|
13 | يَعْمَلُونَ | yapıyor |
|
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِقَٓاءِ kelimesi atıf harfi وَ ’la بِاٰيَاتِنَا’ya matuftur. الْاٰخِرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
حَبِطَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَعْمَالُهُمْ faildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
هَلْ nefy manasında gelmiş istifham harfidir. يُجْزَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiri olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayet isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mevsûlün sılası olan كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِاٰيَاتِنَٓا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
لِقَٓاءِ’nın الْاٰخِرَةِ ‘e izafeti ف۪ٓي manasındadır. Çünkü mekân zarfına izafet edilmiştir. عُقْبى الدّارِ örneğinde olduğu gibi. Yani ahirette Allah Teâlâ ile buluşmak için demektir. (Âşûr)
O kimselerin yalanladıkları şeylerin Allah’ın ayetleri ve ahiretteki karşılaşma olarak sayılması taksim sanatıdır.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberi konumundadır. Müsnedin mazi fiille gelmesi sebata, temekkün ve istikrara işaret eder.
Ayetlerimiz ve ahiretteki karşılaşmayı inkâr edenlerin, her işin sonunda bir hesap ve ceza gününün geleceğini inkâr eyleyenlerin bütün amelleri boşa gider: Yani fakirlere iyilik ve zavallılara yardım gibi yaptıkları ne kadar iyi amelleri varsa hepsi boşa gider. Sonunda hiç birinin hayrını göremezler. Bütün emekleri heder, bütün akıbetleri zarar ve felaket olur. Sonuç olarak bütün bunların böyle olması, mutlak bir kaderciliğin (cebr) gereği değildir. Ancak öteden beri yapageldikleri amel ve işlerin, inkârın, küfrün, ve gafletin cezasını çekerler. (Elmalılı)
هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham ismi هَلْ, nefy manasındadır. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Yaptıklarından başka bir şeyle cezalandırılırlar mı? Sorusundaki هَلْ soru edatı, olumsuzluk edatı anlamındadır. Yaptıklarından dolayı cezalandırılırlar, başka bir şeyle cezalandırılmazlar anlamında mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
هَلْ يُجْزَوْنَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ۟, müspet isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Nefy harfi ve istisna edatıyla oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. يُجْزَوْنَ maksur/mevsûf, مَا maksurun aleyh/sıfattır.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.
Ayetleri ve Allah Teâlâ ile buluşmayı yalanlayanların amellerinin boşa gideceği açıkça ifade edilmiştir.
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌۜ اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلاًۢ اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاتَّخَذَ | ve benimsediler |
|
2 | قَوْمُ | kavmi |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | بَعْدِهِ | kendisinden sonra |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | حُلِيِّهِمْ | zinetlerinden yapılmış |
|
8 | عِجْلًا | bir buzağı |
|
9 | جَسَدًا | heykelini |
|
10 | لَهُ | vardı onun |
|
11 | خُوَارٌ | böğürmesi |
|
12 | أَلَمْ |
|
|
13 | يَرَوْا | görmediler mi ki |
|
14 | أَنَّهُ | o |
|
15 | لَا |
|
|
16 | يُكَلِّمُهُمْ | ne kendilerine söz söylüyor |
|
17 | وَلَا |
|
|
18 | يَهْدِيهِمْ | ne de onlara gösteriyor |
|
19 | سَبِيلًا | bir yol |
|
20 | اتَّخَذُوهُ | onu benimsediler |
|
21 | وَكَانُوا | ve oldular |
|
22 | ظَالِمِينَ | zalimler(den) |
|
İsrâiloğulları daha önce Hz. Mûsâ’dan, kendilerine, tapmaları için bir put temin etmesini istemişler, bu yüzden Mûsâ onları şiddetle eleştirmiş ve uyarmıştı. Bu defa da, Mûsâ’nın kırk gün süren Tûr’da bulunuşu sırasında, Hz. Hârûn’un ısrarla karşı koymasına rağmen, böğürme şeklinde sesler de çıkarabilen bir buzağı heykelini tanrı edinerek ona tapmaya başladılar. Bugünkü Tevrat’ta bu buzağı heykelini yapanın Hârûn olduğu ileri sürülür. Tevrat’a göre, Mûsâ’nın gecikmesi üzerine kavmi Hârûn’un yanında toplanarak ondan kendileri için bir tanrı yapmasını istemişler; o da herkesin elindeki altın küpeleri getirterek bunlardan bir buzağı heykeli yapmıştır (Çıkış, 32/1-2). Bir peygamberin, put yaparak şirk inancına hizmet ettiğini ileri süren böyle bir iddia büyük bir iftira olup Tevrat’taki bu ifadelerin bir tahrif eseri olduğunda kuşku yoktur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, altın buzağıyı yapanın Sâmirî adında biri olduğunu açıkça bildirerek Hârûn aleyhisselâmı böyle bir bühtandan kurtarmıştır (Tâhâ 20/85-97).
Söz konusu altın buzağı heykelini Sâmirî denilen bir kuyumcu icat ettiği halde, İsrâiloğulları da bunu istedikleri, hatta belki de –Tevrat’taki bilgilere göre– onun malzemesini kendileri temin ettikleri için âyette bu suç hepsine nisbet edilmiştir. Bir rivayete göre Hz. Mûsâ Tûr’a giderken, kavmine otuz gün sonra döneceğini söylemiş; ancak on gün daha orada kalması gerekince, itibarlı bir kişi olan Sâmirî, yanında Mısırlılar’dan kalma bir buzağı heykeli bulunduğunu bildirerek halktan ona tapmalarını istemiş; onlar da bunu kabul etmişlerdir. Yüce Allah, “Görmediler mi ki o (buzağı heykeli), onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor!” buyurarak böyle bir nesneyi tanrı sayıp ona tapmalarının ahmakça bir tutum olduğuna işaret etmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 594-595
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. قَوْمُ fail olup lafzen merfûdur.
مُوسٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder fetha ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ بَعْدِه۪ car mecruru اتَّخَذَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ حُلِيِّهِمْ car mecruru عِجْلاً’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَسَداً kelimesi عِجْلاً’in sıfatıdır.
لَهُ خُوَارٌ cümlesi عِجْلاً’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.
لَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. خُوَارٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اتَّخَذَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftial babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلاًۢ
Hemze istifhamdır. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَرَوْا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlun bihi yerinde olarak mahallen mansubtur. هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَا يُكَلِّمُهُمْ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُكَلِّمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْد۪يهِمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. سَب۪يلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يُكَلِّمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كلم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. اِتَّخَذُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İkinci mef’ûl hazfedilmiştir. Takdiri, إلها şeklindedir.
وَ atıf harfidir. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. ظَالِم۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
ظَالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌۜ
و istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.
مِنْ حُلِيِّهِمْ ibaresi önemine binaen takdim edilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ, Musa (a.s.) ile konuşmuş ve kavme Mısır’dan çıkış yolunu göstermiştir.
Ayetteki مِنْ ibtida içindir. Zaten bu harfin asıl manası budur. مِنْ حُلِيِّهِمْ ‘deki مِنْ ise teb'iz içindir. (Âşûr)
حُلِيِّهِمْ [Ziynet eşyası], aslında Kıbt halkının malı iken, İsrailoğullarına izafe edilmesi, asgari bir münasebet içindir. Zira İsrailoğulları, onları denizde boğulmalarından önce onlardan iğreti olarak almışlar ya da boğulmadan sonra İsrailoğulları onların ziynet eşyasına malik olmuşlardı. Buna göre bu mülkiyet, İsrailoğullarının Kıbtîlerin ziynet eşyasını ganimet olarak almaları sebebiyle gerçekleşmiştir. (Ebüssuûd)
عِجْلاً’deki tenvin, nev ve tahkir ifade etmektedir. عِجْلاً ,جَسَداً için sıfattır. Mevsufunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları olan sıfatlar, ıtnâb sanatı babındandır.
جَسَداً ; eti ve kanı olan cisim demek olduğundan bazı tefsir alimleri bunun et ve kana dönüşmüş bulunduğunu söylemişlerdir. Lakin çoğunlukla müfessirler, ruhlu veya ruhsuz herhangi bir katı cisme ceset denildiğini, bunun altından yapılmış ruhsuz bir cisim, buzağı şeklinde bir heykel olduğunu söylemişlerdir. (Elmalılı)
عِجْلاً için ikinci sıfat olan لَهُ خُوَارٌ cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Mübtedanın nekre gelmesi nev ve tahkir ifade eder.
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلاًۢ
Cümle istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî istifham harfidir. Cümle soru anlamında olmayıp kınama azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)
اَلَمْ يَرَوْا, dikkat çekme ve azarlama ifadesidir. Burada يَرَوْا (görmek) kelimesi, “bilmek” anlamındadır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve müteakip menfi isim cümlesi اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Bu cümlede müsned menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Olumsuz bir cümlede ismin fiile takdim edilmesi, fiilin bu isimdeki olumsuzluğunu ama başka isimlerdeki varlığını ifade eder. (Sâmerrâî, Beyâni Tefsir Yolu, c. 2, s. 186)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr,1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اَنَّ ’nin haberine tezâyüf sebebiyle atfedilen وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلاًۢ cümlesi, aynı üslupta gelmiştir.
اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, önceki manayı tekid mahiyetindedir. Müspet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin fasılası وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ, makabline matuftur. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. İsim cümleleri sübut ifade eder.
Buzağıyı ilah edinmeleri iki kere zikredilmiştir. Bu da fiilin çirkinliğini tekid eder ve azarlama manası taşır. Ayrıca arkadan gelen cümlenin bu manaya terettübü içindir.
Burada uluhiyetin göstergesi olarak konuşmak ve hidayet etmek ifade edilmiştir.
Musa’nın (a.s.) kavmi kendi elleriyle yapmış oldukları buzağıyı tanrı edinmişlerdi. Allah bu ayette onlara kendileriyle konuşmayan varlığın ilah olmasının mümkün olmadığını ifade etmektedir. Bunun imkânsız olması, onların beklentide oldukları diğer şeylerin de imkânsızlığını ispatlamış demektir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi, Ebüssuûd)
اِتَّخَذُوهُ - اِتَّخَذُوهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | سُقِطَ | düşürüldü |
|
3 | فِي | arasına |
|
4 | أَيْدِيهِمْ | (başları) ellerinin |
|
5 | وَرَأَوْا | ve gör(üp anla)dılar |
|
6 | أَنَّهُمْ | kendilerinin |
|
7 | قَدْ | gerçekten |
|
8 | ضَلُّوا | sapmış olduklarını |
|
9 | قَالُوا | dediler ki |
|
10 | لَئِنْ | eğer |
|
11 | لَمْ |
|
|
12 | يَرْحَمْنَا | bize acımazsa |
|
13 | رَبُّنَا | Rabbimiz |
|
14 | وَيَغْفِرْ | ve bağışlamazsa |
|
15 | لَنَا | bizi |
|
16 | لَنَكُونَنَّ | elbette oluruz |
|
17 | مِنَ | -dan |
|
18 | الْخَاسِرِينَ | ziyana uğrayanlar- |
|
Hz. Mûsâ Tûr’dan dönüp de kavminin bu tutumlarıyla dinden saptıklarını kendilerine bildirdikten sonra, onları azarlayıp buzağı heykelini ateşe attığında, kavmi yaptıklarına pişman olarak, Allah’ın merhametinden başka kurtuluş imkânları olmadığını anladılar.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 595
وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ
وَ atıf harfidir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
سُقِطَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سُقِطَ fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir. ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. رَاَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, رَاَوْا fiilinin iki mef’ûlun bihi yerinde olarak mahallen mansubtur.
هُمْ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
قَدْ ضَلُّوا cümlesi إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَرْحَمْنَا şart fiili olup meczum muzari fiildir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رَبُّنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَغْفِرْ لَنَا cümlesi atıf harfi وَ ’la يَرْحَمْنَا ‘ya matuftur. يَغْفِرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. نَكُونَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. كان ’nin ismi müstetir olup takdiri نحن ’dur.
نَكُونَنَّ fetha üzere mebni nakıs muzari fiildir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنَ الْخَاسِر۪ينَ car mecruru تَكُونَنَّ fiilinin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
الْخَاسِر۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerred olan خسر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
وَ atıf harfidir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi ...سُقِطَ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَرَاَوْا cümlesi, سُقِطَ cümlesine matuftur.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Beyâni Tefsir Yolu, c. 2, s. 88)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve müteakip isim cümlesi اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, رَاَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ ’nin haberi قَدْ ’la tekid edilmiş mazi fiil cümlesi şeklinde gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr, 1)
Cevap cümlesi ...قَالُوا۟, faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir. قَالُوا۟ fiilinin mekulü’l-kavli ise kasem üslubunda gelmiştir.
لَ mahzuf kasem fiili için gelen lam-ı muvattıe, إنْ şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart cümlesi olan لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Rabb isminin müsnedün ileyh olması, mütekellimin Allah Teâlâ’nın rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret eder. رَبُّنَا izafeti, muzâfun ileyhi şereflendirmek içindir.
Aynı üsluptaki وَيَغْفِرْ لَنَا cümlesi لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا cümlesine matuftur.
Tekid nunu ve kasem lamı ile tekid edilmiş لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ cümlesi, kasemin cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَرْحَمْنَا - الْخَاسِر۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
يَرْحَمْنَا - يَغْفِرْ لَنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ [Elleri üzerine düşürüldükleri vakit] ifadesi, aşırı derecedeki pişmanlıktan kinayedir. (Sâbûnî)
Bu ibare hakikatı görmelerinden sonra olduğu halde takdim edilmiş, böylece pişmanlıklarının ne kadar süratle gerçekleştiği ifade edilmiştir.
Burada da buzağıya taptıkları için duydukları pişmanlık, ellerini ısırmak için başlarının öne düşmesiyle ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Allahım!
Sana, Meleklerine, Peygamberlerine, Kelamına, ayetlerine ve ahiret gününe iman ettik. Amelleri boşa çıkanlara benzeme ihtimalinden korkarız. Azabından ve gazabından, Sana sığınırız. Affını ve rahmetini, Senden isteriz.
Allahım!
Bizi;
Geçmiştekilerin hallerinden ve yanlışlarından ibret alanlardan,
Tövbesinde ve ibadetinde acele edenlerden,
Verdiklerinde ve vermediklerinde hayır olduğuna inananlardan,
Haline ve sahip olduklarına şükür edenlerden,
Elindekilerin ve yaşadığı anın kıymetini bilenlerden,
Emirlerine ve yasaklarına, hayatının her evresinde itaat edenlerden,
Yaşadığımız her zorlukta ve ferahlıkta ipine sıkıca tutunanlardan,
Yeryüzünde tevazuyla ve vakar ile dolaşanlardan,
İmtihan görünümündeki her iki yol ağzında, daima doğruluk yolunu seçenlerden,
Yarattığın her şeyde, Seni hatırlatacak alameti görenlerden ve her seferinde, Sana ve yoluna iman ile daha da derinden bağlananlardan eyle.
Amin.
***
Derler ki: ufacık meselelerde dahi başkalarını affetmesini bilmeyen, etrafındakiler tarafından anlaşılmak istediği anları hatırlasın ve Allah’ın örtmesini dilediği günahlarını düşünsün.
Merhametsiz kalbin sahibi ancak kendisini üzer ve zamanla yalnızlaşır. Dünyalık her meselede haklı olduğunu düşünenin etrafındaki sis yoğunlaşır ve doğruyla yanlışı ayırt edemeyecek hale gelir.
Merhametli kalbin sahibi, duygu ve düşüncelerinde dürüsttür. Yani olası zayıf hallerden haberdardır. Kınayıcı değil, hatırlatıcıdır. Bu sayede de etrafındakilerin ihtiyaçlarını sezen bir anlayış geliştirir.
Derler ki: affetmek erdemini geliştirmek yerine çürüten, kendisini yaratan Allah’tan af dileme fikrinden de uzaklaşır. Allah yolunda yürüyen her kul, hiçbir konuda aşırıya kaçmamaya özen göstermelidir.
Ey Allahım! Kalplerimizi merhametsizlikten ve hem kendimizi hem de etrafımızdakileri acımasızlıktan gelebilecek zararlardan muhafaza buyur.
Ey Allahım! Eğer Sen bize acımaz ve bizi bağışlamazsan mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz. Bizi bağışladığın ve rahmetinle kuşattığın kulların arasına kat.
Amin.