16 Ekim 2024
A'râf Sûresi 150-155 (168. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 150. Ayet

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  ...


Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndüğünde, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?” dedi. (Öfkesinden) levhaları attı ve kardeşinin saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi) “Ey anam oğlu” dedi, “Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o zalimler topluluğu ile bir tutma.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا zaman
2 رَجَعَ döndü(ğü) ر ج ع
3 مُوسَىٰ Musa
4 إِلَىٰ
5 قَوْمِهِ kavmine ق و م
6 غَضْبَانَ kızgın غ ض ب
7 أَسِفًا ve üzgün bir halde ا س ف
8 قَالَ dedi ق و ل
9 بِئْسَمَا ne kötü işler yaptınız? ب ا س
10 خَلَفْتُمُونِي arkamdan خ ل ف
11 مِنْ
12 بَعْدِي benden sonra ب ع د
13 أَعَجِلْتُمْ acele mi ettiniz? ع ج ل
14 أَمْرَ emrini (beklemeyip) ا م ر
15 رَبِّكُمْ Rabbinizin ر ب ب
16 وَأَلْقَى ve yere attı ل ق ي
17 الْأَلْوَاحَ levhaları ل و ح
18 وَأَخَذَ ve tuttu ا خ ذ
19 بِرَأْسِ başını ر ا س
20 أَخِيهِ kardeşinin ا خ و
21 يَجُرُّهُ çekmeye başladı ج ر ر
22 إِلَيْهِ kendine doğru
23 قَالَ (Kardeşi) dedi ق و ل
24 ابْنَ oğlu ب ن ي
25 أُمَّ anamın ا م م
26 إِنَّ gerçekten
27 الْقَوْمَ bu insanlar ق و م
28 اسْتَضْعَفُونِي beni hırpaladılar ض ع ف
29 وَكَادُوا ve az daha ك و د
30 يَقْتُلُونَنِي beni öldürüyorlardı ق ت ل
31 فَلَا
32 تُشْمِتْ güldürme ش م ت
33 بِيَ üstüme
34 الْأَعْدَاءَ düşmanları ع د و
35 وَلَا asla
36 تَجْعَلْنِي beni tutma ج ع ل
37 مَعَ beraber
38 الْقَوْمِ bu kavimle ق و م
39 الظَّالِمِينَ zalim ظ ل م

Bu levhalarda, yüce Allah’ın, kendisinden korkanlara, yani O’na iman edip buyruklarıyla amel edenlere, hidayet ve rahmetini kazanmaları için gönderdiği hükümler vardı. Buradaki “hidayet” (hüden) ve “rahmet” kelimeleri, bir ilâhî kitabın ve onunla ortaya konan dinin bütün işlevlerini özetler mahiyettedir. Zira hidayet ancak sahih iman ve sâlih amellerle gerçekleşir; bu da insanların, fert ve toplum olarak rahmete yani yüce Allah’ın hidayet üzere yaşayanlara bahşedeceği engin sevgisinin eseri olarak, dünya ve âhiret hayatında huzurlu ve mutlu olmaya götürür. 

Âyette, öfkenin insanlara doğru olmayan işler yaptırdığına dolaylı bir işaret vardır. Nitekim Mûsâ’nın öfke sebebiyle Tevrat levhalarını yere atması, bilinçsizce yapılmış yanlış bir iş olduğu için, öfkesi yatışınca bunun farkına vararak yerdeki levhaları tekrar eline almış ve af dilemiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 597-598

أسف Esefe : أسَفٌ esefün kelimesi hem hüzünlenme ile birlikte olan öfkelenme hakkında hem de ayrı ayrı bunların her biri hakkında kullanılabilmektedir. Asıl manası kalpteki kanın intikam duygusunu harekete geçirmesidir. Bu duygu eğer kişinin kendisinden aşağı düzeyde birine karşı olursa yayılıp öfkeye, kendisinden üst düzeyde birine karşı olduğundaysa içe dönerek hüzne ve kedere dönüşür.İbn Abbas (r.a.) öfke ve hüzün nedir diye sorulduğunda ”kaynakları bir ama isimleri farklıdır” demiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri esef, (maal)esef, teessüf, müessif ve müteessiftir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

  شمت Şemete :

  Şemâte شَماتَةٌ kelimesi, kendisine düşmanlık edilen ve kendisinden de düşmanlık görülen kimsenin bir belaya uğramasından dolayı sevinmek/sevinç duymaktır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de if'al fiil formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli şamatadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

رَجَعَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَجَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Gayri munsariftir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 مُوسٰى  kelimesi maksûr isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلٰى قَوْمِه۪  car mecruru  رَجَعَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰى  harf-i ceri mecruruna yönelme,  intiha, tahsis, musahabe,  zaman zarfı, mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada yönelme manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَضْبَانَ  kelimesi hal olup sonunda elif ve fethalı nun  انَ  bulunan özel isimlerden olup gayri munsariftir.

اَسِفاً  ikinci hal olup lafzen fetha ile mansubtur. Hal; cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavl,  بِئْسَمَا’dır.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

بِئْسَمَا  zem anlamı taşıyan camid fiildir.  بِئْسَمَا  kelimesinde bulunan  مَا  harfi,  بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir.

بِئْسَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri  خلافتكم (Halef oluşunuz.) şeklindedir.

خَلَفْتُمُون۪ي  fiili  مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur.

خَلَفْتُمُون۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  سَمَّيْتُمُوهَٓا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

مِنْ بَعْد۪ي  car mecruru  خَلَفْتُمُون۪ي  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ی  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ 

 

Hemze istifham harfidir.  عَجِلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اَمْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  رَبِّكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَلْقَى  elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

الْاَلْوَاحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  بِرَأْسِ  car mecruru  اَخَذَ  fiiline müteallıktır.

اَخ۪يهِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Harfle îrab olan beş isimden biridir. Cer alameti  ى  harfidir.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِ  cümlesi  اَخَذَ ‘deki failin veya  رَأْسِ  kelimesinin hali olarak mahallen mansubtur.

يَجُرّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِلَيْهِ  car mecruru  يَجُرُّ  fiiline müteallıktır.

اَلْقَى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  ابْنَ اُمَّ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

Nida harfi mahzuftur.  ابْنَ اُمَّ  mukadder damme üzere mebni münadadır.

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي’dır. 

إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الْقَوْمَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. 

اسْتَضْعَفُون۪ي  fiili  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.  اسْتَضْعَفُون۪ي  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. 

وَ  atıf harfidir.  كَادُوا  mukarebe fiillerindendir. Nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

Mukarebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller -e yazdı, az kalsın …, neredeyse …, -mek üzereydi gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur’an’da sadece  كَادَ’nin kullanımına rastlanmıştır.  كَادَ  fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan “tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı” manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَادُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. 

يَقْتُلُونَن۪ي  fiili  كَادُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.  يَقْتُلُونَن۪ي  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. 

اسْتَضْعَفُون۪ي  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi  ضعف ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

 

فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُشْمِتْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

بِيَ  car mecruru  تُشْمِتْ  fiiline müteallıktır.  الْاَعْدَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَجْعَلْن۪ي  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.

مَعَ  mekân zarfı,  تَجْعَلْن۪ي  fiiline müteallıktır.  الْقَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمِ’nin sıfatı olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ

 

وَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi ...رَجَعَ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

غَضْبَانَ  ve  اَسِفاًۙ  Musa’dan (a.s.) haldir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de nekre gelerek nev ve kesret ifade etmiştir.

Ayette geçen  اَسِفاًۙ  kelimesi hakkında şu iki görüş ileri vardır:

a. Bu, şiddetli öfke ve kızgınlık manasına gelir. Bu, Ebu'd-Derda ile Atâ'nın İbni Abbas’tan rivayet etmiş olduğu görüştür. Zeccâc da bunu tercih etmiştir. Onlar bu kelimenin bu manaya geldiğine, Cenab-ı Hakk’ın, “Nihayet onlar bizi gazaplandırınca kendilerinden intikam aldık…” (Zuhruf Suresi, 55) ayetini delil getirmişlerdir.

b. Bu, İbni Abbas’ın ve Hasan el-Basri ile Süddî’nin görüşü olup buna göre  اَسِفاًۙ kelimesi, esef edip hüzünlenen demektir.

Vâhidi şöyle demektedir: “Bu iki görüş de birbirine yakındır. Çünkü gazap, hüzünden; hüzün de gazaptan meydana gelmektedir. Dolayısıyla senden daha aşağı derecede olan kimselerden sana hoşlanmadığın bir şey gelir, isabet ederse o zaman kızar ve öfkelenirsin. Ama senden üstün olan kimselerden hoşlanmadığın bir şey gelir de sana isabet ederse o zaman üzülürsün. Binaenaleyh bu iki durumdan birisi öfke ve kızgınlık diğeri de hüzün, keder adını alır. Bu sebeple Hz. Musa, kavminin buzağıya ibadet etmesinden dolayı onlara öfkelenmiş; Allah Teâlâ’nın, kavmini sınayıp imtihana çekmesinden dolayı da üzülmüş ve kederlenmiştir. Nitekim Cenab-ı Hakk, Hz. Musa’ya, ‘Biz senden sonra kavmini imtihan ettik.’ (Ta-Ha Suresi, 85) demiştir.(Fahreddin er-Râzî)

Şartın cevabı olan … قَالُوا۟  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا۟  fiilinin mekulü’l-kavli  بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ  ise gayrı talebî inşâî isnaddır.  بِئْسَ  camid zem fiilidir. Mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri,  خلافتكم  [Halef oluşunuz] şeklindedir.

بِئْسَمَا  ifadesindeki  مَا  nekre olup  بِئْسَ  fiilinin failini izah eden mansub bir harftir; ne kötü bir şeydir, anlamındadır. (Keşşâf)

بِئْسَ  fiilinin gerektirdiği fail ile “mahsûsun biz zemm-özellikte kınanan, zemmedilen şey” nerededir?

Cevap: Fail,  مَا خَلَفْتُمُون۪ي  kelimesinin tefsir ettiği zamirdir. “Mahsusun biz zemm” ise mahzûf olup kelamın takdiri;  بِئْسَ خِلَافَةٌ خَلَفْتُمُونِيهَا مِنْ بَعْدِى خِلَافَتُكُمْ  (Benden sonra benim yerime geçerek yapmış olduğunuz temsilcilik, haleflik ne kötü bir haleflik ve temsilciliktir.) şeklindedir.

İkinci soru; خَلَفْتُمُون۪ي  tabirinden sonra  مِنْ بَعْد۪يۚ  ifadesinin gelmesindeki hikmeti nedir?

Cevap: Bunun manası, “Benden, Allah’ın birliğini, O’nun ortaklarının olmadığını ve ibadetin sırf O’na yapılacağını görüp anlamanızdan sonra veya ‘Onlar, ‘Onların nasıl tanrıları varsa sen de bize öyle bir tanrı yap!’ (Araf Suresi, 138) dediklerinde, benim İsrailoğullarını tevhid akidesine sevketmem ve onları sığıra tapmaktan men etmemden sonra…” şeklindedir. Halbuki halef olan kimselerin, kendilerini halef bırakanların yolundan gitmeleri gerekir. Bu yerine getirilmesi gereken bir vazifedir. (Fahreddin er-Râzî)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

خَلَفْتُمُون۪ي  cümlesi,  مَا ’nın sıfatıdır. Hal ve sıfat dolayısıyla, cümlede ıtnâb sanatı vardır.

خَلَفْتُمُون۪ي  [Bana halef oldunuz] dedikten sonra gelen  مِنْ بَعْد۪يۚ, ıtnâb sanatıdır.

 

اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ 

 

Mekulü’l-kavle dahil olan bu cümle fasılla gelmiş müstenefedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî manadadır.

Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama, taaccüp ve inkâr manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمْرَ رَبِّكُمْۚ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  كُمْۚ  zamirine, yine Rabb ismine muzâf olması  اَمْرَ ’ye şan  ve şeref kazandırmıştır.

Bir kimse bir işi tamamlamadan bıraktığı zaman عجل عن الامر; aksi için ise  تم عليه  denir. Başkası birinin bir işi yarım bırakmasına sebep olunca  اعجله عنه غيره  denilir. Bu fiilde  سبق  (geçti) anlamı bulunduğu için tıpkı  سبق  gibi  عن ’sız geçişli olabilir; اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ  ifadesi, اَعَجِلْتُمْ عن  اَمْر رَبِّكُمْۚ  (Rabbinizim emrini yarım mı bıraktınız?) anlamındadır ki o, Musa’nın ahdini ve tavsiyelerini muhafaza ederek onu beklemekti; oysa siz verilen sürenin sonuna gelindiği halde dönmediğimi görerek içten içe benim öldüğüm kanaati üzerine kurduğunuz bu emri (durumu) ve birçok kavmin peygamberlerinin ardından değiştirdikleri gibi siz de değiştirdiniz! (Keşşâf)

Ayetteki,  اَعَجِلْتُمْ  اَمْرَ رَبِّكُمْۚ  “Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele ettiniz ha?!” ifadesine gelince burada geçen “acele etme”nin manası, bir şeyi vaktinden önce yapmak istemek ve ona yönelmektir. İşte bundan dolayı, acele etmek kınanmış; bir şeyi süratle yapmak, çabuk yapmak ise kınanmamıştır. Çünkü hızlılık, bir şeyi, yapılabileceği zaman dilimlerinin ilkinde yapmaktır. Vahidî, bu şekilde söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ 

 

وَ , istinafiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. 

Aynı üsluptaki  وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ  cümlesi makabline  وَ  ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür. 

اَخَذَ  fiilinin  بِ  harfiyle almak, başlamak manasına gelmesi tazmin sanatıdır.

اَخَذَ  fiilinin anlamı almaktır.  بِ  harfiyle kullanıldığında başlamak manasına gelir. (Arapcadeposu.com)

بِرَأْسِ’den veya  اَخَذَ  fiilinin failinden hal olan  يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

اَلْقَى - اَخَذَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ

 

Fasılla gelen cümle beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nida harfinin hazfi, mütekellimin münadaya yakın olma ve onu etkileme isteğine işarettir. 

Nidanın cevabı, اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي  şeklinde, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنَّ ’nin haberinin mazi fiil sıygasında gelmesi de sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Makabline matuf  وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezâyüftür. Müsnedin muzari fiil olması hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesinin bir sebebi de olayın zihinde muzari fiil sayesinde daha kolay canlandırılmasıdır. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Kardeşi Musa’ya (a.s.) ismiyle veya kardeşim diye değil, anamın oğlu diyerek şefkatini celbetmek istemiştir.

كَادُوا ; neredeyse manasında bir fiildir.

ابْنَ - اُمَّ - اَخ۪يهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

Sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfi  فَ  ile gelen  فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi temâsüldür. Nefy harfinin tekrarı tekid için ıtnâbdır.

الْاَعْدَٓاءَ - الظَّالِم۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَالَ - لَا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ضْعَفُ ; zıt anlamlı kelimelerdendir. Hem kat kat hem de zayıf manası vardır.

Hadis-i Şeriflerde gazap ateşinin, yine ateşten yaratılan şeytanla yakından ilgisi olduğu ifade edilmiş, öfke halinde tatbik edilmesi gereken belli başlı prensipler şöyle belirlenmiştir:

1. Allah’a sığınmak: Resulullah (s.a.), huzurunda birbirine söven iki kişiden birinin yüzünde öfke hali belirince şöyle buyurdu: “Ben bir söz biliyorum, eğer şu adam bunu söylerse öfkesi geçer. Bu söz, eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racîm: kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım, cümlesidir.” (Buharî, Edeb, 76; Ebu Davud, Edeb, 3) Ayrıca Efendimizin Ümmü Seleme annemize öğrettiği, “Ey Nebî olan Muhammed’in Rabbi Allahım! Günahlarımı bağışla ve kalbimin öfkesini gider.” (İbni Hanbel, VI, 302) mealindeki duası da gazap ateşinden kurtulmanın çarelerindendir.

2. Abdest almak: Hz. Peygamber, “Gazap şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş, ancak su ile söndürülür. Biriniz kızdığı zaman abdest alsın.” (Ebu Davud, Edeb, 3) buyurmak suretiyle öfke ateşinin de abdestle söndürüleceğini belirtmiştir.

3. Bulunduğu konumu değiştirmek: Gazap halinde yapılması gereken bir başka şey de kişinin bulunduğu konumdan daha pasif bir duruma geçmesidir. Bu husus, Efendimiz tarafından şöyle beyan edilmiştir: “Dikkat ediniz! Öfke insanoğlunun kalbindeki bir ateş parçasıdır. Gözlerin kızardığını, boyun damarlarının şiştiğini görmez misiniz? Her kim bunun eserini duyarsa, yere uzansın.” (Tirmizî, Fiten, 26) Bir başka hadiste de: “Biriniz öfkelendiğinde ayakta ise otursun. Yine sakinleşmezse yanı üzere yatıversin.” buyrulmaktadır. (Ebu Davud, Edeb, 3)

4. Susmayı tercih etmek: Kavgalı iki kişinin birbirlerine karşı hakaret ettikçe öfkelerinin dozunun arttığı bilinen bir durumdur. Bu sebeple olmalıdır ki Resulü Ekrem, “Biriniz öfkelendiğinde sussun.” buyurmuştur. (İbni Hanbel, I, 239) Zira basit bir sebeple öfkelenen kişinin, gazap halinde hezeyanda bulunması durumunda umulmadık sonuçların ortaya çıkması mümkündür. Hz. Peygamber, huzurunda Hz. Ebubekir’e hakaret eden birisine karşı onun bir süre ses çıkarmamasından hoşnut kalmış, daha sonra aynı şekilde karşılık vermesi üzerine oradan ayrılmak istemişti. Bilahare Hz. Ebubekir, yaptığının yanlış olup olmadığını sorunca Efendimiz, şöyle buyurmuştur: “Doğrusu sustuğun vakit senin adına o kişiye cevap veren bir melek vardı. Ancak aynı şekilde sen de karşılık vermeye başlayınca melek gitti, yerine şeytan geldi. Şeytanın geldiği yerde Ben bulunamam.” (İbni Hanbel, II, 436)

Resulullah’ın kızdığı anlarda öfkelendiği kimseden “yüzünü çevirmesi, onunla ilgilenmemesi” de bu tedavi metodunun bir başka çeşidi olsa gerektir. (Ebu Davud, Libâs, 17; İbni Hanbel, III, 14) (https://www.islamveihsan.com/ofkelenince-ne-yapmali.html)

Kur’an ayetlerinde, o levhaların kırıldığını ifade eden herhangi bir bilgi yoktur. Anlaşılıyor ki Hz. Musa, dinin temeli ve kendisi demek olan tevhid inancının böyle kısa bir zaman içinde sarsıntıya uğraması karşısında, esas meseleyi kökünden halletmek için ayrıntılara ilişkin olan hidayet ve rahmetin faydalı sonuçları durumunda bulunan levhaları geçici bir süre için bir tarafa bırakmış ve herşeyden önce kardeşini bütün gücüyle kendine çekmek teşebbüsünde bulunmuştur. Bu olayda esas tevhid inancında meydana gelen bir sarsıntı ve toplumsal bir bunalım ve inanç zaafı konusunda, ayrıntı ve teferruat sayılan tâlî meselelerin bir tarafa bırakılarak, sıkıyönetim ilanına misal olabilecek bir özellik var demektir.

Musa levhaları bıraktı ve kardeşinin başından tuttu kendine doğru çekmeye başladı. Bundan şunlar anlaşılır:

1. Din işinde öz kardeşi de olsa hatıra gönüle bakmıyor.

2. Kardeşini kendi yerine halef bırakmış olduğundan, her şeyden önce hesap sormaya ondan başlıyor.

3. Kardeş ile işbirliği etmek en önemli iş olduğundan, önce kardeş ile işbirliği etmek gerektiğini gösteriyor.

Buna karşı kardeşi “Ey anamın oğlu” dedi. Hz. Harun, Hz. Musa’nın öz kardeşi yani ana-baba aynı olan bir kardeşi olduğu halde ona böyle hitap etmesi, ananın sevgi ve şefkatte mesel olması ve ana hakkının, özellikle Hz. Musa üzerinde daha büyük ve daha önemli bir yeri olması, bir de analarının mümine bulunması dolayısıyla kardeşinin şefkat ve merhamet duygularını harekete geçirmek amacına yönelik bir belâgat anlamı içerir. (Elmalılı)

 
A'râf Sûresi 151. Ayet

قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟  ...


(Mûsâ), “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Musa) dedi ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 اغْفِرْ bağışla غ ف ر
4 لِي beni
5 وَلِأَخِي ve kardeşimi ا خ و
6 وَأَدْخِلْنَا ve bizi sok د خ ل
7 فِي içine
8 رَحْمَتِكَ rahmetinin ر ح م
9 وَأَنْتَ ve sensin
10 أَرْحَمُ en merhametlisi ر ح م
11 الرَّاحِمِينَ merhametlilerin ر ح م

Hârûn’un duygusal bir üslûpla yaptığı bu açıklamalardan etkilenerek sakinleşen Mûsâ, muhtemelen kendi öfkeli tavrından, ne yaptığını bilmeyerek Tevrat levhalarını yere atmasından ve ayrıca Hârûn’un olabilecek bazı kusurlarından dolayı hem kendisi hem de kardeşi için Allah’tan af ve mağfiret diledi.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 596

قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  رَبِّ’dir.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Münada alem ise veya mütekellim  ي ’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اغْفِرْ ل۪ي’dir.  اغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

ل۪ي  car mecruru  اغْفِرْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  لِاَخ۪ي  car mecruru  اغْفِرْ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ی  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  اَدْخِلْنَا  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ف۪ي رَحْمَتِكَۘ  car mecruru  اَدْخِلْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَۘ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَدْخِلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 


  وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَرْحَمُ  haber olup lafzen merfûdur.

الرَّاحِم۪ينَ۟  muzâfun ileyh olup  cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الرَّاحِم۪ينَ۟  kelimesi sülâsî mücerred olan  رحم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ... قَالَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevap cümlesi olan  …اغْفِرْ ل۪ي  ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

رَبِّ  izafeti, muzâfun ileyh için şeref ifade eder.

Kur’an-ı Kerim ayetlerinde çoğunlukla  رَبّ  kelimesinden önce nida harfi hazf olur. Lafza-i celalden önceki nida harfi ise  م’e dönüşür. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

رَبِّ  [Ey Rabbim!]; merhamet dileme ifadesidir. Duadan önce kullanılması, mübalağa ile icabet dilemek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle emir üslubunda gelse de vaz edildiği emir anlamından çıkarak dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebtir.

Aynı üslupta gelen  وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ  cümlesi, nidanın cevabına matuftur.

رَحْمَتِكَۘ  izafeti, veciz ifade amacının yanında Allah Teâlâ’ya ait zamire muzaf olan  رَحْمَتِ ‘ye şan ve şeref kazandırmıştır.

ف۪ي رَحْمَتِكَۘ  ifadesinde  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın rahmeti, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü rahmet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Rahmet; bağışlama veya cennet manasında gelmiştir.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟  cümlesi, lazım-ı faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

İsnadın Allah Teâlâ’ya olması karînesiyle, müsnedin izafetle marife olması kasr ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayeti kerime’de üç  رَحْمَتِ, bir  اغْفِرْ  ve bir de  رَبِّ  ismi geçmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Çok mübalağalı bir affetme üslubu söz konusudur.

رَحْمَتِكَۘ - اَرْحَمُ - الرَّاحِم۪ينَ۟  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

149. ayette önce rahmet sonra mağfiret zikredilmiştir. O takdimin sebebi önce maksadı bildirmek ya da rahmet ile mutlak hayır kastedildiği ve bu da mağfiretten daha umumi olduğu içindir. Burada ise olması gerektiği sırada bu kelimeler zikredilmiştir.


A'râf Sûresi 152. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ  ...


Buzağıyı ilâh edinenlere mutlaka (ahirette) Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir zillet erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ muhakkak
2 الَّذِينَ kimselere
3 اتَّخَذُوا (tanrı diye) benimseyenlere ا خ ذ
4 الْعِجْلَ buzağıyı ع ج ل
5 سَيَنَالُهُمْ erişecektir ن ي ل
6 غَضَبٌ bir öfke غ ض ب
7 مِنْ -nden
8 رَبِّهِمْ Rableri- ر ب ب
9 وَذِلَّةٌ ve bir alçaklık ذ ل ل
10 فِي
11 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
12 الدُّنْيَا dünya د ن و
13 وَكَذَٰلِكَ işte biz böyle
14 نَجْزِي cezalandırırız ج ز ي
15 الْمُفْتَرِينَ iftiracıları ف ر ي

Allah Teâlâ’nın altın buzağıya tapanlara gazap etmesi, onları cezalandırması anlamına gelir; onların dünya hayatında zillete uğratılması ise, düşmanları karşısında mağlûp duruma düşmeleri veya isyankârlıkları sebebiyle, kendilerine vaad edilen kutsal topraklardan mahrum bırakılarak vatansız duruma düşürülmeleridir. Âyetin “Biz iftiracıları böyle cezalandırırız” ifadesindeki “iftira”dan maksat, bir kimsenin asılsız olduğunu bile bile bir iddiada bulunmasıdır. İsrâiloğulları, hiçbir aklî ve naklî delile dayanmadan, âdi bir nesneden ibaret olan buzağı heykeline tanrılık vasfı yükleyip ona taptıkları için, onların bu tutumları iftira olarak nitelendirilmiştir. Aynı ifadeden, yüce Allah’ın yalnız İsrâiloğulları’nı değil, Allah’ın dışında tanrılar uyduran veya buna benzer yakıştırmalara kalkışan başka toplumları da gazabına ve zillete uğratmasının, O’nun mutlak bir kanunu olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 597

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّخَذُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اتَّخَذُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْعِجْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. İkinci mef’ûl hazf edilmiştir. Takdiri,  إلها şeklindedir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. “Bilmek” manasında olanlar.

2. “Sanmak” manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek gibi manalara gelir.

3. Grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller; etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  اتَّخَذُوا  fiili, değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَيَنَالُهُمْ  fiili  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur. Fiilin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. Merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  غَضَبٌ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ رَبِّهِمْ  car mecruru  سَيَنَالُهُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذِلَّةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  غَضَبٌ’e matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  ذِلَّةٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. 

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur.  Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. Burada  الدُّنْيَا  kelimesi hakiki ve müfred sıfa olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr bir isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّخَذُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل, “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir. 

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نَجْزِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الْمُفْتَر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

الْمُفْتَر۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ

 

Ayet, fasılla gelmiş istînâfiyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu, bahsi geçen kişileri tahkir amacına matuftur.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  اتَّخَذُوا الْعِجْلَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı gereği tevcih sanatı vardır.

Cümlenin müsnedi olan …سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ, faide-i haber talebî kelamdır. İstikbal harfi ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil cümlesi formunda gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اتَّخَذُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

غَضَبٌ - ذِلَّةٌ  kelimelerinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. رَبِّهِمْ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ  ibaresinde istiare vardır. Gazap insana benzetilmiştir.

Allah’tan bir gazap derken farklı bir anlam, Rabblerinden bir gazap derken farklı bir anlam vardır. Rabb, merhamet ve yumuşaklık ifade eden bir isimdir. Buna rağmen onu gazaplandırıyorlarsa yaptıkları yanlış ne kadar büyüktür tahmin edin… Şiddet daha fazladır.

Burada  والنَّوْلُ والنَّيْلُ  (yani  سَيَنَالُهُمْ  kelimesi), almak demektir ve burada bu surenin 37. ayetinde geçen ﴾أُولَئِكَ يَنالُهم نَصِيبُهم مِنَ الكِتابِ﴿  sözü gibi yaralanma ve yıpranma için istiaredir. (Âşûr)

وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ  cümlesi Kur’an’da Allah tarafından bir hitaptır. İtiraz cümlesidir.  وَ  itiraziyyedir. Allah Teâlâ bu itirazı Musa’nın sözlerini hikaye etmek için tezyîl olarak getirmiştir. Her iftiracıya Musa’nın kavminin iftiracıları hakkında anlattıklarının aynısı ile karşılık vereceğini haber vermiştir. (Âşûr)

O İsrailoğullarına erişen zillet, geçmişte gerçekleştiği halde burada, “onlara erişecektir” şeklinde gelecek kipinin kullanılması, haleflerin halini seleflere teşmil etmek kabilindendir.

Diğer bir görüşe göre ise bu İsrailoğullarından murad, tövbe edenleridir ve gazaptan murad da nefislerini öldürme emridir.

Gelecek kipinin kullanılması da şöyle izah edilmiştir: Bu ifade, kavminin fitneye düşüp buzağıyı tanrı edindikleri zaman Allah Teâlâ’nın, Musa’ya onlara gazap ve zillet erişeceğini haber verdiğinin hikâyesidir. Buna göre onların fiilleri, ilâhî gazaptan önce gerçekleşmiştir.

Ancak malum olduğu üzere ayetin siyak ve sibakı bu manaya açıkça manidir. Nitekim “Ve müfterileri Biz böyle cezalandırırız.” ifadesi de bunun aksini çağrıştırır.

Zira söz konusu görüşe göre onlar, tövbe etmiş ve şehit olmuş kimselerdir. O halde bundan sonra da onları iftira ile vasıflandırmak nasıl mümkün olabilir?

Bir de Allah Teâlâ, iftira edenleri zahiren kahır, batınen lütuf ve rahmet olan bir ceza ile cezalandırmaz.

Bir diğer görüşe göre ise bu ayete konu olan İsrailoğullarından maksat, onların, Resulullah ile çağdaş olan çocuklarıdır. Zira ataların fiillerinden dolayı çocukların ayıplanması meşhur ve örfen sabittir. Nitekim “وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا [Hatırlayın o zamanı ki (hani) siz bir adam öldürmüştünüz… (Bakara Suresi, 72)]”, “Hatırlayın o zamanı ki (hani) şöyle demiştiniz: Ey Musa…” ayetleri de bu kabildendir. Bu görüşe göre ayette zikredilen gazaptan murad, uhrevî gazaptır ve zilletten murad da öldürülmek, yurtlarından sürülüp çıkarılmak ve nihayet cizyeye mahkum edilmektir.  (Ebüssuûd)


A'râf Sûresi 153. Ayet

وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Kötülükleri işleyip de sonra ardından tövbe edenler ile iman(larında sebat) edenlere gelince şüphe yok ki, Rabbin ondan (tövbeden) sonra elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ onlar ki
2 عَمِلُوا yaptıktan ع م ل
3 السَّيِّئَاتِ kötülükler س و ا
4 ثُمَّ sonra
5 تَابُوا tevbe ettiler ت و ب
6 مِنْ
7 بَعْدِهَا ardından ب ع د
8 وَامَنُوا ve iman ettiler ا م ن
9 إِنَّ muhakkak ki
10 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
11 مِنْ
12 بَعْدِهَا ondan sonra ب ع د
13 لَغَفُورٌ elbette bağışlayandır غ ف ر
14 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م

İbn Atıyye’nin kaydettiği bir yoruma göre (VII, 170) inkâr dışındaki günahlardan dolayı yapılan tövbenin makbul sayılması için önce imana sahip olmak gerekir. Halbuki âyette “iman” kelimesi “tövbe” kelimesinden sonra gelmiştir. Şu halde buradaki tövbe ile, günahlardan tövbe değil, inkârcılıktan tövbe etmek kastedilmiş; bu yüzden de önce tövbe, ardından da iman kelimesi zikredilmiştir. Çünkü kâfir iken iman etme, inkârcılıktan dolayı tövbe edip imana dönmek anlamını taşır. Buradaki “iman edenler”i “imanda sebat edenler” diye anlamak da mümkündür.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 597

وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  عَمِلُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

السَّيِّـَٔاتِ mef’ulun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  تَابُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ بَعْدِهَا  car mecruru  تَابُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  اٰمَنُواۘ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ بَعْدِهَا  car mecruru  غَفُورٌ’e müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ise  اِنَّ ’nin ikinci haberidir. Lafzen merfûdur.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

Ayet  وَ ’la 152. ayete atfedilmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا  cümlesi itiraziyyedir. Kur’an’ın tehditten sonra terğib ifadesinin getirme adetine göre; eğer tövbe edip iman ederlerse Allah’ın onları affedeceği zikredilmiştir. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında gelecek habere dikkat çekmek içindir. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Mevsûlün sılası  عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ثُمَّ  ile sılaya atfedilen  تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا  cümlesi ve  وَ ’la atfedilen  وَاٰمَنُواۘ  cümlesi de aynı üsluptadır.

ثُمَّ  harfi burada terahi içindir. Bu kötülükleri yaptıktan sonra uzun bir zaman geçmiş olsa bile tövbenin kabul olacağını gösterir. (Âşûr)

وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ  cümlesi, ayetin sonuna kadar bahsedilen bu kişiler ve benzerlerinin zıtlarının durumunu açıklama için tekmildir. (Âşûr)

Cenab-ı Hakk’ın,  وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ  “Kötülükler işleyen, sonra tövbe edip iman edenlere gelince…”, bu çeşitli kötülükler (günahlar) işleyen bir kimsenin önce bunlardan tövbe etmesi gerektiğini ve bu tövbenin ise önce o işleri terk edip onlardan vazgeçmesi, bundan sonra da iman etmesi gerektiğini, bu (icmâlî imanın peşinden) Allah’a iman edip O’ndan başka bir ilâhın bulunmadığını tasdik etmesi gerektiğini gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi  الَّذ۪ينَ ,اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ‘nin  haberidir.

Müsnedün ileyhin  رَبَّكَ  şeklinde izafetle gelmesi, faydayı çoğaltmak ve tazim içindir. 

Müsnedün ileyhin   رَبَّكَ  şeklinde izafetle marife olması, Allah’ın rububiyeti altında olması dolayısıyla muzâfun ileyhin şerefini ifade içindir. Burada Rabb vasfının zikredilmesi rahmet vasfı için bir hazırlıktır. (Âşûr)

اِنَّ  ,غَفُورٌ ’nin birinci,  رَح۪يمٌ  ikinci haberidir.

رَبَّكَ  izafetinde Rabb isminin muzâf olduğu  كَ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı bir tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

مِنْ بَعْدِهَا  ibaresindeki  هَا, müennes olan  السَّيِّـَٔاتِ ’nin yerini tutar.

مِن بَعْدِها  sözü  ثُمَّ  harfinin ifade ettiği süreyi tekid içindir. Bu müşriklere, ne kadar uzun süre şirk koşmuş olurlarsa olsunlar eğer inanırlarsa affedileceklerine dair bir tarizdir. (Âşûr)

Allah’ın  غَفُورٌ ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri, Meânî İlmi)

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Burada da muhatap Allah Teâlâ’nın Gafûr ve Rahîm olduğunu inkâr etmiyor. Ancak günah işleyip tövbe ettiği zaman bu tövbesine rağmen Allah Teâlâ’nın ceza vermesinden korkuyor. İşte onun bu korkusu, inkâr muamelesi görmüş ve gayr-ı münkir, münkir menzilesine konmuştur. Dolayısıyla da kelâm  اِنَّ  ve  ل  ile tekid edilmiş isim cümlesi olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَمِلُوا - تَابُوا - اٰمَنُواۘ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Ayetteki  اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ  “Şüphesiz ki Rabbin bunun ardından elbette Gafûr ve Rahîmdir.” ifadesi tövbe edilen bütün kötülüklerin (günahların) mağfiret icab ettirdiği hususunda müsavi olduğuna delalet eder. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın, عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ “kötülükleri işleyen…” ifadesi, her türlü kötülüğü içine alır. Buna göre ifadenin manası: “Bütün kötülükleri yapıp da sonra bunun ardından tövbe edenler yok mu, Allah onları bağışlar.” şeklindedir. Bu ayet, günahkârlar için müjde ve sevinç ifade eden en büyük açıklamalardandır. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)


A'râf Sûresi 154. Ayet

وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ  ...


Mûsâ’nın öfkesi dinince (attığı) levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku duyanlara bir hidayet ve bir rahmet vardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ve ne zaman ki
2 سَكَتَ dinince س ك ت
3 عَنْ
4 مُوسَى Musa’nın
5 الْغَضَبُ öfkesi غ ض ب
6 أَخَذَ aldı ا خ ذ
7 الْأَلْوَاحَ levhaları ل و ح
8 وَفِي ve vardı
9 نُسْخَتِهَا onlardaki yazıda ن س خ
10 هُدًى yol gösterme ه د ي
11 وَرَحْمَةٌ ve rahmet ر ح م
12 لِلَّذِينَ için
13 هُمْ onlar
14 لِرَبِّهِمْ Rablerinden ر ب ب
15 يَرْهَبُونَ korkanlar ر ه ب

Nüsha kelimesi, “bir asıl metinden çıkarılan kopya, o metnin yeniden yazılmış şekli” anlamına gelir. İkisine birden kopya denildiği de olur. Bu sebeple ilgili kısmı, “bu tekrar yazılmış metinlerde” diye çevirmeyi uygun bulduk. Bu nüsha kelimesini dikkate alan müfessirler, Mûsâ’ya vahyin taş levhalar üzerine yazılmış olarak geldiğini, Mûsâ’nın yere atmasıyla bu levhalar kırıldığı için yeni bir nüshasının yazılmış olabileceğini düşünmüşlerdir. Tevrat’ın verdiği bilgiler de bu yöndedir (Tesniye, 9/10-11, 10/1-5). Bu levhalarda, yüce Allah’ın, kendisinden korkanlara, yani O’na iman edip buyruklarıyla amel edenlere, hidayet ve rahmetini kazanmaları için gönderdiği hükümler vardı. Buradaki “hidayet” (hüden) ve “rahmet” kelimeleri, bir ilâhî kitabın ve onunla ortaya konan dinin bütün işlevlerini özetler mahiyettedir. Zira hidayet ancak sahih iman ve sâlih amellerle gerçekleşir; bu da insanların, fert ve toplum olarak rahmete yani yüce Allah’ın hidayet üzere yaşayanlara bahşedeceği engin sevgisinin eseri olarak, dünya ve âhiret hayatında huzurlu ve mutlu olmaya götürür. 
Âyette, öfkenin insanlara doğru olmayan işler yaptırdığına dolaylı bir işaret vardır. Nitekim Mûsâ’nın öfke sebebiyle Tevrat levhalarını yere atması, bilinçsizce yapılmış yanlış bir iş olduğu için, öfkesi yatışınca bunun farkına vararak yerdeki levhaları tekrar eline almış ve af dilemiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 597-598

وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا :  Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a. (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezmeden harf olur. 

b. (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c. Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَكَتَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَكَتَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَنْ مُوسَى  car mecruru  سَكَتَ  fiiline müteallıktır.  مُوسٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُوسٰٓى  maksûr bir isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْغَضَبُ  fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ’dır.  اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

الْاَلْوَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ

 

وَ  haliyyedir.  ف۪ي نُسْخَتِهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

هُدًى  muahhar mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  رَحْمَةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  هُدًى ‘e matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  هُدًى وَرَحْمَةٌ’e  müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لِ  takviye için zaiddir.  رَبِّهِمْ  lafzen mecrur,  يَرْهَبُونَ  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَرْهَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzafun ileyh olan şart cümlesi  سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ, müsbet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap cümlesi  اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ, faide-i haber ibtidaî kelam olan müspet mazi fiil cümlesidir. 

سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ  ibaresinde istiare-i mekniyye vardır. Aslında gazap susmaz. Bu bir meseldir. Sanki kuşandığı öfke, onu yaptıklarına teşvik eder, ayartır, kışkırtır ve ona “kavmine şöyle şöyle de, levhaları yere at, kardeşinin perçeminden tutup kendine çek” demektedir. (Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşâf’ı, s. 197) Sâbûnî de öfkenin; kükreyen, köpüren, intikam emreden sesiyle haykıran bir adama benzetildiğini, bu sesin daha sonra sakinleşip kesildiğini söylemiştir.

Burada  الْغَضَبُ  kelimesinin müstear olduğu düşünülebilir. Müstear leh (benzeyen) gazap, müstear minh canlı olmaktır. Gazap, canlılara benzetilerek hareket eden, istediğini yapan bir canlıya benzetilmiştir. Gazap kelimesi masdardır, istiare de asliyyedir. Müstear minh mahzuf olduğu için mekniyyedir. 

Burada gazabın sona ermesi sükuta benzetilmiştir. Câmi’ her iki tarafta da ortak olan kaybolma manasıdır. Müstear lafız fiil olduğu için tebeiyye olmuştur. Ayrıca bu kelime müstear minh olduğu için tasrîhiyyedir.

Bazı alimler bunu temsîli istiare kabul etmişlerdir. Musa’nın (a.s.) bazen kışkırtan sonra da sakinleşen gazap halini, başkasını kışkırtan sonra da susan kişinin haline benzeterek temsîli istiare düşünülmüştür. Ama daha önce zikredildiği gibi ayetin meknî istiare olması daha evladır. Bazıları burada tebe-i istiare olduğunu söyler. Sükut, sükun için müstear olmuştur. Ondan da fiil türetilmiştir. Bazıları burada kalb olduğunu söyler. Bu durumda ayetin aslı şöyledir:  وَلَمَّا سَكَتَ مُوسَى عَنْ الْغَضَبُ  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan İlmi)

Âşûr da buradaki gibi ya istiare-i mekniye olduğunu veya temsîli istiare olduğunu söyleyerek iki görüş beyan etmiştir.

Cenab-ı Hakk’ın  سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ  “Musa’dan o öfke uzaklaşıp, sustu.” ifadesi ile ilgili, birkaç görüş bulunmaktadır:

1. Bu, istiare (mecaz) üslubu ile söylenmiş bir sözdür. Sanki gazap Hz. Musa’yı o şeye teşvik ediyor ve ona, “Kavmine şöyle şöyle de! Levhaları at ve kardeşinin başından tutup onu sürükle!” diyordu. Ama kızgınlık kaybolunca da sanki susmuş gibi oldu.

2. İkrime’ye göre bunun manası, “Öfkeden Musa, uzaklaştı.” şeklinde olup ifadede bir kalb (yani bir takdim-tehir) yapılmıştır. Nitekim Araplar, اَدْخُلْتُ الْقَلَنْسُوَةَ رَأْسِى “Başımı külaha soktum.” manasında, “Külahı başıma geçirdim.” derler.

3. Buradaki sükuttan (susmadan) maksat, sükuna ermek ve kaybolmaktır. Buna göre  سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ  tabiri yerinde olur ama (buradaki  سَكَتَ  fiili yerine)   صَمَتَ (sustu) fiili kullanılmaz. Çünkü  سَكَتَ  fiili, (aynı zamanda) “sükun buldu, sona erdi” manasındadır. صَمَتَ  fiili ise “konuşmayı kesti, sustu” manasındadır ve bu gazap için kullanılamaz. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin zahiri, Hz. Musa’nın (a.s.), kardeşi Harun’un herhangi bir kusur ve hatasının olmadığını anlayıp dolayısıyla onun mazeretinin geçerli olduğunu görünce kızgınlık ve gazabının sükuna erdiğine delalet etmektedir. Bu, Musa’nın (a.s.), “Ya Rabbi, beni de kardeşimi de bağışla!” diye dua ettiği vakittir. Böylece o, ona kızgınlığının yok olduğuna dikkat çekmek için kardeşi için de dua etmiştir. Çünkü bu, onun daha önce yapmış olduğu iki işte olduğu gibi kızgınlığının emarelerinin ilki idi. Bundan dolayı o, daha önce yaptığı o iki işin zıddı olan fiilleri, kızgınlığının sükunete erdiğine bir alamet gibi kılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

الْاَلْوَاحَۚ  kelimesindeki tarif ahd içindir. (Âşûr)

Hal vav’ıyla gelen   وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ  cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي نُسْخَتِهَا  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  هُدًى وَرَحْمَةٌ  muahhar mübtedadır.  Ayeteki  هُدًى وَرَحْمَةٌ  ifadesi, “O, sapıklıktan kurtaran bir hidayet rehberi ve azaptan kurtaran bir rahmet.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi özel bir nev olduğunu belirtmenin yanında tazim ifade eder.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  هُدًى وَرَحْمَةٌ ,لِلَّذ۪ينَ’a müteallıktır. Sılası  هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ , isim cümlesi formunda gelerek sübuta işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

يَرْهَبُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

لِرَبِّهِمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Bu izafete dahil olan  لِ, zaid harftir. Anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Ta’lil için olduğu da söylenmiştir.

لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ  sözündeki  لِ  harfi mef’ûle dahil olmuş lam-ı takviyedir. Amilinden uzaklaştığı, amilin etkisi zayıfladığı için gelmiştir. (Âşûr)    

Ayetteki  لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ  “Rabblerinden korkan kimseler için” ifadesinde Cenab-ı Hakk, Rabblerinden korkanları kastetmiştir. Buna göre eğer, “elamın takdiri  لِلَّذ۪ينَ  يَرْهَبُونَ رَبِّهِمْ  şeklindedir. Dolayısıyla ayetteki  لِرَبِّهِمْ  kelimesindeki lâm harf-i cerinin faydası nedir?” denilirse: Bu birkaç şekilde izah edilebilir:

a. Fiilin, mef'ûlünden sonraya bırakılması, mef'ûle bir zayıflık vermektedir. İşte bundan dolayı, mef’ûlü güçlendirmek için başına bir lâm harf-i ceri getirilmiştir. Bunun bir benzeri de şu ayettir:  لِلرَّؤُيَا تَعْبُرُونَ  “Rüya tabir ediyorsunuz…” (Yusuf Suresi, 43)

b. Bu lâm, “sırf, sadece” manalarına gelen, lam-ul-eclidir. Buna göre ifadenin manası, “Riya ve desinler için değil, sırf ve sadece Rablerinden korkanlar için…” şeklinde olur.

c. Her ne kadar fiil müteaddi olsa da bazen mef’ûlünün başına harf-i cer getirilir. Bu tıpkı senin, قَرَأْتُ السُّورَةَ  ve  قَرَأْتُ فِى السُّورَةَ (sureyi okudum) demen gibidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, bir yerde,  اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ “Allah’ın (şöyle şöyle olduğunu) bilmiyorlar mı?” (Bakara Suresi, 77) buyururken bir başka yerde de (harf-i cerli olarak)  اَلَمْ يَعْلَمْ بِاَنَّ اللّٰهَ يَرٰىؕ “Allah’ın gördüğünü o bilmiyor mu? (Alak Suresi, 14) buyurulmuştur. Buna göre  لِرَبِّهِمْ 'deki lâm,  رَدِفَ لَكُمْ “O (azap) hemen peşinizde (gelmek üzere)” (Neml Suresi, 72) ifadesinde olduğu gibi sıladır ve tekid için gelmiştir. Bu açıklamanın bir benzerini  وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِعَ د۪ينَكُمْۜ (Âl-i İmran Suresi, 73) ayetinde zikretmiştik. (Fahreddin er-Râzî)

هُدًى - رَحْمَةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de nekre gelerek kesret ve tazim ifade etmiştir.

الْاَلْوَاحَۚ - نُسْخَتِهَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

“Susmak” anlamına olan sükut” deyimi ile ifade olunmasında çok güzel ve zarif bir istiare vardır ki o da şöyle bir tasvir ifade eder: Gazap denilen öfke sanki Musa’nın üzerinde hükmeden bir amire benziyordu ve ağzını açmış Musa'yı durmadan şiddete sarılmaya teşvik ediyordu: Kavmine şöyle de, böyle söyle, şunu yap, bunu kes, levhaları bırak, kardeşini başından tut çek vs... diye emirler veriyordu, Harun’un yumuşak başlılığı, ihlas ve samimiyeti ve tatlı dili üzerine o gazap susuverdi ve o vakit Musa bıraktığı levhaları tekrar eline aldı ki aldığı levhaların nüshasında, yazısında bir hüda yani bir hidayet ve hakkın beyanı, bir rahmet, hayır ve olgunluğa irşad eden bir nimet vardı. Fakat bu herkese değil, Rabbleri için yüreklerinde korku taşıyanlara, yani Allah için günahlardan korkup sakınanlara mahsus bir hidayet ve rahmet vardı. (Elmalılı)


A'râf Sûresi 155. Ayet

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ  ...


Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca (bayıldılar). Mûsâ, “Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاخْتَارَ ve seçti خ ي ر
2 مُوسَىٰ Musa
3 قَوْمَهُ kavminden ق و م
4 سَبْعِينَ yetmiş س ب ع
5 رَجُلًا adam ر ج ل
6 لِمِيقَاتِنَا bizimle buluşma vakti için و ق ت
7 فَلَمَّا ne zaman ki
8 أَخَذَتْهُمُ onları yakalayınca ا خ ذ
9 الرَّجْفَةُ sarsıntı ر ج ف
10 قَالَ (Musa) dedi ki ق و ل
11 رَبِّ Rabbim ر ب ب
12 لَوْ şayet
13 شِئْتَ dileseydin ش ي ا
14 أَهْلَكْتَهُمْ bunları da helak ederdin ه ل ك
15 مِنْ
16 قَبْلُ daha önce ق ب ل
17 وَإِيَّايَ ve beni de
18 أَتُهْلِكُنَا bizi helak mı edeceksin? ه ل ك
19 بِمَا ötürü
20 فَعَلَ yaptıklarından ف ع ل
21 السُّفَهَاءُ bazı beyinsizlerin س ف ه
22 مِنَّا içimizden
23 إِنْ
24 هِيَ bu (iş)
25 إِلَّا başka bir şey değildir
26 فِتْنَتُكَ senin imtihanından ف ت ن
27 تُضِلُّ şaşırtırsın ض ل ل
28 بِهَا onunla
29 مَنْ
30 تَشَاءُ dilediğini ش ي ا
31 وَتَهْدِي ve yol gösterirsin ه د ي
32 مَنْ
33 تَشَاءُ dilediğine ش ي ا
34 أَنْتَ sen
35 وَلِيُّنَا bizim velimizsin و ل ي
36 فَاغْفِرْ bağışla غ ف ر
37 لَنَا bizi
38 وَارْحَمْنَا ve bize acı ر ح م
39 وَأَنْتَ ve sen
40 خَيْرُ en iyisisin خ ي ر
41 الْغَافِرِينَ bağışlayanların غ ف ر

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اخْتَارَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Gayri munsariftir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَوْمَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَبْع۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

رَجُلاً  temyiz olup fetha ile mensubtur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubtur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye, “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِم۪يقَاتِنَا  car mecruru  اخْتَارَ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اخْتَارَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi خير’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخَذَتْهُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخَذَتْهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

الرَّجْفَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

Failin Yeri: 

Failin Mef’ûlün Bih’ten Önce Gelmesi Gereken Yerler: Fail fiile bitişik zamir olduğunda (fail bariz zamir olduğunda) mef’ûlün sonra gelmesi gerekir.

Mef’ûlün Bih’in Failden Önce Gelmesi Gereken Yerler: Fail zahir olup mef’ûlün bih fiile bitişik zamir olduğunda fail ile mef’ûl yer değiştirir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı  قَالَ رَبِّ’dır.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Mekulü’l-kavli, nida cümlesi ve cevabıdır.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve mansubtur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لَوْ شِئْتَ’dir.  لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  شِئْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Şartın cevabı  اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ’dur.  اَهْلَكْتَهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  اَهْلَكْتَهُمْ  fiiline mütellıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِيَّايَ  atıf harfi  وَ ’la muttasıl gaib zamirine matuftur.

اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ 

 

Hemze istifham harfidir.  تُهْلِكُنَا  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücuben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücuben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُهْلِكُنَا  fiiline müteallıktır.

فَعَلَ  fetha  üzere mebni mazi fiildir.  السُّفَـهَٓاءُ  fail olup lafzen merfûdur.

السُّفَـهَٓاءُ  kelimesi  فعلاء  vezninde sıfat-ı müşebbehedir.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنَّا  car mecruru  السُّفَـهَٓاءُ’nun mahzuf haline müteallıktır.

تُهْلِكُنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  فِتْنَتُكَ  müstesna ve mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنْ  harfi  لَيْسَ  gibi amel eden harflerdendir. İsim cümlesinin başına gelerek mübtedayı kendilerine isim olarak alır ve ref eder, haberini de haberleri olarak alır ve nasb eder.

İsim cümlesini olumsuz hale getirirler. Genel olarak “değil, yoktur” anlamındadır.

اِنْ  harfinin  لَيْسَ  gibi isim ve haber alabilmesinin şartları:

1. Haberi isminden önce gelmemelidir.  

2. İsmiyle haberi arasında car mecrur veya zarf dışında yabancı kelime bulunmamalıdır. 

3. Cümlede  إِلَّا  kullanılarak olumsuzluğu bozulmamalıdır. Ancak (اِلَّا) ile beraber kullanılması yaygındır. O zaman  لَيْسَ  gibi amel etmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ

 

Fiil cümlesidir.  تُضِلُّ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.  بِهَا  car mecruru  تُضِلُّ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَشَٓاءُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

تَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

تَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

وَلِيُّنَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن أذنبنا فاغفر لنا  (Eğer günah işlersek, bizi bağışla.) şeklindedir.

اغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لَنَا  car mecruru  اغْفِرْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  ارْحَمْنَا  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 


 وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَيْرُ  haber olup lafzen merfûdur. 

خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsmi tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. İsm-i tafdil burada marifeye muzâf olduğundan kıyaslama ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْغَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْغَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ

 

وَ  atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 واخْتارَ مُوسى  cümlesi 148. ayetteki  واتَّخَذَ قَوْمُ مُوسى  cümlesine, kıssanın kıssaya atfı şeklinde gelmiştir. Zira bu kıssa Hz. Musa’nın İsrailoğulları ile olan hikâyesidir ve alınması gereken ibretler barındırır. Bu ibretler de Allah Teâlâ’nın azameti ve rahmetinin yanında Musa’nın (a.s.) salih amellere ilişkin duası, Hz. Muhammed (s.a.) ve şeriatını müjdelemesidir. (Âşûr) 

لِم۪يقَاتِنَاۚ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  م۪يقَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

قَوْمَهُ  de Musa’ya (a.s.) ait zamire muzâf olması dolayısıyla kavim şeref kazanmıştır.

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ  [Musa kavmini seçti] ifadesi, “Musa kavminden seçti.” anlamında olup مِنْ ’i hazf edilmiş; fiilin anlamı mef‘ûle ulaştırılmıştır. (Keşşâf)

سَبْعِينَ رَجُلًا  ifadesi  قَوْمَهُ  den bedel-i ba’z min’el-kül şeklinde gelmiştir. Ancak harf-i cerin hazf olmasından dolayı nasbedilmiştir. Takdiri;  اخْتارَ مِن قَوْمِهِ  şeklindedir. (Âşûr) 

Bir grup nahiv alimi şöyle demişlerdir: Bu ifade  وَاخْتَارَ مُوسٰى مِنْ  قَوْمِهِ سَبْعِينَ takdirindedir. Ancak ifadedeki harf-i ceri düşmüş ve fiil mef'ûlüne doğrudan taalluk ederek, onu nasb etmiştir.

Ebu Ali ise şöyle demiştir: Bu konuda aslolan şudur: Bazı fiiller, ikinci mef'ulüne bir harf-i cer ile taalluk ederler. Daha sonra bu kaide genişler ve o harf-i cer düşerek, fiil mef'ûle doğrudan taalluk eder. Senin  اِخْتَرْتُ مِنَ الرِّجَالِ زَيْدًا  sözün böyledir. Daha sonra bu kaide genişlemiş ve  اِخْتَرْتُ الرِّجَالَ زَيْدًا  denilmeye başlanmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

Buradaki  قَوْمِ  ifadesi ile Hz. Musa’nın kavminden muteber olanları kastedilmiş olup cins isim olan kavim, o seçilenler için kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî) 

  

 فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi  اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ, müspet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap cümlesi ...قَالَ, faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Nidanın cevabı olan …لَوْ شِئْتَ, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Nida harfinin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Şartın cevabı  اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رَبِّ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Almak manasında olan  أخذ  fiili, sağlam, şiddetli bir isabet etme manasında mecazdır. (Âşûr)

لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ [İsteseydin onları helak ederdin.] sözündeki  لَوْ  harfinin temenni manasında olması caizdir. Mana  لَوْ  harfinin asıl manasından kaynaklanmıştır. لَوْ ذاتُ سِوارٍ لَطَمَتْنِي (Keşke beni bilezikleri olan bir kadın tokatlasaydı) şeklinde bir darb-ı mesel vardır. Cevap böylesi bir durum benim için daha kolay olurdu şeklindedir. Ayette cevap  شِئْتَ أهْلَكْتَهم  şeklinde açıkça zikredilmiştir. Yani keşke onunla beraber olan 70 kişinin helakını isteseydin demektir.  أهْلَكْتَهم  cümlesi  شِئْتَ  cümlesinden bedel-i iştimâldir. Bu iştimâl münacata dönmelerine sebep olan kavmin günahları dolayısıyladır. (Âşûr)

“Ey Rabbimiz! Eğer Sen dilemiş olsaydın, daha önce buzağıya tapmakta ısrar ettikleri zaman onları, Seni görmek istediğimde de beni helak ederdin.”

Onun bu sözlerden maksadı, gelecekteki affı mûcib olması için geçmişteki affı yâd etmektir. Çünkü suçu itiraf etmek ve nimete şükretmek, hazır nimeti bağlar ve fazlasını da celbeder. Başka bir ifadeyle bu, “Eğer biz helake müstahak isek ve buna engel yalnız Senin dilememen ise Sen bize lütfedip eski cürümlerimizi bağışladığına göre bu cürmümüzü de bağışlayabilirsin.” demektir.

Bu kelamı temenniye hamletmek, “Bizden bazı beyinsizlerin yaptıklarından dolayı şimdi bizi, hepimizi helak mı edeceksin?” cümlesi dolayısıyla mümkün değildir. Bunun anlamı şudur: “Senin yüce şânının tafsilatını bilmeyen ve kaygan zeminlerde sebat gösteremeyen birtakım beyinsizlerin işledikleri suçlar yüzünden hepimizi helak mı edeceksin?” (Ebüssuûd)


 اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mekulü’l-kavle dahildir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ  masdar teviliyle  اَتُهْلِكُنَا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Hz. Musa (a.s.), “İçimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günahlar yüzünden hepimizi helak mı edeceksin?” demiştir. Beyinsizlerin yaptığından maksat, onların “Allah’ı açıktan bize göster.” (Nisa Suresi, 153) sözleridir. (Fahreddin er-Râzî)

Yine bu Hz. Musa (a.s.) ifadesi hakkında ehl-i ilim, şöyle demiştir: Musa’nın, Hakk Teâlâ’nın, başkalarının günahı sebebiyle bir kavmi imha edeceğini zannetmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla bu ifadeyi tevil etmek gerekir. Bu hususta şu iki bahis bulunmaktadır:

1. Buradaki “istifham”, inkâr manasındadır. Musa (a.s.) bu istifham ile “Sen, böyle yapmazsın.” manasını kastetmiştir.. Nitekim “Böyle yapmazsın.” manasında, “Sana hizmet edeni, sen hakir mi kılarsın?” dersin.

2. Müberred: “Bu "Bizi mahvetme!” manasında, şefkat ve merhamet talep etmeyi ifade eden bir sorudur, demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Sonuç şudur ki bu kıssadaki ibret; Allah’ın gazabından sakınmak, O’nun kuvvetinden korkmak, Musa’nın (a.s.) duası ve peygamberlerin makamı vs.’dir. (Âşûr)


 اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ 

 

Önceki manayı tekid amacıyla gelmiş istînaf cümlesidir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Menfi isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede nefiy manasındaki  اِنْ  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Müsned olan  فِتْنَتُكَ  izafeti muzafı tazim içindir. Ayrıca müsnedün ileyhe de tazim kazandırmıştır.

Haber tazim veya teşrif ifade eden bir kelimeye muzaf olursa; müsnedün ileyhin tazimine de delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu senin fitnendir. Onunla dalalete düşmek isteyen dalalete düşer. Hidayete ermek isteyen de o fitne ile hidayete erer. Sen bizim velimizsin. Sen bizim kötülüğümüz için birşey yapmazsın. O fitnelerde de bir hayır vardır. Derecelerimizin yükselmesi, günahlarımızın keffareti için vs.


تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ

 

Hal olan cümle fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

تُضِلُّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ’in sılası  تَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Aynı üsluptaki وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi, makabline tezat sebebiyle atfedilmiştir.

تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi ile  تَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

تُضِلُّ - تَهْد۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

مَنْ - تَشَٓاءُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

“O, Senin bir fitnen (sınaman)den başka bir şey değildir. Sen, onunla dilediğini idlâl, dilediğine hidayet edersin.”

Bu kelam, makabli için bir izahtır ve onların yanlışlarının kaynağını beyan etmek suretiyle özür dilemek anlamındadır. Yani “Beyinsizlerin içine düştükleri fitne ve onun sebebi yüzünden bizi helak mı edeceksin? Onların söyledikleri ancak Senin verdiğin mihnet ve imtihandır. Çünkü Sen, benimle konuşurken kelamını onlara duyurdun da o yüzden fitneye düştüler ve bulundukları yerde sebat göstermeyip fasit kıyas ile onun yukarısına göz diktiler.” (Ebüssuûd)


 اَنْتَ وَلِيُّنَا

 

Yine Musa’nın (a.s.) sözlerine dahil olan cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi amacına matuftur. 

Hz. Musa’nın bil ki “Sen bizim mevlamızsın!” sözü hasr ifade edip “Senden başka hiçbir dostumuz, hiçbir yardımcımız ve hiçbir hidayet edenimiz yoktur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

“Sen bizim mevlamızsın’” ifadesinden maksat, mağfiret ve merhamet talebine bir giriş olarak Allah Teâlâ'ya ibadetin bırakıldığını itiraf etmektir. Çünkü efendinin şanı kuluna merhamet etmek ve ona yardım etmektir. (Âşûr)

اَنْتَ وَلِيُّنَا “Sen bizim velimizsin.” Allah'tan başka yardımcı olmadığını ima eder ve açıkça kasr sıygasındadır. (Âşûr)

 

 فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا 

 

 

فَ  rabıtadır. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır. 

فَاغْفِرْ لَنَا  cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Mahzufun takdiri,  إن أذنبنا [Eğer günah işlersek] şeklindedir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Yine emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَارْحَمْنَا  cümlesi cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

فَاغْفِرْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

الوِلايَةِ  kelimesine tefri’ olarak gelmiştir.  فاغْفِرْ لَنا (bizi bağışla) sözü; kelamın kelamla detaylandırılmasıdır. Velinin affetmek zorunda olmadığını ifade eder. (Âşûr)

Mağfiret, rahmete takdim edilmiştir. Çünkü mağfiret, çok rahmetin sebebidir. Çünkü mağfiret, günahtan kaynaklanan suçlar nedeniyle Allah’ın gazabının sona ermesidir. Öfke biterse yerini rızaya bırakır.  Rıza iyilik gerektirir. (Âşûr)


وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ

 

اَنْتَ وَلِيُّنَا  cümlesine matuf olan bu son cümle, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. 

İsnadın Allah Teâlâ’ya olması karînesiyle müsnedin izafetle marife olması kasr ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu ayeti kerimeden şu sonucu çıkarılmıştır: Emr-i bil ma’ruf, nehy-i ani’l münkeri yapan birilerinin her zaman içimizde bulunması lazım. Bunu terk etmemek gerekir.

اَهْلَكْتَهُمْ - تُهْلِكُنَا ,اغْفِرْ - الْغَافِر۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

اغْفِرْ - ارْحَمْنَا - خَيْرُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayet-i Kerimede istifham edatı olan hemze soru anlamında değil, “Bizi helak etme ya Rabb!” şeklinde dua anlamında kullanılmıştır. (Elif Yavuz, Belâgat İlminde Haber ve İnşa (Bakara Suresi Örneği) )

وأنْتَ خَيْرُ الغافِرِينَ  cümlesi atıfla gelmiştir. Çünkü büyük mağfiret istemek manasında bir haberdir. Bu yüzden dua cümlesine atfedilmiştir. Sanki “Bizi bağışla, bize acı ve bütün günahlarımızı bağışla!” denilmiştir. Zira mağfiretin artması rahmetin etkilerinden biridir. (Âşûr)


Günün Mesajı

Hadîs-i şerîflerde gazap ateşinin, yine ateşten yaratılan şeytanla yakından ilgisi olduğu ifade edilmiş, öfke halinde tatbik edilmesi gereken belli başlı prensipler şöyle belirlenmiştir: 1) Allah’a sığınmak: Resûlullah sav, huzurunda birbirine söven iki kişiden birinin yüzünde öfke hali belirince şöyle buyurdu: “Ben bir söz biliyorum, eğer şu adam bunu söylerse öfkesi geçer. Bu söz, eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racîm: kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım, cümlesidir.” (Buhârî, Edeb, 76; Ebû Dâvûd, Edeb, 3) Ayrıca Efendimiz’in Ümmü Seleme annemize öğrettiği, “Ey Nebî olan Muhammed’in Rabbi Allahım! Günahlarımı bağışla ve kalbimin öfkesini gider” (İbn-i Hanbel, VI, 302) mealindeki duası da gazap ateşinden kurtulmanın çarelerindendir. 2) Abdest almak: Hz. Peygamber, “Gazap şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş, ancak su ile söndürülür. Biriniz kızdığı zaman abdest alsın.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 3) buyurmak suretiyle öfke ateşinin de abdestle söndürüleceğini belirtmiştir. 3) Bulunduğu konumu değiştirmek: Gazap hâlinde yapılması gereken bir başka şey de kişinin bulunduğu konumdan daha pasif bir duruma geçmesidir. Bu husus, Efendimiz tarafından şöyle beyan edilmiştir: “Dikkat ediniz! Öfke insanoğlunun kalbindeki bir ateş parçasıdır. Gözlerin kızardığını, boyun damarlarının şiştiğini görmez misiniz? Her kim bunun eserini duyarsa, yere uzansın.” (Tirmizî, Fiten, 26) Bir başka hadiste de: “Biriniz öfkelendiğinde, ayakta ise otursun. Yine sakinleşmezse yanı üzere yatıversin” buyrulmaktadır. (Ebû Dâvûd, Edeb, 3) 4) Susmayı tercih etmek: Kavgalı iki kişinin birbirlerine karşı hakaret ettikçe öfkelerinin dozunun arttığı bilinen bir durumdur. Bu sebeple olmalıdır ki Resûl-i Ekrem “Biriniz öfkelendiğinde sussun” buyurmuştur. (İbn-i Hanbel, I, 239) Zira basit bir sebeple öfkelenen kişinin, gazap hâlinde hezeyanda bulunması durumunda umulmadık sonuçların ortaya çıkması mümkündür. Hz. Peygamber, huzurunda Hz. Ebûbekir’e hakaret eden birisine karşı onun bir süre ses çıkarmamasından hoşnut kalmış, daha sonra aynı şekilde karşılık vermesi üzerine oradan ayrılmak istemişti. Bilahare Hz. Ebûbekir, yaptığının yanlış olup olmadığını sorunca Efendimiz, şöyle buyurmuştur: “Doğrusu sustuğun vakit senin adına o kişiye cevap veren bir melek vardı. Ancak aynı şekilde sen de karşılık vermeye başlayınca melek gitti, yerine şeytan geldi. Şeytanın geldiği yerde ben bulunamam.” (İbn-i Hanbel, II, 436) Resûlullah’ın kızdığı anlarda öfkelendiği kimseden “yüzünü çevirmesi, onunla ilgilenmemesi” de bu tedavi metodunun bir başka çeşidi olsa gerektir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 17; İbn-i Hanbel, III, 14)

https://www.islamveihsan.com/ofkelenince-ne-yapmali.html

Sayfadan Gönüle Düşenler

Hayatının her döneminde, bir Peygamber’i gönlüne yakın bulursun. Onların hallerini hatırlayarak, bulunduğun hal için güç kazanır ve gönlünü umutla doldurursun.

 

Her duygu halindeyken Peygamber Efendimiz hz. Muhammed, hastalandığında hz. Eyyub, kaçıp gitmek istediğinde hz. Yunus, sevdiğini kaybettiğinde hz. Nuh, çaresiz kaldığında hz. Lut, affetmek zor geldiğinde hz. Yusuf, istediğine kavuşmayı beklediğinde hz. Zekeriyya, belirsizlikler arasında kaldığında hz. İbrahim, sahip olduklarını yitirdiğinde hz. Adem ve pes etmek istediğinde hz. Musa gelsin aklına. Duaları yoldaşın olsun. Hayatları ise rehberin. Zorlukların ardından kazanmaları azmin olsun. Teslimiyetleri ise hakikatin.

Toplumsal imtihan sürecinden geçerken, kul, önce dönüp kendisine bakar. Eksikliklerini araştırır. Ağırdan aldığı tövbesine sıkıca sarılır. Değerini bilmediklerinin şükrünü eder. Ne olursa olsun, Allah’a teslim olan kul için sonucun, yalnız ve yalnız zafer olduğunu hatırlar. Kendisine bakmaya devam ederken, diğer gözüyle de dışarıya bakar. Hz. Musa’nın İsrailoğullarıyla olan mücadeleleri üzerinde düşünür. Ve onun dualarından birini mırıldanır:

“Ey Rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en hayırlısısın!”

Allahım!
Dünya üzerinde cezalandırdığın, ahiretinde de cezalandıracağın beyinsizlerden ve cahillerden biri olmaktan Sana sığınırım. Onlara ve hareketlerine gönlümde yer vermekten Senden sakınırım. Beni; Sana teslim olanlardan, doğruya ilettiklerinden, merhametinle muamele ettiklerinden ve salih kullarından eyle.

Ey merhametlilerin merhametlisi! Dünya ve ahiretini teslimiyetle kazanmamda, yanlışlarımı doğruya çevirmemde, ibadetlerimi ihlasla kuvvetlendirmemde, halimi takvayla güzelleştirmemde, dilimi ve kalbimi zikrinle süslememde yar ve yardımcım ol.

(Ramazan ayımız mubarek, oruç ve ibadetlerimiz kabul olsun. Ramazan ayının her köşesinde gizlenmiş bereket ve hayırlarından nasiplenenlerden olmak duasıyla.)

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji