17 Ekim 2024
A'râf Sûresi 156-159 (169. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 156. Ayet

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ  ...


“Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاكْتُبْ ve yaz ك ت ب
2 لَنَا bize
3 فِي
4 هَٰذِهِ bu
5 الدُّنْيَا dünyada د ن و
6 حَسَنَةً iyilik ح س ن
7 وَفِي ve
8 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
9 إِنَّا biz
10 هُدْنَا yöneldik ه و د
11 إِلَيْكَ sana
12 قَالَ (Alah) buyurdu ki ق و ل
13 عَذَابِي azabıma ع ذ ب
14 أُصِيبُ uğratırım ص و ب
15 بِهِ onu
16 مَنْ kimseyi
17 أَشَاءُ dilediğim ش ي ا
18 وَرَحْمَتِي ve rahmetim ise ر ح م
19 وَسِعَتْ kaplamıştır و س ع
20 كُلَّ her ك ل ل
21 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
22 فَسَأَكْتُبُهَا onu yazacağım ك ت ب
23 لِلَّذِينَ kimselere
24 يَتَّقُونَ korunanlara و ق ي
25 وَيُؤْتُونَ ve verenlere ا ت ي
26 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
27 وَالَّذِينَ ve kimselere
28 هُمْ onlar
29 بِايَاتِنَا ayetlerimize ا ي ي
30 يُؤْمِنُونَ inanıyorlar ا م ن

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اكْتُبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لَنَا  car mecruru  اكْتُبْ  fiiline müteallıktır.  ف۪ي هٰذِهِ  car mecruru  اكْتُبْ  fiiline müteallıktır.  الدُّنْيَا  işaret isminden bedel veya onun sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

حَسَنَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri;  اكْتُبْ  şeklindedir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. 

هُدْنَٓا  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

هُدْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  هُدْنَٓا fiiline müteallıktır. 


قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ  ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

عَذَاب۪ٓي  mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اُص۪يبُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اُص۪يبُ  merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

بِه۪  car mecruru  اُص۪يبُ  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اَشَٓاءُ  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Mef’ûlu hazfedilmiştir. Takdiri ; إصابته  şeklindedir.

اُص۪يبُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  صوب  ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  عَذَاب۪ٓي ’ye matuftur.  رَحْمَت۪ي  mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَسِعَتْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

وَسِعَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

  

 فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ

 

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Fiilin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  سَاَكْتُبُهَا  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  سَاَكْتُبُهَا  fiiline  müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَّقُونَ  ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

يَتَّقُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  يَتَّقُونَ  fiiline matuftur.  يُؤْتُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الزَّكٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , atıf harfi  وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi,  وقي ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ

 

Ayetin ilk cümlesi  فَاغْفِرْ لَنَا  cümlesine matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmesine rağmen dua manasında olduğu için cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

İşaret isminde istiare vardır. Ahiret ve dünya hayatı  هٰذِهِ  ile işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَة  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

حَسَنَةً  ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

Hz. Musa (a.s.) önce, “Sen, bizim mevlâmızsın” diyerek, kendisinin Allah’dan başka velisi, dostu bulunmadığını ifade etmiştir. Velî ve yardımcıdan ise iki şey beklenir: Birisi, zararları gidermesi, ikincisi fayda temin etmesidir. Zararı giderme, fayda temininden daha öncedir.. İşte bundan dolayı Hz. Musa, “Bizi bağışla ve bize rahmet et!” diyerek, Allah’dan önce zararı def etmesini, sonra da bunun peşi sıra, “Dünyada da ahirette de bize hasene (iyilik) yaz” diyerek, Allah’dan fayda temin etmesini dilemiştir. (Fahreddin er-Râzî)


اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ

 

Ayetin bu cümlesi duanın sebebi mahiyetinde, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.  اِنَّ  ’nin haberi mazi fiil gelerek hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ  [Ve bize hem bu dünyada iyilik] yani afiyet, iyi bir hayat ve kullukta muvaffakiyet [yaz] ver, nasip eyle, [hem de ahirette] cennet nasip et.  اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ  [Şüphesiz, biz Sana yöneldik] sana yönelip tövbe ettik. هاد - اِلَيْهِ يهود , döndü, tövbe etti anlamındadır.

هاد , هود  kelimesinin çoğulu olup ‘Allah’a dönüş yapan, yönelik olan’ anlamındadır. (Keşşâf)

Azap ile ilgili beyanda gelecek zaman kipiyle  اُص۪يبُ  buyurulduğu halde rahmet konusunda geçmiş zaman kullanılarak  وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ  buyurulması gösterir ki, rahmetin genişliği başlangıç açısından, azap meşiyyeti (dileği) de şimdiki zaman veya gelecek zaman açısından söz konusudur. Demek ki rahmet işin aslı, azap da ayrıntısıdır. Yani aslolan rahmet, yaratıcının zatının gereği, azap ise kulların durumları gereğidir. 

عَذَاب۪ى اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَاۤءُ [Azabımı, kime dilersem ona isabet ettireceğim.] karşılığıyla rahmetteki  وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ [rahmetim her şeyi kapladı] genel hükmünü devam ve gelecek zaman bakımından da bir tahsis anlamı vardır. Da. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Allah Teâlâ, buzağıya tapanların tövbesini, onların nefislerini öldürmeleri olarak tayin buyurunca, Musa duasında zımnen bunun hafifletilmesini ve kolaylaştırılmasını diledi. (Ebüssuûd)


  قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli, عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinin haberi muzari fiil sıygasında cümle şeklinde gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اُص۪يبُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası  اَشَٓاءُۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

شَٓاء  fiilinin mef’ûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Genel olarak  شَٓاء   fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîp birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Önceki ayetteki azamet zamirinden, bu cümlede müfred mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.

عَذَاب۪ٓي  izafeti, veciz ifade kastı yanında muzâfun tazimi içindir.


وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ 

 

Cümle  وَ ’la makabline, tezat nedeniyle atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sübut ifade eden isim cümlesinin haberi mazi fiil sıygasında cümle şeklinde gelerek hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ cümlesiyle,  وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

رَحْمَت۪ي - عَذَاب۪ٓي  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

شَيْءٍۜ  ’deki tenvin kesret, nev ve tazim içindir.


فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ

 

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümle istikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiştir.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  فَسَاَكْتُبُهَا ,  لِلَّذ۪ينَ ‘ya müteallıktır. Sılası  يَتَّقُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.

Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri onlara tazim içindir.

Aynı üslupla gelen  وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ  cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

Cümledeki ikinci mevsûl, birinciye matuftur. Sılası  هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

بِاٰيَاتِنَٓا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Müfred mütekellim zamirinden azamet zamirine iltifat vardır.

الَّذ۪ينَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاكْتُبْ - فَسَاَكْتُبُهَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Namaz bütün ibadetlerden önemli olduğu halde burada zekatla birlikte zikredilmemesi takvanın zikri dolayısıyladır. Takva; bütün vâcip fiilleri ve günahları terk etmeyi ifade eder. Zekatın zikredilmesi ise tariz maksadıyladır. Musa'nın (a.s.) kavmi ağır bir yükümlülük sayarak zekat vermemişlerdi. (Ebüssuûd)

Bu ve devamındaki iki ayet aslında Allah (cc) ile Musa (a.s.) arasında geçen diyalogdan bir cümledir. Fakat bu ifadeler aynı zamanda Hz. Musa (a.s.) kıssasının anlatıldığı pasajın arasına girmiş ve pek çok konu hakkında hüküm çıkarılabilecek ayetlerin de başlangıcıdır. Kıssaya tekrar dönülmesi ise istiṭrat olduğunu göstermektedir. (Hasan Uçar, Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bu cümlede Allahın buyrukları iki kısma ayrılır:

1-Yapılması gerekli olan fiiller. Bu mükellefiyetler de ya insanın malına, ya da kendisine yöneliktir. Birinci kısım, zekattır ve Cenab-ı Hak, “Zekatını veren (kimseler)” buyurarak buna işaret etmiştir. 

2- İlim ve amel yönünden, insana vâcip olan şeylerdir. İlim, (Allah’ı) bilip tanımaktır. Amel de dil ile ikrar ve uzuvlar ile ibadet etmektir ki namaz buna dahildir. İşte ayetteki, “Ayetlerimize iman eden kimseler..” ifadesi ile de, bunların toplamına işaret edilmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

 هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ  ifadesinde de Musa'nın kavmine tariz vardır. Çünkü onlar, Musa'nın o zamana kadar getirdiği büyük mucizeleri de bulutların onları gölgelendirmesi, gökten kudret helvası ve bıldırcın kuşlarının indirilmesi gibi ondan sonra getireceği mucizeleri de inkâr ettiler. (Ebüssuûd)


A'râf Sûresi 157. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟  ...


Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 يَتَّبِعُونَ uyarlar ت ب ع
3 الرَّسُولَ o Elçi’ye ر س ل
4 النَّبِيَّ o Peygamber’e ن ب ا
5 الْأُمِّيَّ ümmi ا م م
6 الَّذِي
7 يَجِدُونَهُ buldukları و ج د
8 مَكْتُوبًا yazılı ك ت ب
9 عِنْدَهُمْ yanlarında ع ن د
10 فِي
11 التَّوْرَاةِ Tevrat
12 وَالْإِنْجِيلِ ve İncil’de
13 يَأْمُرُهُمْ kendilerine emreden ا م ر
14 بِالْمَعْرُوفِ iyiliği ع ر ف
15 وَيَنْهَاهُمْ ve kendilerini meneden ن ه ي
16 عَنِ -ten
17 الْمُنْكَرِ kötülük- ن ك ر
18 وَيُحِلُّ ve helal kılan ح ل ل
19 لَهُمُ onlara
20 الطَّيِّبَاتِ güzel şeyleri ط ي ب
21 وَيُحَرِّمُ ve haram kılan ح ر م
22 عَلَيْهِمُ onlara
23 الْخَبَائِثَ çirkin şeyleri خ ب ث
24 وَيَضَعُ ve kaldırıp atan و ض ع
25 عَنْهُمْ onlardan
26 إِصْرَهُمْ ağırlıkları ا ص ر
27 وَالْأَغْلَالَ ve prangaları غ ل ل
28 الَّتِي öyle ki
29 كَانَتْ idiler ك و ن
30 عَلَيْهِمْ onların üzerinde
31 فَالَّذِينَ artık onlar
32 امَنُوا inananlar ا م ن
33 بِهِ O’na
34 وَعَزَّرُوهُ ve O’na saygı gösterenler ع ز ر
35 وَنَصَرُوهُ ve O’na yardım edenler ن ص ر
36 وَاتَّبَعُوا ve uyanlar ت ب ع
37 النُّورَ nura ن و ر
38 الَّذِي
39 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
40 مَعَهُ O’nunla beraber
41 أُولَٰئِكَ işte
42 هُمُ onlar
43 الْمُفْلِحُونَ felaha erenlerdir ف ل ح

Tevrat i iyi bilen ünlü sahâbi Abdullah Ibni Amr Ibni Âs,Resûl-i Ekrem
‘in , Kur’an’daki bazi ozellikleriyle Tevrat’ta da söyle tanitildigini soylemistir: ” Ey Peygamber ! Biz seni bir sahit, bir mujdeci ve bir uyarici olarak gonderdik. Ayni zamanda ümmilere ( Araplara) siğinak yaptik. Elbette sen Benim kulum ve Elçimsin . Ben sana Mütevekkil adini verdim. Bu Peygamber kötü huylu, kati kalpli, çarşi pazarda bağirip çağiran biri degildir. Kötülüğe kotulukle karsilik vermez;aksine affeder, bağislar . Allah doğru yoldan sapan milleti ( Araplari ) onun yol gostermesiyle lâ ilahe illallah diyerek dogru yola iletmedikce ruhunu almaz. Allah bu kelime-i tevhid ile kör gozleri , sağir kulaklari ve kapali gonulleri açacaktir.
(Buhari,Büyü 50, Tefsir 48\3)

Resul-i Ekrem ‘in gelecegine dair Tevrat’ta bulunan âyetlerden biri şudur:” Onlar icin kardesleri arasindan senin gibi bir peygamber cikaracagim ve sozlerimi onun agzina koyacagim ve ona emredecegim her seyi onlara soyleyecek.”
( Tesniye 18/15-19)

خبث Habuse : خُبْثٌ ve خَبِيثٌ mastarları kötülük, aşağılık ve alçaklık yönünden kerih ve fena görülen somut ve soyut şeyleri kapsar. Asıl manası iç dünyası tıpkı demirin cürufu gibi kötü ve bozuk olan manasına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli habistir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

أمَّ Emme : اُمٌّ kelimesi anne demektir. Bir şeyin varlığı, eğitimi, ıslahı ve başlangıcı için asıl olan herşeye de anne denir. Örneğin Kuran-ı Kerim’in başlangıcında olması sebebiyle Fatiha suresine Ümmü-l kitab denmektedir. اُمَّةٌ ümmet herhangi bir şeyin bir araya getirdiği topluluktur. Bu şey bir din, bir zaman ya da bir mekan olabilir. Çoğulu ise اُمَمٌ kelimesidir. اُمِّيٌّ yazmayan ve bir kitaptan okumayan anlamına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 119 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri imam, imâme ,ümmet ve ümmîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ

 

Önceki ayettteki  اَلَّذ۪ينَ ‘deki ism-i mevsûlden bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَّبِعُونَ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَتَّبِعُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الرَّسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  النَّبِيَّ  kelimesi  الرَّسُولَ ‘den bedel veya  onun sıfatıdır.  الْاُمِّيَّ  kelimesi  النَّبِيَّ  ‘nin sıfatıdır.

الَّذ۪ي  müfret müzekker has ism-i mevsûlu,  النَّبِيَّ ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَجِدُونَهُ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.  مَكْتُوباً  kelimesi  يَجِدُونَهُ ‘deki gaib zamirinin hali olup fetha ile mansubtur.

عِنْدَهُمْ  mekân zarfı,  يَجِدُونَهُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فِي التَّوْرٰيةِ  car mecruru  يَجِدُونَهُ  fiiline müteallıktır.  الْاِنْج۪يلِۘ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  التَّوْرٰيةِ  ‘ye matuftur.

يَتَّبِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

مَكْتُوباً  kelimesi sülâsî mücerred olan  كتب  fiilinin ism-i mef’ûludur.



 يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ 

 

Fiil cümlesidir.  يَأْمُرُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru  يَأْمُرُهُمْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  يَنْهٰيهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَنِ الْمُنْكَرِ  car mecruru  يَنْهٰيهُمْ  fiiline müteallıktır.

الْمُنْكَرِ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.


  وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  يُحِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

لَهُمُ  car mecruru  يُحِلُّ  fiiline müteallıktır.  الطَّيِّبَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

وَ  atıf harfidir.  يُحَرِّمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  يُحَرِّمُ  fiiline müteallıktır. 

الْخَبَٓائِثَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  يَضَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  عَنْهُمْ  car mecruru  يَضَعُ  fiiline müteallıktır.

اِصْرَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.

الْاَغْلَالَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  اِصْرَهُمْ ‘e matuftur.

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûlu,  الْاَغْلَالَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubtur.

İsm-i mevsûlun sılası  كَانَتْ ‘ın dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَتْ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri  هى ’dir.

عَلَيْهِمْ  car  mecruru  كَانَتْ ‘in mahzuf haberine müteallıktır.

يُحَرِّمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرم ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.   

  

فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا بِه۪ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır.

عَزَّرُوهُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  عَزَّرُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

نَصَرُوهُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  نَصَرُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اتَّبَعُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  اتَّبَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

النُّورَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الَّـذ۪ٓي  müfred müzekker has ism-i mevsûlu,    النُّورَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْزِلَ مَعَهُٓ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اُنْزِلَ  fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مَعَ  mekân zarfı,  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamiri  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمنdir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟

 

Cümle  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْمُفْلِحُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْمُفْلِحُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْمُفْلِحُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْمُفْلِحُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.  

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ

 

Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemal-î ittisâldir.  لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ ‘den bedel konumundaki has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası  يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  الرَّسُولَ , النَّبِيَّ ’den bedeldir. 

Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılması bedel ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir.  (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

النَّبِيَّ , الْاُمِّيَّ  için sıfattır. Bedel ve sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

النَّبِيَّ ’nin ikinci sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası  … يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً  , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْاُمِّيَّ  kelimesinin birkaç manası vardır:

  • Anaya veya Arab ümmetine mensub,
  • Annesinden doğduğu gibi saf ve temiz kalmış,
  • Mekke’ye ait,
  • Okuma-yazma konusunda tecrübesi olmadığı halde geçmiş ve gelecek bilgisini kendisinde toplamış olan Efendimiz’in sıfat veya ismidir. (Ebüssuûd)

Burada Efendimiz’in ümmî ve nebî olduğu bir arada ifade edilmiştir. Nebî; bilindiği gibi çok önemli bir haber veren kişi için kullanılır.

[O Resul, O ümmî nebi] vasfıyla anılması, “O risaleti ve nübüvveti açık olan mucize sahibi peygamber” demekten daha açık seçik bir belâgat örneğidir. (Elmalılı) 

Bir görüşe göre Resul unvanı Allah Teâlâ'ya; Nebi veya Peygamber unvanı ise ümmete nispetledir. (Ebüssuûd)


 يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ

 

وَ  olmadan gelen bu cümle  الرَّسُولَ ’den müekked haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müekked hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade etmektedir. İki çeşittir: hal-i müessese ve hal-i müekkede. Müesses hal, onsuz cümlenin tam olarak anlaşılmadığı hal türüdür. Müekked hal ise cümlenin manası onsuz anlaşıldığı gibi cümlenin anlamını tekid etmek amacını güder. Hal-i müekked, kendisinden önceki fiille lafzen farklı olmakla beraber manen aynı olabileceği gibi lafzen ve manen de aynı olabilir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ  cümlesiyle  يَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَأْمُرُهُمْ - يَنْهٰيهُمْ  ve الْمَعْرُوفِ - الْمُنْكَرِ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


  وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ

 

Makabline matuf cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupla gelen …  وَيُحَرِّمُ  cümlesi, tezat sebebiyle …يُحِلُّ  cümlesine atfedilmiştir.

يُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ  cümlesiyle  وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يُحِلُّ - يُحَرِّمُ  ve  الطَّيِّبَاتِ - الْخَبَٓائِثَ  ve عَلَيْهِمْۜ - لَهُمُ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ

 

Yine müspet muzari fiil sıygasında gelerek makabline atfedilen cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki fiiller muzari sıygada gelerek  hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

الْاَغْلَالَ ’nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّت۪ي  ‘nin sılası  كَانَ , كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَانَ ’nin haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

وَضَع ; koymak demektir.  عَنْ  harfiyle gelince kaldırmak manasında olur. Fiilin bir harfle gelerek farklı anlam kazanması tazmin sanatıdır.

”Onlardan yüklerini, günahlarını ve onların üzerinde bulunan prangaları, zincirleri kaldırır” ibaresinde yük ve zincirler zor mükellefiyetler ve hükümler için müstear olarak kullanılmıştır. İstiare vardır. (Âşûr)

Resulün hal ve sıfatlarının sayıldığı bu cümlelerde taksim sanatı vardır.


فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟

 

فَ  istînâfiyyedir. Âşûr fasiha olduğunu söylemiştir.

Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması sonradan gelecek habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir. Sılası  اٰمَنُوا بِه۪ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu cümleyi takip eden ve aynı üslupta gelen  وَعَزَّرُوهُ , نَصَرُوهُ , اتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ  cümleleri sılaya matuftur.

النُّورَ ’nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası  اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara delalet eder. (Vakafat, S. 107)

Mevsûllerde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. الَّذ۪ينَ - الَّت۪ي - الَّذ۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Haberin marife gelmesi ve fasıl zamiri olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi ayrıca sübut ifade eder. Haberin  الْ  takısıyla marife gelişi kasr sebebidir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Onlar sadece kurtulanlara tahsis edilmiştir. Bu kasr izafîdir. Felaha erenler küfredenler değil sadece bu vasıflara sahip olanlardır.

Çünkü Musa'nın (a.s.) duası; dinine tabi olan herkes için dünyada ve ahirette mağfiret, rahmet ve iyilik yazılmasıydı. Musa (a.s.) bu duanın Muhammed (sav)’in gelişinden sonra yine Musa'nın (a.s.) dinine uyanları kapsamasını istememişti. Bu kasr; ihtiras için gelmiştir. Ancak iddiaî olması da caizdir. Bu durumda kemâl derecedeki felah sıfatının Muhammed (sav)’e tabi olanlar için olduğuna delalet eder. (Âşûr) 

 Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim içindir. (Âşûr)

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Resule tabi olan kimselerin özellikleri, iman edip saygılı davranmak, desteklemek ve onunla birlikte indirilen nura tabi olmak şeklinde sıralanarak taksim yapılmış, kurtuluşa erenler olmaları açısından cem’ edilmiştir.

Hayra davet eden, emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münkeri yapan  kimseler, üstün vasıflar taşımaları, bu vasıflarıyla diğer insanlardan temayüz etmeleri sebebiyle felah ve kurtuluşa hak kazanmışlardır.

Resulullah’tan (sav) rivayet olunduğuna göre “Marûf ile emr ve münkerden nehyedenler, yeryüzünde Allah’ın, Resulü’nün ve kitabının halifesidir.” (Ebüssuûd)

يَتَّبِعُونَ - وَاتَّبَعُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

التَّوْرٰيةِ - الْاِنْج۪يلِۘ ;  اِصْرَهُمْ - الْاَغْلَالَ عَزَّرُوهُ  - نَصَرُوهُالْمُفْلِحُونَ - الْخَيْرِ - الْمَعْرُوفِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hz. Peygamberin (sav) Bu Ayetteki Dokuz Sıfatı: 

1- Resul olması. Örfe göre, bu kelime bilhassa Allah Teâlâ’nın insanlara buyruklarını tebliğ etmesi için gönderdiği (görevlendirdiği) kimse hakkında kullanılır.

2- Nebi olması. Bu da O’nun, Allah Teâlâ katında mertebesinin yüce olduğuna delalet eder.

3-  Ümmîlik Sıfatı

4-  Cenab-ı Hakk’ın, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de (ismini ve sıfatlarını) yazılı bulacakları, buyruğu ile anlatılan husustur.

5- Cenab-ı Hakk’ın, ‘’kendilerine iyiliği emrediyor” ifadesidir.

6- Allah Teâlâ’nın, ‘’onları kötülükten nehyediyor” ifadesiyle anlatılan sıfattır.

7- وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ buyruğunun anlattığı husustur.

8-  Ayetteki " murdar-pis şeyleri üzerlerine haram kılıyor” ifadesinin anlattığı husustur.

9- ‘’ O, onların ağır yüklerini ve sırtlarındaki zincirleri indiriyor...” ifadesinin beyan ettiği husustur. (Fahreddin er-Râzî)

 
A'râf Sûresi 158. Ayet

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعاًۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ  ...


(Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَيُّهَا ey
3 النَّاسُ insanlar ن و س
4 إِنِّي muhakkak ben
5 رَسُولُ Elçisiyim ر س ل
6 اللَّهِ Allah’ın
7 إِلَيْكُمْ sizin
8 جَمِيعًا hepinize ج م ع
9 الَّذِي
10 لَهُ onundur
11 مُلْكُ mülkü م ل ك
12 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
13 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
14 لَا yoktur
15 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
16 إِلَّا başka
17 هُوَ kendisinden
18 يُحْيِي yaşatır ح ي ي
19 وَيُمِيتُ ve öldürür م و ت
20 فَامِنُوا gelin inanın ا م ن
21 بِاللَّهِ Allah’a
22 وَرَسُولِهِ ve O’nun Elçisine ر س ل
23 النَّبِيِّ peygamberi ن ب ا
24 الْأُمِّيِّ ümmi ا م م
25 الَّذِي ki o
26 يُؤْمِنُ inanmaktadır ا م ن
27 بِاللَّهِ Allah’a
28 وَكَلِمَاتِهِ ve O’nun sözlerine ك ل م
29 وَاتَّبِعُوهُ O’na uyun ki ت ب ع
30 لَعَلَّكُمْ belki
31 تَهْتَدُونَ doğru yolu bulursunuz ه د ي

Bu âyet, Hz. Muhammed’in risâletinin, yalnız Araplar’ı değil, bütün insanları kapsadığını gösteren en kesin delillerdendir. Bu husus, Sebe’ sûresinin 28. âyetinde de benzer bir üslûpla bildirilmiştir. Âyetin Mekke’de inmiş olması, Hz. Peygamber’in daha o zaman böyle bir evrensel risâletle şereflendirilmiş olduğu hususunda bilgilendirildiğini göstermektedir. Ayrıca burada, bazı yahudilerin, “Muhammed gerçekten peygamberdir, ama sadece Araplar’ın peygamberidir; yahudilere gönderilmemiştir” diyerek onun bir millî peygamber olduğunu ileri süren iddiaları da reddedilmektedir (bk. Râzî, XV, 26). Esasen, Hz. Muhammed sadece son peygamber değil, aynı zamanda bütün peygamberler içinde, tebliğ ettiği kitapta risâletinin evrensel olduğu açıkça belirtilen tek peygamberdir; İslâmiyet de cihanşümul olduğu kesin ifadelerle bildirilen tek dindir. Her ne kadar bugün Hıristiyanlık fiilen evrensel bir din haline gelmişse de mevcut İncil metinlerinde Îsâ’nın evrensel peygamber olup olmadığı konusunda çelişkili ifadeler bulunmaktadır. Nitekim İnciller’de Hz. Mûsâ gibi Hz. Îsâ da genellikle İsrâiloğulları’na hitap eder; ayrıca Matta’da (15/24) onun “Ben İsrâil evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim” şeklinde sarih bir ifadesi bulunmaktadır. Yine Matta’da (10/5-6), havârilerini tebliğle görevlendirirken, “Milletler yoluna gitmeyin ve Sâmirîyeliler’in şehirlerinden hiçbirine girmeyin; fakat daha ziyade İsrâil evinin kaybolmuş koyunlarına gidin” demesi Hz. Îsâ’nın yalnız İsrâiloğulları’na gönderilmiş bir peygamber olduğu kanaatini güçlendirmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de de Hz. Îsâ’dan söz edilirken “Onu İsrâiloğulları’na bir elçi kılacak” (Âl-i İmrân 3/49) ifadesi kullanılmakta ve onun İsrâiloğulları’na “Size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim” (Saf 61/6) şeklinde hitap ettiği bildirilmektedir. Bu açıklamalar karşısında, mevcut İnciller’in son bölümlerinde yer alan “Bütün dünyaya gidin, İncil’i bütün hilkate vaaz edin” vb. ifadelerin (Markos 16/15; Matta 28/19) mevsukiyeti, yani bir tahrif ve ilâve sonucu olup olmadığı tartışmaya açık bulunmaktadır. Ancak, Hıristiyanlığın evrensel bir din olup olmadığı tartışması bir yana, yukarıdaki âyet karşısında Kur’an bakımından artık bütün eski dinler geçerliliğini kaybetmiş olup, kitap ehli de dahil olmak üzere bütün insanlar Allah’a ve O’nun resulü Hz. Muhammed’e iman edip hidayete erebilmek için o resule tâbi olmaya çağırılmaktadır. Âyette Allah’ın birliği, kudret ve hükümranlığının mutlaklığı vurgulanarak dolaylı bir şekilde, İslâm dininin, diğer yönlerden olduğu gibi tevhid noktasından da, az çok tahrife uğrayan eski kitâbî dinlerden farklı bulunduğuna ve hak din olduğuna işaret edilmektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 607-608

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعاًۨ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَٓا  nida harfidir.  أَیُّ  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلنَّاسُ  münadadan bedeldir.

Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ  cümlesidir.  اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  رَسُولُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَيْكُمْ  car mecruru  رَسُولُ ‘ye müteallıktır.  جَم۪يعاً  kelimesi  اِلَيْكُمْ  ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubtur.


 الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ

 

İsim cümlesidir. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri;  هو  şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  muahhar mübtedadır.  السَّمٰوَاتِ  kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ  kelimesine matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۖ 

 

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri;  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

يُحْـي۪  fiili  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesinin bedelidir.  يُحْـي۪  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

وَ  atıf harfidir.  يُم۪يت  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.


  فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن أردتم الهداية والفوز بالجنّة فآمنوا (Eğer hidayete ermek ve cenneti kazanmak istiyorsanız iman edin.) şeklindedir.

اٰمِنُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  اٰمِنُوا  fiiline müteallıktır. 

رُسُلِه۪  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

النَّبِيِّ  kelimesi  رَسُولِهِ ‘den bedeldir.  الْاُمِّيِّ  kelimesi  النَّبِيِّ ‘nin sıfatıdır.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûlu,  الْاُمِّيِّ ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُؤْمِنُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline müteallıktır.

كَلِمَاتِه۪  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اتَّبِعُوهُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  اٰمِنُوا  fiiline matuftur.  اتَّبِعُوهُ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَعَلَّ  , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تُرْحَمُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَهْتَدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اتَّبِعُوهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعاًۨ 

 

Cümle istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Âşûr bu cümlenin İsrailoğulları kıssaları arasında bir itiraz cümlesi olduğunu söylemiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavli olan …يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعاًۨ  cümlesi,  اِنِّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

جَم۪يعاًۨ  haldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

رَسُولُ اللّٰهِ  izafeti, veciz ifade kastı taşıması yanında, lafza-i celâle muzâf olan  رَسُولُ  için şan ve şeref ifade etmektedir.


الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ 

 

Fasılla gelen müstenefe cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  الَّذ۪ي , takdiri  هُوَ  olan mahzuf mübtedanın haberidir.

Haberin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastıyla birlikte tahsis ifade eder. Çünkü bahsedilen Allah Teâlâ’dır.

لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ , mevsûlün sılasıdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ  muahhar mübtedadır. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifade etme kastına matuftur.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

  

  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۖ 

 

 

İstînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle önceki sıla cümlesinden bedeldir.

İlâhlıkta tek olduğu manasını tekid için lafza-i celâl’in hali olarak gelmiştir. Vahdaniyet sıfatının gerçek olduğunu ifade eden hakiki kasrdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsmi  اِلٰهَ  olan  لَٓا ’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri;  معبود بحقّ  (gerçek mabuttur) veya  موجود (vardır) olabilir. 

هُوَ , mahzuf haberdeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

لَٓا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. 

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesinden bedel veya Âşûr’a göre hal olan müspet muzari fiil sıygasındaki  يُحْـي۪  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَيُم۪يتُۖ  cümlesi, makabline tezat sebebiyle atfedilmiştir.

 يُحْـي۪  cümlesiyle, وَيُم۪يتُۖ  cümlesi arasında mukabele ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.


فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ

 

فَ  mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf şartın takdiri;  إن أردتم الهداية والفوز بالجنّة  (Eğer hidayete ermek ve cenneti kazanmak istiyorsanız ) şeklindedir.

Cevap cümlesi olan …اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  النَّبِيِّ  ,  لِلَّذ۪ي ‘nin ikinci sıfatıdır. Sılası … يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ  , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Aynı üslupta gelen  وَاتَّبِعُوهُ  cümlesi,  اٰمِنُوا  cümlesine tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

الَّذ۪ي  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

كَلِمَاتِه۪ , resullere verilen bütün kitapları ve vahiyleri kapsar.  كُتُبِهِ  değil de  كَلِمَاتِه۪ ‘nin tercih edilmesi Muhammed (sav)’e iman etmeye ima içindir. Çünkü Îsa (a.s.)  كَلِمَةُ اللَّهِ ‘dir. (Âşûr)


لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

تَهْتَدُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Lafza-i celâlin, tazim, telezüz ve kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُؤْمِنُ - اتَّبِعُوهُ  - تَهْتَدُونَ  ve النَّبِيِّ - رَسُولِهِ  ve  للّٰهِ - اِلٰهَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Resulullah’ın (sav) ümmî ve nebi olduğu tekrar edilmiştir. Reddü'l-acüz ale's-sadr vardır. Ondan resul şeklinde bahsedilmesi, emrine uyulması gerektiğini kuvvetle ifade etmek içindir.

Arkadan zikredilen sıfatların zihinde yerleşmesi için burada zamir yerine açık isim gelmiştir. Burada risaletin manasının açıkça bilinmesi ve yerleşmesi kastı da vardır. Yani biz O’na resul olduğu ve Allah’a iman ettiği için iman ederiz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu ayet-i kerimede kelamın gelişine uygun olarak  فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَ بي  gelmesi beklenirdi. Ama, “bana değil, takip eden sıfatlara sahip olan Resul’e iman edin” denmesi daha ikna edicidir.

فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ  cümlesinde mütekellim sıygadan gaib sıygaya iltifat vardır.
A'râf Sûresi 159. Ayet

وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ  ...


Mûsâ’nın kavminden (insanları) hak ile doğru yola ileten ve onunla adaletli davranan bir topluluk da vardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ ve
2 قَوْمِ kavminden ق و م
3 مُوسَىٰ Musa’nın
4 أُمَّةٌ bir topluluk vardır ا م م
5 يَهْدُونَ hakka götüren ه د ي
6 بِالْحَقِّ doğrulukla ح ق ق
7 وَبِهِ ve onunla
8 يَعْدِلُونَ adalet yapan ع د ل

Müfessirler, bu âyetin iki farklı anlamı ifade edebileceğini düşünmüşlerdir. Bir ihtimale göre âyetteki “Mûsâ’nın kavminden bir topluluk”tan maksat, Hz. Mûsâ döneminde ve daha sonraki devirlerde Mûsâ dininin tahrif edilmemiş şeklini korumayı ve ona göre yaşamayı başarmış İsrâiloğulları olup âyette onların gerçeği görüp kabul ettikleri ve bu sayede inanç ve yaşayışta aşırılıklardan sakınarak âdil davrandıkları, adaletle hükmettikleri bildirilmektedir. Daha zayıf görülen diğer ihtimale göre âyette Hz. Muhammed döneminde yaşayıp onun tebliğini kabul etmiş olan Abdullah b. Selâm gibi yahudi asıllı kimseler kastedilmiştir (Zemahşerî, II, 98; Râzî, XV, 31-32; İbn Atıyye, VII, 183).

 

 Âyette İsrâiloğlulları’nın bir kesiminden övgüyle söz edilirken bunlar hakkında özellikle hak ve adalet kavramlarının seçilmesi ilgi çekicidir ve bu bakımdan âyet son derece anlamlı bir uyarı içermektedir. Aslında hak ontolojik alana, adalet ise ahlâkî alana ait bir kavramdır. Bununla birlikte Kur’an bakımından bu iki kavram büsbütün birbirinden farklı ve ayrı olmayıp, makrokozmostan mikrokozmosa (evrenden insana) kadar bütün varlıklar ve olaylar âlemindeki ilâhî hikmetin eseri olan kusursuz yapıyı, düzeni ve işleyişi ifade eder. Buna göre en gerçek (hak) bilgi Allah’ın bilgisidir; en mükemmel düzen O’nun bilgi ve hikmetinin eseri olan düzendir; en doğru ve en adaletli iş de yine O’nun bilgi ve hikmetinin tecellisi olan işleridir. Şu halde hak ve adalet ilâhî ilim ve hikmetin nitelikleri ve bunların evrene yansımalarıdır. Sonuç itibariyle bunlar evrensel değerlerdir, dolayısıyla insanın inanç, bilgi, ahlâk ve davranışları için benimsemesi gereken mutlak ölçülerdir. Düşünce, inanç ve ahlâk planında hak ve adalet ölçülerine aykırı davranan birey veya topluluk ilâhî düzenle çelişmiş olacağı için mutlaka bunun bir zararını görür, acısını çeker. Bu durumda hem bireysel hem de toplumsal planda izlenmesi gereken yol, hakkın ışığında belirlenip seçilmeli; inanç ve bilgide gerçek ve doğru olanın ne olduğu araştırılıp bulunarak din ve dünya hayatı buna göre düzenlenmelidir. Kezâ insanın dinî davranışlarından diğer insanlarla ve hatta canlı-cansız tabiatla ilişkilerine kadar her alanla ilgili niyet, söz ve hareketleri hem hakka uygun olmalı, dolayısıyla gerçeğe aykırılığı ifade eden yalan, düzmece, sahte vb. nitelemelerden arınmış olmalı hem de âdil olmalı, her türlü aşırılıklardan, zulüm ve haksızlıklardan arınmış bulunmalıdır. İşte –Kur’ân-ı Kerîm’de İsrâiloğulları yer yer yanlış inanç ve davranışları yüzünden eleştirilirken– burada onların bir kesimi bilgileriyle, inançlarıyla, ahlâk ve davranışlarıyla ilâhî yasa gereğince hak ve adalet ölçülerine uydukları için takdirle anılmışlardır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 610-611

وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مِنْ قَوْمِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مُوسٰٓى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder fetha ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُمَّةٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

يَهْدُونَ  fiili  اُمَّةٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.  يَهْدُونَ   fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 بِالْحَقِّ  car mecruru  يَهْدُونَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; حال كونكم متلبّسين بالحقّ (Hakka bürünmüş olan haliniz) şeklindedir.

وَ  atıf harfidir.  بِه۪  car mecruru  يَعْدِلُونَ  fiiline müteallıktır.  يَعْدِلُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اُمَّةٌ  muahhar mübtedadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  اُمَّةٌ  kelimesinin nekreliği, tazim içindir.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  يَهْدُونَ بِالْحَقِّ  cümlesi  اُمَّةٌ  için sıfattır. Sıfatlar tetmîm yoluyla yapılan ıtnâbdır.

Kelamda kastedilen manadan başkasını çağrıştırmayacak bir fazlalığın mübalağa veya benzeri bir nükteden dolayı getirilmesine tetmîm denir.  (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000)

Sıfat cümlesine matuf olan  وَبِه۪ يَعْدِلُونَ  cümlesinde, car mecrur önemine binaen takdim edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin atıf sebebi tezâyüftür.

يَهْدُونَ - يَعْدِلُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِالْحَقِّ  car mecruru ilk cümlede muktezâ-i zâhire uygun olarak, ikinci cümlede ise  بِه۪  şeklindeki zamirle önemine binaen takdim edilerek gelmiştir. Burada kasr manası kastedilmemiştir. (Âşûr)

Bu sayfadaki bütün ayetlerin sonunda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.


Günün Mesajı

Resülullah’tan (sav) rivayet olunduğuna göre “Marûf ile emr ve münkerden nehyedenler, yeryüzünde Allah’ın, Resulü’nün ve kitabının halifesidir.” (Ebüssuûd)

Salih kimseler fesat çıkaranlara engel olmayıp zalimleri zulümden alıkoymazlarsa Allah Teala'nın hepsini cezalandırması yakın olur.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşattığını bilen ve her emriyle yasağının kendisi için en hayırlısı olduğuna iman eden kulun kalbine yakışır mı ümitsizlik?

Rahmetine şahit olduğum ve rahmetinin her şeyi kuşattığına iman ettiğim Rabbim! Senin izninle; her bahar yeniden dirilen yeşillik, karanlıkların arasından sıyrılan güneş, şifa bulan hastalıklar, rengarenk ışıldayan çiçekler, yeryüzünü süsleyen hayvanlar ve daha nice nimetler: şükrüme ve umuduma ilhamım, imanıma ve ibadetime bereketim olsun.

Göklerin ve yerin sahibi olduğuna iman ettiğim Rabbim! Senin rahmetinle; gün içerisinde zihinleri ve kalpleri dinlendirdiğin namazının, yıl içerisinde bedenen ve ruhen arınmamıza vesile kıldığın orucunun, sahip olduklarımızı bereketlendiren ve bildiğimiz-bilmediğimiz hayırlarla süslediğin sadakanın kıymetini bilenlerden ve halis niyetle yalnız Senin rızan için yerine getirenlerden olmamızı nasip et.

Ey rahmeti her şeyi kuşatan Rabbim! Bizi; azabından koruduklarından ve rahmetinle kuşattıklarından eyle. Şüphesiz ki biz Sana ve iman etmemizi buyurduklarına iman edenlerdeniz. Teslimiyetimizi kabul buyur, yolumuzu kolaylaştır, günahlarımızı affet, yükümüzü hafiflet ve bizi sevdiklerin arasına kat.

Amin.

***

Parmağı yanan kişi, o an için sadece o acıdan kurtulmak ister. Dünya hayatı da böyledir yani farklı sebeplerle devamlı can yakar. Bu yüzden de kişinin hayatındaki anlık duaları veya bir diğer bakışla darlaşan istekleri daha fazladır. 

Yalnız tecrübelere veya bilinenlere güvenerek hareket etmek yanıltıcıdır. Zira bir kişinin her şeyi deneyimlemesi ve anlaması mümkün değildir. Bundan dolayı da kendisine yaşanmışların ve bulunduğu anın ötesinin hatırlatılmasına ihtiyacı vardır.

Yeryüzünde her şey geçicidir. Yanan parmağın acısı bir gün geçer ve ona kafasını takan kişi kalakalır. Andaki acılara odaklamaya alıştırdığı karamsar beyni ise saplanıp kalacağı yeni huzursuzlukların veya zorlukların peşine düşer.

Anlık acıların ötesine bakmak zor gelir ama imkansız da değildir. Ölüme yakın yaralı yatanların sorumluluk bilinciyle yaptıkları konuşmalar, ağır hastalığında işine devam edenler ve ölüm anında müslümanların ettiği dualar bunun kanıtıdır.

Beyni eğitmek ve düşünce yapısını değiştirmek mümkündür. Buna inanmak için müslüman olduktan sonra zamanla baştan aşağı değişenlere bakmak da yeterlidir. Dünya için hesaplar yapan benlikleri artık Allah için yaşamaktadır.

Dünya hayatından dinlendiren günlük beş vakit namaz, Ramazan ayı ve sünnet oruçlar, sahip olunan maldan verilen zekat ve düşündüren Kur’an-ı Kerim’in okunması gibi birçok ibadet ise düşünce yapısını değiştirmeye en güzel yardımcıdır. 

Bilinçli bir şekilde Allah’a kulluk etmeye çalışan her kul bilir ki; hoşnut olmadığı hallerin ve dünya hayatının ötesi vardır. Allah’ın ve O’nun Rasulunun öğrettiği dualarla isteklerini genişletir. Rahman ve Rahim olan Allah’a sığınır. Bulunduğu an için değil, Allah rızası için düşünür ve yaşar.

Ey Allahım! Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz. Anlık acılara veya huzursuzluklara takılarak; elindeki zamanı harcayanlara ve çeşitli fırsatları kaçıranlara benzemekten muhafaza buyur. Aklımızı şaşırtacak ve bizi manen yoracak zorluklardan, sıkıntılardan ve hastalıklardan muhafaza buyur. Bulunduğu her anın içinde, diliyle ve kalbiyle Seni ananlardan; son nefesine kadar Senin rızan için çabalayanlardan eyle. Rabbim! Rahmetin ve azabın dilediğinedir. Bizi azabından koruduğun ve rahmetinle kuşattığın kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji