18 Ekim 2024
A'râf Sûresi 160-163 (170. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 160. Ayet

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  ...


Biz onları on iki kabile hâlinde topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi Mûsâ’dan su istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye vahyettik. (Vurunca) taştan on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi. Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَطَّعْنَاهُمُ ve biz onları ayırdık ق ط ع
2 اثْنَتَيْ iki (oniki) ث ن ي
3 عَشْرَةَ on (oniki) ع ش ر
4 أَسْبَاطًا kabileye س ب ط
5 أُمَمًا ümmetler halinde ا م م
6 وَأَوْحَيْنَا vahyettik و ح ي
7 إِلَىٰ
8 مُوسَىٰ Musa’ya
9 إِذِ zaman
10 اسْتَسْقَاهُ su istediği س ق ي
11 قَوْمُهُ kavmin ق و م
12 أَنِ diye
13 اضْرِبْ vur ض ر ب
14 بِعَصَاكَ asanla ع ص و
15 الْحَجَرَ taşa ح ج ر
16 فَانْبَجَسَتْ ve fışkırdı ب ج س
17 مِنْهُ ondan (taştan)
18 اثْنَتَا iki (oniki) ث ن ي
19 عَشْرَةَ on (oniki) ع ش ر
20 عَيْنًا göze ع ي ن
21 قَدْ şüphesiz
22 عَلِمَ bildi ع ل م
23 كُلُّ her ك ل ل
24 أُنَاسٍ kabile ا ن س
25 مَشْرَبَهُمْ içeceği yeri ش ر ب
26 وَظَلَّلْنَا ve gölge yaptık ظ ل ل
27 عَلَيْهِمُ üzerlerine
28 الْغَمَامَ bulutla غ م م
29 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
30 عَلَيْهِمُ onlara
31 الْمَنَّ kudret helvası م ن ن
32 وَالسَّلْوَىٰ ve bıldırcın eti س ل و
33 كُلُوا yeyin ا ك ل
34 مِنْ -dan
35 طَيِّبَاتِ güzel olanlar- ط ي ب
36 مَا şeylerden
37 رَزَقْنَاكُمْ sizi rızıklandırdığımız ر ز ق
38 وَمَا ama
39 ظَلَمُونَا onlar bize zulmetmediler ظ ل م
40 وَلَٰكِنْ fakat
41 كَانُوا onlar ك و ن
42 أَنْفُسَهُمْ kendi kendilerine ن ف س
43 يَظْلِمُونَ zulmediyorlardı ظ ل م

Ilk âyetin metnindeki esbât kelimesi “torun” anlamindaki sibt kelimesinin çogulu olup burada Hz. Yakub’un on iki oglundan gelen nesilleri ifade etmek üzere “boy, oymak” mânasinda kullanilmistir. Tevrat’ta verilen bilgilere göre (Tekvîn, 32/28; 35/9-15) Yakub, Isrâil adiyla da anilmis; onun soyundan gelen bu on iki kusaga Isrâilogullari denildigi gibi, Yakub’un on iki oglundan dördüncüsü olan Yuda veya Yahuda’nin ismine nisbetle yahudi de denilmistir. 161. âyetteki sehirden maksat da Kudüs’tür. 

Âyetlerde, Mûsâ Isrâilogullari’ni kendilerine vaad edilen topraklara götürürken kirk yil boyunca dolastiklari Sînâ çölünde çektikleri sikintilarindan, Allah’in onlara verdigi bazi nimetlerden söz edilmekte; onlarin bu nimetlere sükür mahiyetinde iyilik etmeleri gerekirken içlerinden bir kisminin haksizlik ve nankörlük yolunu tutup sözü degistirdiklerine yani Allah’in buyruklarini bozmaya kalkisarak kendilerine söylenenlerin tersini yaptiklarina, sonuçta zulüm ve günahkârliklari yüzünden agir bir musibetle cezalandirildiklarina isaret edilmektedir (genis bilgi için bk. Bakara 2/57-61).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 611

سلو Seleve : سَلْوَى, bu kelimenin asıl anlamı insanı teselli ederek avutan şey demektir. Yine سَلْوَى bir görüşe göre de bıldırcın gibi bir kuş türüdür. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tesellî ve Selvâ’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَطَّعْنَاهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اثْنَتَيْ  kelimesi  قَطَّعْنَاهُمُ’daki gaib zamirin hali olup müsenna olduğu için  ى  ile mansubtur. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

عَشْرَةَ  adet olup mansubtur. Müennes olarak gelmesi  فرقة  şeklinde takdir edilen temyizi dolayısıyladır.  اَسْبَاطاً  kelimesi  اثْنَتَيْ عَشْرَةَ’den  bedel veya temyiz olup lafzen mansubtur.

اثْنَتَيْ عَشْرَةَ  kelimesi  قَطَّعْنَاهُمُ’nun ikinci mef'ûlüdür, çünkü bu fiil  صير  manasını yüklenmiştir ya da haldir. Müennesliği de  الأمة  veya  القطعة  manasına geldiği içindir.

اَسْبَاطاً, on sayısından bedeldir. Bunun içindir ki çoğul yapılmıştır ya da onun temyizidir, on ikiden her biri esbat demektir, sanki: On iki kabile denilmiştir. (Beyzâvî)

Burada karşımıza şu iki soru çıkar:

Birinci soru:  عَشْرَةَ, on sayısının üstündeki sayıların temyizi müfred olarak gelir. Binaenaleyh ayette bu kelimenin temyizinin cemi olarak getirilmesinin hikmeti nedir? Bu,  اثني عشر سبطا؟  şeklinde olmalı değil miydi?

Cevap: Bu ifade ile “Onları, on iki kabileye ayırdık.” manası kastedilmiştir. Her kabile bir  السبط (boy) dan müteşekkildir. Binaenaleyh burada  السبط (sıbt, boy) kelimesi kabile yerinde kullanılmıştır.

İkinci soru: Allah Teâlâ  السبط  kelimesi müennes değil de müzekker olduğu halde niçin  اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً demiştir?

Cevap: Ferrâ şöyle der: Allah Teâlâ, bu şekilde beyan etmiştir; Çünkü O, bu ifadeden sonra  اُمَماً (ümmetler) kelimesini getirmiştir. Binaenaleyh bundaki müenneslik, اُمَماً  kelimesinden dolayı olmuştur. Eğer Cenab-ı Hakk,  السبط  kelimesi müzekker olduğu için (sayıyı da müzekker getirerek) اثني عشر  demiş olsaydı, bu da caiz olurdu. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

اُمَماً  kelimesi  اَسْبَاطاً’den bedel veya onun sıfatıdır. Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan?, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melfûz mümeyyez 4 şekilde gelir:

1. Sayı

2. Ağırlık ölçüleri

3. Hacim ölçüleri

4. Alan ölçüleri.

Ayette  اثْنَيْ عَشَرَ  mürekkeb sayılardan olduğu için mümeyyezdir.  اَسْبَاطاً  ise temyizidir. 11-19 arası sayılara mürekkeb sayılar denir. Mürekkeb sayılarda; önce sayı sonra temyiz gelir. Temyiz daima tekil ve mansub gelir. 11-19 arası sayıların birler basamağı da onlar basamağı da fetha üzere mebnidir. 12 sayısının birler basamağı yani 2 sayısı murebdir. İkil olduğu için ref durumunda elif (ا) ile merfû, nasb veya cer durumunda ye (ي) ile mansub veya mecrur olur. Cinsiyet yönünden onlar basamağı ile temyiz uyumlu olur, birler basamağı bunların zıttı olur.

Not: 11 ile 12 sayısında birler basamağı, onlar basamağı ve temyiz birbiriyle uyumlu olmak zorundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَطَّعْنَاهُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  قطع ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰى مُوسٰٓى  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.  مُوسٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذِ  zaman zarfı,  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.  اسْتَسْقٰيهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَسْقٰيهُ  elif üzere mukadder  fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

قَوْمُهُٓ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنِ  tefsiriyye harfidir.  اضْرِبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

بِعَصَاكَ  car mecruru  اضْرِبْ  fiiline müteallıktır.  بِعَصَاكَ  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir olan  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْحَجَرَ  kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اسْتَسْقٰيهُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  سقي ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ

 

فَ  atıf harfidir.  انْبَجَسَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  مِنْهُ  car mecruru  انْبَجَسَتْ  fiiline müteallıktır.

اثْنَتَا  kelimesi  انْبَجَسَتْ  fiilinin faili olup müsennaya mülhak olduğu için ref alameti  ا’tir. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

عَشْرَةَ  adettir. عَيْناً  kelimesi temyiz olup  fetha ile mansubtur.

اِنْفِجَارْ (fışkırma) geniş bir şekilde yarılma demektir.  اِنْبِجَاسْ  ise dar bir şekilde yarılma demektir. Bir görüşe göre اِنْفِجَارْ  çokça çıkma,  اِنْبِجَاسْ  az az çıkmadır. Bir görüşe göre  اِنْفِجَارْ  yumuşak bir şeyden çıkma,  اِنْبِجَاسْ  da sert bir şeyden çıkmadır. Ahfeş’e göre her ikisi de aynı şeydir. Bir görüşe göre  اِنْبِجَاسْ  akma,  اِنْفِجَارْ  da fışkırma, kaynamadır. Bir görüşe göre اِنْفِجَارْ  kelimesi fecrin doğmasından (اِنْفِجَارْ) türetilmiştir ki bu da karanlığın aydınlıktan ayrışması demektir. Bu kelimenin asıl anlamının mufâraka (ayrılma) olduğu da söylenmiştir. Nitekim  فُجُورُ , iyilikten ayrılmaktır. Kutrub böyle söylemiştir: [Bakara Suresi , 60] فَانْفَجَرَتْ denilmiş; Araf Suresinde ise  فَانْبَجَسَتْ [Araf Suresi, 160] denilmiştir. Aslında her iki kıssa aynıdır. Dolayısıyla kim bu iki kelimenin (اِنْفِجَارْ  ile  اِنْبِجَاسْ  kelimelerinin) aynı olduğunu söylerse, sözü doğru olur. Kim de “O taş belirli bir taş değildi, aksine işine yarayan herhangi bir taşı alıp ona vurdu.” görüşünde ise şunu demiş olur: “Eğer küçük bir taş alıp ona vurduysa ondan su azar azar akmıştır (اِنْبِجَاسْ), yok eğer büyük bir taşı alıp ona vurduysa ondan su fışkırarak akmıştır (اِنْفِجَارْ ).” Kim de “O taş, heybesinde taşıdığı -bir görüşe göre de eşeğin üzerinde taşıdığı- bir taştı.” derse  اِنْبِجَاسْ (az az akma) taştan suyun çıktığı ilk andaki akmadır; اِنْفِجَارْ (fışkırarak akma) ise akmaya başladıktan sonraki aşamadır.” demiş olur. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr fi’t-Tefsîr)

انْبَجَسَتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi بجس’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. 


 قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَدْ  tahkik harfidir.  عَلِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  كُلُّ  fail olup lafzen merfûdur.  اُنَاسٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

مَشْرَبَهُمْ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.


وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  ظَلَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  ظَلَّلْنَا  fiiline müteallıktır.  الْغَمَامَ  kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline müteallıktır.  الْمَنَّ  kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

السَّلْوٰى  kelimesi  الْمَنَّ ’ye matuf olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

ظَلَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  ظلل’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  كُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ طَيِّبَاتِ  car mecruru  كُلُوا  fiiline müteallıktır. طَيِّبَاتِ  kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا,  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقْنَاكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

رَزَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef‘ûl olarak mahallen mansubtur.


وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  ظَلَمُونَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir,  لٰكِنّ ’den muhaffefedir.  كَانُٓوا’nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.  اَنْفُسَهُمْ  kelimesi  يَظْلِمُونَ  fiilinin mukaddem mef‘ûlu olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَظْلِمُونَ  fiili  كَانُٓوا  ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اُمَماًۜ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ  cümlesi istinafa  وَ ’la atfedilmiştir. Zaman zarfı  اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ  , اِذِ  cümlesine muzâf olup  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.

Tefsir harfi  اَنِ ’i takip eden emir üslubunda inşâî isnad olan cümlesi tefsiriyyedir.

Kelamdaki kapalılığı veya karışıklığı ortadan kaldırmak maksadıyla getirilen açıklayıcı kelâmla yapılan ıtnâb türüne verilen isimdir. Tefsir, ifadeyi eksik ve fazla olmamak kaydıyla sadece kullanılan önceki ibareyi izah etmeyi amaçlar; ek bir mana getirmez. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

اَسْبَاطاً - قَوْمُهُٓ - اُمَماً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ

 

Takdiri,  فضرب  olan, mahzuf istinafa atfedilmiş bu cümleyle, önceki cümle arasında meskûtun anh vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş mazi fiil cümlesi, عَيْناًۜ  için sıfattır. Faide-i haber talebî kelamdır. Sıfat cümleleri tetmîm ıtnâbıdır.

اُنَاسٍ ’deki tenvin nev, tazim ve kesret ifade eder.

اثْنَتَا - عَشْرَةَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette geçen  انْبَجَسَتْ  kelimesi hakkında, Vahidî şöyle demiştir: "Bu, suyun inbicas’ı, fışkırıp kaynaması" demektir. Nitekim bir yerden su kaynayıp fışkırdığında böyle denir. Bu dilcilerin görüşüdür  انْبَجَسَتْ  ile انْفَجَرَتْ aynı manadadır. Böyle olduğu için bu ayette geçen  انْبَجَسَتْ  ile Bakara Suresinde (aynı konuda) geçen  انْفَجَرَتْ  (Bakara Suresi, 60) arasında bir zıtlık yoktur.”

Diğer alimler ise şöyle demişlerdir:  انْبَجَسَتْ  suyun az çıkması (kaynaması);  انْفَجَرَتْ  ise suyun çok çıkması (fışkırması) demektir. Binaenaleyh bu iki ayetin arasını şu şekilde telif ederiz: Bu su, önce az az kaynamaya başladı sonra çoğalıp fışkırdı. Kelimeler arasındaki bu mana farkı vardır. Ebu Amr b. el-'Alâ'dan nakledilmiştir. Allah Teâlâ ilk önce onları nasıl suladığını beyan edince, bunun peşi sıra da onları üzerlerinden bulutla gölgelediğini, daha sonra da onlara kudret helvası ile bıldırcın eti indirdiğini zikretmiştir. Şüphesiz bütün bunların hepsi, Allah tarafından ihsan edilmiş büyük birer nimettir.(Fahreddin er-Râzî) 

Fâdıl Sâli es-Sâmerrâî de bu ikinci görüştedir. 


وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ 

 

وَقَطَّعْنَاهُمُ  cümlesine matuf olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki … وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ  cümlesi makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.

عَيْناًۜ - مَشْرَبَهُمْۜ - اسْتَسْقٰيهُ  ve  الْمَنَّ - السَّلْوٰىۜ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَلَيْهِمُ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ

 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, takdiri  قلنا لهم  [Onlara dedik] olan fiilin mekulü’l-kavlidir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

مِنْ  ba’diyet içindir.  طَيِّبَاتِ ’in muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  رَزَقْنَاكُمْۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.


وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا ظَلَمُونَا  cümlesi menfi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İstidrak harfinin dahil olduğu  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

كَان ’nin haberi  يَظْلِمُونَ  şeklinde muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كان’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafat, s. 112)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَظْلِمُونَ ,اَنْفُسَهُمْ’ye takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Zulüm, Allah’a değil nefislerine hapsolmuştur. Onlar Allah’ın nimetlerini tanımayıp küfür ve inatları sebebiyle sadece nefislerine zulmetmişlerdir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 607)

Cümlede medhe benzeyen bir şeyle zemmi tekid sanatı vardır.

ظَلَمُونَا - يظلمون  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. 

ظَلَمُونَا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Önceki cümledeki muhatap zamirinden, son cümlede cemi gaib zamire iltifat vardır.

وَمَا ظَلَمُونَا  cümlesi ile  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.  

Bu pınarlar Sina Yarımadası’nda hala durmaktadır.

انْبَجَسَتْ  fiili suyun usul usul aktığını ifade eder. Burada kavim Musa’dan (a.s.) su istemiştir. Aynı hadise Bakara Suresi 60 ayetinde  اِنْفِجَارْ  fiili ile gelmiştir. Orada ise kavme su vermek isteyen Musa’dır (a.s.). İsteyen peygamber olunca suyun fışkırdığı mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir. Bu da mürâât-ı nazîr sanatı olup lafızların kastedilen manaya uyumlu olarak gelmesidir.

مَشْرَبَ ; içilecek yer demektir. Türkçedeki meşreb, maşrapa, hatta şurup, şarap kelimeleri aynı köktendir.

الْغَمَامَ ; bulut demektir. Medine’de bulunan Gamame Mescidi de Bulut Mescidi demektir.

مَا رَزَقْنَاكُمْ  ibaresinde bu temiz yiyecekleri Rabbimizin bize rızık olarak verdiği manası hatırlatılır.

 
A'râf Sûresi 161. Ayet

وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ  ...


O zaman onlara denilmişti ki: “Şu memlekete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi yiyin ve ‘Hıtta (Ya Rabbi, bizi affet)’ deyin. Kentin kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere daha da fazlasını vereceğiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ zaman
2 قِيلَ denildiği ق و ل
3 لَهُمُ onlara
4 اسْكُنُوا oturun س ك ن
5 هَٰذِهِ şu
6 الْقَرْيَةَ kentte ق ر ي
7 وَكُلُوا ve yeyin ا ك ل
8 مِنْهَا orada
9 حَيْثُ yerden ح ي ث
10 شِئْتُمْ dilediğiniz ش ي ا
11 وَقُولُوا ve deyin ق و ل
12 حِطَّةٌ "affet" ح ط ط
13 وَادْخُلُوا ve girin د خ ل
14 الْبَابَ kapıdan ب و ب
15 سُجَّدًا secde ederek س ج د
16 نَغْفِرْ bağışlayalım غ ف ر
17 لَكُمْ sizin
18 خَطِيئَاتِكُمْ hatalarınızı خ ط ا
19 سَنَزِيدُ biz daha fazlasını da vereceğiz ز ي د
20 الْمُحْسِنِينَ iyilik edenlere ح س ن

وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذْ  zaman zarfı, mahzuf olan  اذكر  fiiline müteallıktır.  ق۪يلَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Burada  اذكر  (hatırla) emri gizlidir. Şehir de Beytu’l Mukaddes’tir. (Beyzâvî)

ق۪يلَ  fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir.  لَهُمُ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline müteallıktır.

اسْكُنُوا  fiili naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  اسْكُنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

هٰذِهِ  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْقَرْيَةَ  işaret isminden bedeldir.


وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  كُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهَا  car mecruru  كُلُوا  fiiline müteallıktır. 

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonra gelen cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubtur. 

شِئْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شِئْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  قُولُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  حِطَّةٌ’dur.  قُولُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. 

حِطَّةٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; مسألتنا أو أمرنا (Bizim meselemiz veya işimiz) şeklindedir.

وَ  atıf harfidir. ادْخُلُوا  fiili  نَ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْبَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  سُجَّداً  kelimesi  ادْخُلُوا’deki failin hali olup lafzen mansubtur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَغْفِرْ  fiili talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

لَكُمْ  car mecruru  نَغْفِرْ  fiiline müteallıktır.  خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

سُجَّداً  kelimesi sülâsî mücerred olan  سجد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  سَنَز۪يدُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  سَنَز۪يدُ  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الْمُحْسِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً

 

وَ  İstînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذْ  takdiri  اذكر  [Zikret] olan mahzuf fiile müteallıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  ق۪يلَ لَهُمُ  cümlesi muzâfun ileyh konumundadır.

Meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilen  قِیلَ  fiilinin mekulü’l-kavli  اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ  sözündeki  ق۪يلَ  fiilinin meçhul olarak gelirken Bakara Suresinde bu fiil azamet zamirine isnad edilmiştir. Bu sözü Allah’tan başkası söyleyemeyeceği için meçhul gelmiştir. (Âşûr)

اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ  ifadesındeki maksat Bakara Suresinde  ادْخُلُوا  emrinde olduğu gibi, sükna ve ikamettir. Bundan dolayı burada  كُلُوا   zikriyle yetinilmiş “bol bol” kelimesi zikredilmiştir. Yani, bunun anlamı şudur: Şu Kudüs veya Eriha şehrine girin, orada yerleşin ve oturun. Etrafındaki nimetlerden dilediğiniz gibi yiyin; kimse size rakip olmasın. İşte bu şekilde sürekli yemek, ancak bol bol ve sınırsız olabilir. (Beyzâvî)

هٰذِهِ ,الْقَرْيَةَ  ile işaret edilerek önemi vurgulanmıştır. 

Aynı üslupla gelen  وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ  cümlesi, mekulü’l-kavle matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

Mazi fiil sıygasındaki  شِئْتُمْ  cümlesi zaman zarfı  حَيْثُ ’nun muzâfun ileyhidir.  شِئْتُمْ  fiilinin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

وكُلُوا مِنها حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا  Bakara Suresi 58.ayetinde  رَغَدًا  kelimesi zikredilirken bu ayette zikredilmemiştir. Çünkü Bakara Suresinde nimetin çokluğu sebebiyle kınamayı tekid etmek için bu kelime dahil edilmiştir. (Âşûr)  

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

وَقُولُوا حِطَّةٌ  cümlesinde  و  atıf harfidir. Cihet-i câmia temâsüldür. Cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  قُولُوا  fiilinin mef’ûlü olan cümlede îcâz-ı hazif vardır.

حِطَّةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  أمرنا حطة  [İşimiz, durumumuz bizi affetmeni istemektir] şeklindedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً   [Hıtta” deyin. Kapıdan secde ederek girin.]  Mana, Bakara Suresinde olduğu gibidir, ancak orada  فَ  ile  فَكُلُوا  şeklinde gelmiştir, bu da yerleşme sebebinin ondan yemek olduğunu gösterir. Orada zikredildiği veya durumdan anlaşıldığı için burada ayrıca temas etmemiştir. Ama  قُولُوا ‘nun  ادْخُلُوا  ‘dan önce gelmesinin manada bir etkisi yoktur, çünkü tertip için değildir. Aralarındaki atıf vâv'ı da öyledir. (Beyzâvi)

Yine emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً  cümlesi makabline matuftur. 

ادْخُلُوا ,سُجَّداً  fiilinin failinden haldir. Hal, anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

 

نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ 

 

ف  karînesi olmadan gelen cümle mahzuf şartın cevabıdır. Şartın takdiri  إن تدخلوا  [Eğer girerseniz] şeklindedir.

Cevap cümlesi meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 

 سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ

 

سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ  cümlesi beyânî istînâftır. Çünkü  تُغْفَرُ لَكم  sözü verilen çok nimeti hatırlatma makamıdır. Mağfiret, bu nimetler büyüklüğünde midir? sorusuna cevaptır. Bunca ihsana karşılık mükafat da büyüktür demektir.  

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye veya itiraziyyedir. İstikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiş müspet fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Fiilin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayet-i kerimede muhsinleri arttırırız buyurulmuş ama hangi yönden, nelerin artırılacağı zikredilmemiştir. Bu mana muhatabın hayal gücüne bırakılmıştır.

Bir nimete mazhar olduğumuzda bunu farketmeli ve şükrünü eda etmeliyiz ki Allah Teâlâ geçmiş günahlarımızı affetsin ve mükâfatımızı çoğaltsın.

Bil ki bu kıssa da izah ve açıklamalarıyla birlikte Bakara Suresinde (ayet 58-59) zikredilmiştir. Geriye şunu ilave etmek kalır: Bu ayetin lafızları, şu bakımlardan, Bakara Suresindeki kıssanın lafızlarından farklıdır:

1. Cenab-ı Hak, Bakara Suresinde  وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ  buyurduğu halde burada  وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ  buyurmuştur.

2. Bakara Suresinde  فَكُلُوا  kelimesi  فَ  harfi ile buyurduğu halde burada  وَكُلُوا  kelimesini  وَ  ile buyurmuştur.

3. Hak Teâlâ orada  رَغَداً (bol bol) ifadesine yer verdiği halde burada bu kelime zikredilmemiştir.

4. Bakara Suresinde  وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُوا حِطَّةٌ  buyurduğu halde burada ifadelerin yerini değiştirerek  وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً   buyurmuştur.

5. Cenab-ı Hak orada  نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ  buyurduğu halde burada  نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ  buyurmuştur.

6. Bakara Suresinde,  وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ  buyurmuş olduğu halde burada vâv harfi olmaksızın  سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ  buyurmuştur.

7. Orada  فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُو  buyurduğu halde burada,  فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ  buyurmuştur.

8. Hak Tealâ orada  بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟  buyurduğu halde burada  بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟ buyurmuştur.

Bil ki bu lafızlar, mana bakımından birbirine yakın lafızlar olup aralarında kesinlikle bir tezat yoktur. Bu farklı lafız kullanmanın hikmetlerini şu şekilde anlatmak mümkündür:

Birincisi: Bu, Bakara Suresinde  ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ  buyurulup burada  اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ buyurulmasıdır. Fark şudur: Şehre girme işinin önce olması şarttır, yerleşme ise daha sonra olur.

İkincisi: Bu, Allah Tealâ’nın, Bakara Suresinde, fâ-i tâkibiyye ile  ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا [Şu şehre girin ve yiyin.]  فَكُلُوا  buyurup burada ise vâv ile  اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا [Şu şehre girin ve yiyin...]  وَكُلُوا  buyurmuş olmasıdır. Bu ikisi arasındaki fark şudur: Girme belli bir haldir. Nitekim girme işinin bir kısmı yapıldı mı tamamlanmış olur. Çünkü insan, bir yere attığı ilk adımı ile oraya girmiş olur. Ama bundan sonrası girme değil, süknâ (yerleşme) olur. Bunun böyle olduğu sabit olunca biz diyoruz ki: Girme işi devam etmeyen, hemen tamamlanan ve sona eren bir durumdur. Binaenaleyh bu ifadeden sonra fâ-i takibiyyenin getirilmesi güzel ve yerinde olur. İşte bundan dolayı Bakara Suresinde, ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا  [Şu şehre girin ve yeyin.] فَكُلُوا  buyurmuştur. Yerleşme işi ise devamlı ve sürekli olan bir haldir. Binaenaleyh yeme işi bunun peşi sıra değil de bununla beraber olur. Böylece bu iki ifade arasındaki fark anlaşılmış oldu.

Üçüncüsü: Bu, Cenab-ı Hakk’ın Bakara Suresinde  رَغَداً [Bol bol (yeyin)] kelimesini zikredip burada zikretmemiş olmasıdır. Bu ikisi arasındaki fark şudur: Girme işinin peşinden yeme işi daha lezzetli olur. Çünkü bu yemeye daha çok ihtiyaç duyulur. Bu şekilde yeme, daha çok tad verici olduğu için Bakara Suresinde,  رَغَداً [bol bol] tabiri kullanılmıştır. Ama o şehirde yerleşmiş olma durumundaki yeme ise görünen odur ki bu, kendisindeki lezzet kâmil ve mükemmel olmadığı sürece, kendisine son derece ihtiyaç duyulan bir mahalde bulunmamış demektir. İşte bu sebeple hiç şüphesiz bu ayette  رَغَداً [bolca] kelimesine yer verilmemiştir.

Dördüncüsü: Bu, Cenab-ı Hakk’ın Bakara Suresinde  وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُوا حِطَّةٌ [Kapıdan secde ederek girin ve hıtta, deyin.] buyurduğu halde Araf Suresinde وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً  [Hıtta deyin. Kapısından hepiniz secde edici olarak girin.] buyurmuş olmasıdır. Bundan murad, duruma göre bu iki tabirden birinin diğerine takdim edilmesinin güzel olduğuna ve fakat her iki ifadeden de maksat, Allah'ı tazim etmek, hudû ve huşûyu, inkıyadı izhar etmek olunca, takdim veya tehir etmenin durumu değiştirmediğine dikkat çekmedir.

Beşincisi: Bakara Suresinde  خَطَايَاكُمْ , burada ise  خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْ  denilmesidir. Bu, ister az ister çok olsun, günahların böylesi bir dua ve yakarışla affedileceğine işarettir.

Altıncısı: Bakara Suresinde vâv ile buyurup burada vâvsız olarak buyurulmasıdır. Burada vâvın getirilmesinin hikmeti bu ifadenin bir müste’nef cümle olmasıdır. Buna göre kelamın takdiri, sanki birisi “Bu bağıştan sonra ne oldu.” demiş, buna cevaben de “Muhsinlere, ileride daha fazlasıyla vereceğiz.” denilmiştir.

Yedincisi: Bu da Bakara’da  اَنْزَلْنَا, burada ise  اَرْسَلْنَا  buyurulmuş olması arasındaki farktır. “İnzal” çokluk manası ifade etmez. Halbuki “irsal” bunu ifade eder. Binaenaleyh Cenab-ı Hak sanki ilk önce az azap indirmeye başlamış, daha sonra da onu çoğaltmıştır. Bu bizim tıpkı  انْبَجَسَتْ  tabiriyle  فَانْفَجَرَتْ  ifadesi arasında bulunduğunu zikrettiğimiz fark gibidir.

Sekizincisi: Burada  يَظْلِمُونَ۟ , Bakara Suresinde ise  يَفْسُقُونَ۟  denilmesi arasındaki farktır. Bu böyledir, zira onlar kendi nefislerine zulmetmeleri sebebiyle “zalim”, Allah’a itaatten çıkmaları sebebiyle de “fasık” diye vasfedilmişlerdir. Bu iki vasfın zikredilmesinin hikmeti, her iki şeyin de meydana geldiğine dikkat çekmektir. İşte bu farklı lafızların zikredilmesinin fayda ve hikmetleri hususunda hatırıma gelenler bundan ibarettir. Bu hususa dair gerçek bilginin tamamı ise Allah katındadır. (Fahreddin er-Râzî)


A'râf Sûresi 162. Ayet

فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟  ...


Onlardan zulmedenler hemen sözü, kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de zulmetmelerine karşılık üzerlerine gökten bir azab gönderdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَبَدَّلَ değiştirdiler ب د ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 ظَلَمُوا zulmeden(ler) ظ ل م
4 مِنْهُمْ içlerinden
5 قَوْلًا sözü ق و ل
6 غَيْرَ başkasıyla غ ي ر
7 الَّذِي
8 قِيلَ söylenenden ق و ل
9 لَهُمْ kendilerine
10 فَأَرْسَلْنَا biz de gönderdik ر س ل
11 عَلَيْهِمْ üzerlerine
12 رِجْزًا bir azab ر ج ز
13 مِنَ -ten
14 السَّمَاءِ gök- س م و
15 بِمَا dolayı
16 كَانُوا ettiklerinden ك و ن
17 يَظْلِمُونَ haksızlık ظ ل م
رجز Raceze: رِجْزٌ , bu kelimenin asıl anlamı sallanmak ve titremektir. Recez vezni de cüzlerinin birbirine yakın olması ve okunurken dilin titremesi sebebiyle bu sözcükten türetilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan türevi recez (şiir türü) dir.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ

 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  بَدَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ظَلَمُوا مِنْهُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهُمْ  car mecruru  ظَلَمُوا’daki failin mahzuf haline müteallıktır.

قَوْلاً  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  غَيْرَ  kelimesi  قَوْلًا  kelimesinin sıfatıdır.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  ق۪يلَ لَهُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ق۪يلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  لَهُمْ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline müteallıktır.

بَدَّلَ  fiili, herhangi bir edat olmaksızın tek mef‘ûl alır, yani bir mef‘ûle müteaddidir. İkinci bir mef‘ûlü ise ancak  بِ  cer edatıyla alabilir. Burada  بِ  edatıyla alacağı mef‘ûl terk olunmuştur.  بِ  harfi olmaksızın aldığı mef‘ûl ise mevcuttur. Yani İsrailoğulları burada  حطّة  yerine bir başka söz (ifade) koydular demektir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

بَدَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.  رِجْزاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  رِجْزاً ‘in mahzuf  sıfatına müteallıktır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَظْلِمُونَ۟ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَظْلِمُونَ۟  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَظْلِمُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  رسل ‘dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ

 

فَ  atıf harfidir. Ayet, takdiri  أمروا  [Emrolundular] olan mahzuf istînâfa matuftur. 

Ayetin, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan ilk cümlesinde  müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Sıla cümlesi olan …ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلاً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübut ve istikrara işaret etmiştir.

بَدَّلَ  fiilinin takdiri  بالذي قيل لهم [Onlara söylenen şey] olan ikinci mef’ûlü mahzuftur. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara delalet eder. (Vakafat, s. 107)

Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası  … ق۪يلَ لَهُمْ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûllerde, müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Mef’ûle dikkat çekmek için  ق۪يلَ  fiili, meçhul bina edilmiştir.

رِجْزاً , titremek demektir. Şiirde recez vezni vardır. Mısralar kısa kısadır. Devenin ayakları kısa kısa adımlar attığı zaman titrer ve bu kelime ile ifade edilir.

ظَلَمُوا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.


فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟

 

فَاَرْسَلْنَا  kelimesindeki  نَا  azamet zamiri ve  رِجْزًا  kelimesinin nekre olarak gelmesi korkutma ve azabın büyüklüğünü ifade etmek içindir. (Zuhaylî, Safvetu’t Tefasir, Tefsiru’l Munir)

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا ’yı müteakip gelen  كَانُوا يَظْلِمُونَ۟  cümlesi,  كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sübut ifade eden cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamı katmıştır. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlamıştır.

Masdar-ı müevvel  بِ  harfiyle birlikte  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.

الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ظَلَمُوا - يَظْلِمُونَ۟  ve  قَوْلاً- ق۪يلَ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz vardır.
A'râf Sûresi 163. Ayet

وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ  ...


(Ey Muhammed!) Onlara, deniz kıyısında bulunan kent halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor, tatil yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böyle imtihan ediyorduk.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاسْأَلْهُمْ onlara sor س ا ل
2 عَنِ -ndan
3 الْقَرْيَةِ kent(halkın)ın durumu- ق ر ي
4 الَّتِي öyle ki
5 كَانَتْ bulunan ك و ن
6 حَاضِرَةَ kıyısında ح ض ر
7 الْبَحْرِ deniz ب ح ر
8 إِذْ hani
9 يَعْدُونَ onlar haddi aşıyorlardı ع د و
10 فِي
11 السَّبْتِ Cumartesine س ب ت
12 إِذْ
13 تَأْتِيهِمْ onlara gelirdi ا ت ي
14 حِيتَانُهُمْ balıkları ح و ت
15 يَوْمَ günü ي و م
16 سَبْتِهِمْ cumartesi س ب ت
17 شُرَّعًا akın akın ش ر ع
18 وَيَوْمَ gün ise ي و م
19 لَا
20 يَسْبِتُونَ cumartesi dışındaki س ب ت
21 لَا
22 تَأْتِيهِمْ gelmezlerdi ا ت ي
23 كَذَٰلِكَ böylece
24 نَبْلُوهُمْ biz onları sınıyorduk ب ل و
25 بِمَا ötürü
26 كَانُوا ك و ن
27 يَفْسُقُونَ yoldan çıkmalarından ف س ق

Deniz kıyısındaki şehrin, Akabe körfezi sahilindeki Eyle (bugünkü Akabe), Taberiye gölü civarındaki Taberiye, Akabe körfezinin batı kıyısındaki Medyen veya aynı bölgedeki Eyke şehri olduğu yolunda çeşitli görüşler vardır (İbn Atıyye, VII, 186; Zemahşerî, II, 170; Râzî, XV, 36; İbn Âşûr, IX, 147-148). Birçok eski müfessir gibi Muhammed Hamîdullah da buranın Eyle olduğu yolundaki görüşü tercih etmiştir (Le Saint Coran, s. 171).

 Cumartesi (sebt, sabbat) yahudilerin kutsal günüdür. Yahudi şeriatında cumartesi haftalık tatil günü olup o gün çalışmak ve dolayısıyla avlanmak yasaklanmıştır. Cumartesi günleri balıklar avlanma yasağı dolayısıyla ürkütülmedikleri için diğer günlere göre daha rahat hareket eder, sahile yaklaşır, su yüzüne çıkarlardı; çalışma günlerinde ise derin sulara çekilirlerdi. Balıkların, insan davranışlarına ne kadar kolay alıştıkları bilinmektedir. Âyette bu sahil beldesinin sakinleri olan yahudiler, söz konusu geleneği ihlâl ederek cumartesi günleri de avlandıkları için eleştirilmektedir. Çünkü onlar bu suretle dinlerinde on emrin dördüncüsü olarak yer alan (Çıkış, 20/8-11) önemli bir kuralı ihlâl etmişlerdir. 

Balıkların avlanma yasağının bulunmadığı günlerde uzaklara çekilirken cumartesi gününde akın akın sahile doğru gelip görülmesi, nefislerine ve çıkarlarına düşkün kimselerin iştahını kabarttığı ve avlanma yasağını çiğnemelerine yol açtığı için âyette bu husus bir deneme, imtihan olarak değerlendirilmektedir. Nitekim müteakip âyetten anlaşıldığına göre bazı iyi kimseler yasağı delmedikleri için bu imtihanda başarılı olmuşlardır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 613

 

  شرع Yolun belli ve açık olan bölümü, patikasıdır. Bu temel anlamdan sonra açık ve belli olan yola isim olmuştur. İbn Abbas (ra) şöyle demektedir: ‘Kuran’ın bildirdiklerine شِرْعَة , sünnetin bildirdiklerine ise مِنْهَاج denir.’ Bazıları da şöyle demiştir: ‘Şeriata شَرِيعَة adının verilmesinin nedeni, suya inilen yere, insanların kendisinden su içmek ve su çekmek için geldikleri yere ya da suya gidilen yola شَرِيعَةُ الْمَاءِ denmesidir. Çünkü her kim ona sıdkla girerse hem suya kanar hem de temizlenerek pak olur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şeriat, meşru ve teşridir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  سْـَٔلْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

عَنِ الْقَرْيَةِ  car mecruru  سْـَٔلْهُمْ  fiiline müteallıktır.  الَّت۪ي  müfret müennes has ism-i mevsûlu,  الْقَرْيَةِ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَتْ ‘ın dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَتْ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri  هى ’dir.  حَاضِرَةَ  kelimesi,  كَانَتْ ’in haberi olup lafzen mansubtur.  الْبَحْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

حَاضِرَةَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  حضر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ 

 

 

اِذْ  zaman zarfı, müştak bir kelime olan  حَاضِرَةَ ‘e müteallıktır.  يَعْدُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَعْدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي السَّبْتِ  car mecruru  يَعْدُونَ  fiiline müteallıktır. İkinci  اِذْ  zaman zarfı,  يَعْدُونَ  fiiline müteallıktır.

تَأْت۪يهِمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَأْت۪يهِمْ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ح۪يتَانُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  تَأْت۪يهِمْ  fiiline müteallıktır.  سَبْتِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شُرَّعاً  kelimesi  ح۪يتَانُهُمْ ‘un hali olup lafzen merfûdur. 

يَوْمَ لَا يَسْبِتُونَ  cümlesi makabline matuftur.  يَوْمَ  zaman zarfı,  تَأْت۪يهِمْ  fiiline müteallıktır. لَا يَسْبِتُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْبِتُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


 لَا تَأْت۪يهِمْۚ

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَأْت۪يهِمْ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Muttasıl zamir  هِمْۚ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

  

 كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  ‘’gibi’’ demektir. Bu ibare, amili  نَبْلُوهُمْ  olan mahzuf masdarın sıfatına müteallıktır. Takdiri;  بلاءً مثلَ ذلك البلاء نبلوهم (Bunun benzeri bir belayla onları sınarız.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نَبْلُوهُمْ  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  نَبْلُوهُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَفْسُقُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِ  harf-i ceri sebebiyye,  مَا  masdar harfidir. Yani; onların fıskları sebebiyle demektir. (Âşûr)

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَفْسُقُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَفْسُقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ

 

Ayet, 161. ayetteki  اذكر  cümlesine matuftur. İki ayet arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Buradaki soru, İsrailoğullarının önceki isyanlarını saymak, onları tevbih ve azarlama sebebiyle takrir manasındadır. Yani onların isyanları ilk değildir, bu onların içlerinde olan eski mizaçlarıdır (huylarıdır). (Âşûr)  

Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  الْقَرْيَةِ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّت۪ي ‘nin sılası  … كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Sıfat, tetmim ıtnâbı babındandır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

Cenab-ı Hakk’ın  وَسْـَٔلْهُمْ [Onlara sor.]  buyruğunun maksadı, bu kıssanın onlar tarafından bilindiğini ortaya koymaktır. Zira bu kıssa, Hz. Peygambere Allah (cc) tarafından bildirilmiştir. Bu sorma işinin zikredilmesinin maksadı, şu iki şeyden biridir:

a. Onların, Hz. Muhammed (sav) ile onun mucizelerini inkâr etmedeki ısrarlarının, o zamanda meydana gelmiş bir şey olmadığına; aksine bu inkâr ve ısrarın onların atalarında eskiden beri mevcut olduğuna dikkatlerini çekmek için onların bu çirkin günaha ve fahiş isyana yöneldiklerini ifade etmektir.

b. İnsan, bazen bir başkasına, kendisinin o hadiseyi iyice bildiğini ve onun inceliklerinden bîhaber olmadığını anlatmak için “Şu iş, şöyle şöyle değil midir?” der. Hz. Peygamber (sav) ilim tahsil etmemiş ve herhangi bir kitabı da mütalaa etmemiş ümmî bir kimse idi. Dolayısıyla o bu kıssayı aynı şekilde bir ilavede ve noksanlaştırmada bulunmaksızın aynen anlatınca, bu adeta onun bir mucizesi gibi olmuş oldu. (Fahreddin er-Râzî)


  اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ 

 

Zaman zarfı  حَاضِرَةَ  ,  اِذْ ’ye müteallıktır.  اِذْ  ’in halk, ahali manasında olan  الْقَرْيَةِ ‘den bedel-i iştimâl olduğu da söylenmiştir.

Muzâfun ileyh konumundaki …يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki ikinci zaman zarfı,  يَعْدُونَ  fiiline müteallıktır. Yine muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade eden  تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً  cümlesi, muzâfun ileyh konumundadır.

يَعْدُونَ ‘nin muzari fiil sıygasıyla tercih edilmesi onların bunu yenileyerek tekrar ettiklerine delalet etmek içindir. (Âşûr)

Zaman ismi olan إذ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac Suresi, 26)

وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ  cümlesi  وَ ’la  تَأْت۪يهِمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَسْبِتُونَۙ  cümlesine muzâf olan  لَا تَأْت۪يهِمْۚ  , يَوْمَ ‘e müteallıktır. Mecrur mahalde olan, nefy harfinin tekrarıyla tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır.

يَوْمَ  amiline takdim edilmiştir. Bu da mamülün, nefy harfinden önce gelmesinin caiz olduğuna delildir.

Balıkların onlara izafe edilmesi,  ح۪يتَانُهُمْ /balıkları (حُوت /balık, çoğulu: حِيتانٌ) buyurulması, o balıkların kendilerine has balıklar olduğunu bildirmek içindir. Çünkü bu balıklarda, aynı cinsten diğer balıklarda bulunmayan harika özellikler vardı.

Yahut bundan maksat, o bölgede bulunan balıklardır. Onların bazı cumartesi günleri gelip diğer bazı günler gelmemeleri, insanların cumartesi günleri ibadetle meşgul olmaları sebebiyle kendilerine dokunmadıklarını itiyat olarak bilmelerindendi. (Ebüssuûd) 


كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

 

 

كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ  cümlesi beyânî istînaftır. Allah (cc) onların cumartesi yasağına uymayacaklarını bildiği halde bu ayetin faydası nedir?, sorusuna cevap olarak gelmiştir. (Âşûr)  

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَذَ ٰ⁠لِكَ ’nin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.

Takdiri;  بلاءً مثلَ ذلك البلاء نبلوهم (Bunun benzeri bir belayla onları sınarız.) 

şeklindedir.

كَذَ ٰ⁠لِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذَأَ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, s. 101)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  نَبْلُوهُمْ  , مَا  fiiline müteallıktır. Sılası  كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. Sübut ifade eder.  كَان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, 103)

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَانُوا - كَانَتْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَوْمَ - السَّبْتِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ح۪يتَانُهُمْ - الْبَحْرِۢ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِذْ يَعْدُونَ  ve  اِذْ تَأْت۪يهِمْ  ifadelerinin birincisi  الْقَرْيَةِ ‘den bedel olarak mecrurdur, şehirden maksat şehir halkıdır. Sanki, “Şehir halkına cumartesi yasağını çiğnedikleri zamanı sor.” denilmiştir. Bu, bedel-i iştimâldir. Ama bu ifadenin  كَانَتْ   fiili ile ya da  حَاضِرَةَ kelimesi ile mansub olması da mümkündür. İkincisi ise  يَعْدُونَ  fiili ile mansubtur. Yine bunun bedelin ardından gelen ikinci bir bedel olması da mümkündür. (Keşşâf)

ح۪يتَانُهُمْ  izafetinde balıkların kendilerine has olduğunu bildirmek manası veya o bölgede bulunan balıklar kastedilmiştir.

فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ …- وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ  cümleleri arasında mukabele,  تَأْت۪يهِمْۚ - لَا تَأْت۪يهِمْۚ  ve سَبْتِهِمْ - لَا يَسْبِتُونَۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve iştikak cinası sanatları vardır.

حَاضِرَةَ; başşehir veya gelişmiş büyükşehir demektir.

السَّبْتِ, cumartesi günü için kullanır. Kökünde dinlenme, ara verme manası vardır.

Mecâz-ı mürsel olan  الْقَرْيَةِ  kelimesinden kastedilen insanlar için  يَعْدُونَ  fiilinde cemi müzekker zamirinin kullanılması da istiḫdâm olarak değerlendirilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları, Doktora Tezi)


Günün Mesajı
Bir nimete mazhar olduğumuzda bunu farketmeli ve şükrünü eda etmeliyiz ki Allahu Teala geçmiş günahlarımızı affetsin ve mükafatımızı çoğaltsın.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan, Allah’ı ve sınırlarını benimseyerek ve hatırlayarak, nefsini terbiye etmediğinde, bir çok tehlikeyle karşı karşıya kalır. Harama yaklaşmak ve yaklaştığı yerde bulaşmak, daha da cazip hale gelir.

Haram işlemenin bir tehlikesi vardır ki, o da harama giden yolların kısalması ve artık onu işlemenin kolaylaşmasıdır. Nasıl mı? İnsan nefsinin seçici algısı sayesinde. Allah’la meşgul olan kulun kalbi sadece hayır vesilelerini görürken, haramlarla meşgul olan kulun (kararmış) kalbi ise artık hep haram fırsatlarının peşindedir.

Bir başka tehlikesi ise; harama çağırılan bir çok insan gibi onun da bir bahanesi vardır. Ne mi? Belki öfke, belki hırs, belki korku (açlık, sevdiğini kaybetme vb.), belki başkaları da yapıyor düşüncesi, belki de dünyaya bir kere geldik cümlesi. Bu bahaneleri, Allah’ın emirlerinin üstünde tuttuğunda ise artık başı derttedir. Çıkış kapısı: tövbedir.

Haramdan kaçış her seferinde kolay değildir. Bazen kula imtihan vesilesi olur. Öyle ki; harama yaklaştıkça, kısa süreli mutluluklar ve dünyevi ferahlıklar aklını karıştırır. Haram sebebi; nefsini zorlar, sıkıştırır ve devamlı dikkati kendisine çeker. O zaman, kul arkasını dönüp kaçmalı ve kendisine asıl neyin önemli olduğunu hatırlatmalıdır. Cumartesi günü akın akın gelen balıklardan nasiplenememek değil de, Allah’ın emrine itaatsizlik etme ve rızasını kaybetme ihtimalinin korkusu, yüreğinde yara açmalıdır.

Allahım!
Bizi;
Geçmişte yaşananlardan ibret alanlardan,
Haramlardan uzak duranlardan,
Aynı hatalar üzerinde ısrar etmeden tövbe edenlerden,
Kalbi ve zihni, daima tetikte olanlardan,
Dünyanın geçici lezzetleri ve şeytanla nefsimizin vesveseleri karşısında, her zaman Senin rızana uymayı seçenlerden,
Dünyadan ihtiyacı olanı alıp, ahiretini kazanma umuduyla çabalayanlardan,
Rızanı kazananlardan ve kurtuluşa erenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji