21 Ekim 2024
A'râf Sûresi 164-170 (171. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 164. Ayet

وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ  ...


Hani onlardan bir topluluk demişti ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da, “Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)” demişlerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ artık
2 قَالَتْ dedi ق و ل
3 أُمَّةٌ bir topluluk ا م م
4 مِنْهُمْ içlerinden
5 لِمَ niçin?
6 تَعِظُونَ öğüt veriyorsunuz و ع ظ
7 قَوْمًا bir kavme ق و م
8 اللَّهُ Allah’ın
9 مُهْلِكُهُمْ helak edeceği ه ل ك
10 أَوْ yahut
11 مُعَذِّبُهُمْ azabedeceği ع ذ ب
12 عَذَابًا bir azapla ع ذ ب
13 شَدِيدًا şiddetli ش د د
14 قَالُوا dediler ki ق و ل
15 مَعْذِرَةً ma’zeret için ع ذ ر
16 إِلَىٰ
17 رَبِّكُمْ Rabbinize ر ب ب
18 وَلَعَلَّهُمْ ve belki
19 يَتَّقُونَ korunurlar (diye) و ق ي

Konu hakkında bilgileri bulunan Hz. Peygamber dönemi yahudilerine hitap edildiği için oldukça muhtasar bir üslûp kullanılmakla birlikte, anlaşıldığına göre, söz konusu sahil şehrinin halkı içinde cumartesi tatilinde çalışma yasağına uyanlar da vardı. Onlardan bir kısmı anılan yasağı ihlâl edenleri uyarırken bir bölümü de Allah’ın yıkıma uğratacağı yahut şiddetli bir şekilde cezalandıracağı belli olan bir topluluğu ikaz edip nasihatte bulunmanın boşuna bir çaba olduğunu söylüyor; diğerleri ise, en azından uyarı görevlerini yapmış sayılmak ve böylece Allah katında sorumluluktan kurtulmak yanında, uyardıkları kişilerin hatalarını göstererek durumlarını düzeltmelerine yardımcı olabilecekleri ümidiyle onları uyardıklarını belirtiyorlardı.

 Böylece anılan halkın üç tip insan topluluğundan meydana geldiği görülmektedir: a) Allah’ın yasaklarını çiğneyenler, b) Allah’ın hükümlerine uymakla birlikte günahkârların ıslah edilmesi konusunda kötümser olup irşadın yararsız olduğunu düşünenler, c) İrşadın terkedilemez bir görev ve sorumluluk olduğunu, ayrıca bu hususta ümitsiz ve karamsar olmamak gerektiğini düşünenler. Âyetin üslûbundan, en ideal davranışın bu sonuncularınki olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde iyi müminler, özellikle ilim irfan sahibi kişiler, kendileri Allah’ın buyruk ve yasaklarına uyarak temiz bir hayat yaşadıkları gibi başkalarının da doğru yola gelmelerini sağlamak için bıkıp usanmadan aydınlatma görevlerini yerine getirirler. Gerçek bir eğitimci ve irşad edicinin kötümser bir yaklaşımla, kötülükleri çaresiz ve şifasız kabul edip bir kenara çekilmesi doğru bir davranış değildir; ayrıca bizzat peygamberler de dahil olmak üzere insanlar bu hususta ne ölçüde başarılı olduklarından değil, bu yolda gerektiği kadar ve gerektiği şekilde çaba gösterip göstermediklerin-den sorumludurlar, hidayet ise yalnız Allah’tandır (Bakara 2/272; Nahl16/37; Kasas 28/56).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 613-614

وعظ Veaza : İnsanlara kalplerini yumuşatacak sevap ya da ceza türünden hatırlatmalar yapmak, korkuyla karışık nasihat etmek anlamına gelen va’z وَعْظٌ sözcüğü hakkında El- Halil ” va’z, insanın kalbini yumuşatacak hayırlı işleri hatırlamak demektir” demiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 25 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vaaz, vâiz ve mevizadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

عذر Azera : عُذْرٌ (özür) kişinin işlediği suç ve kabahatlerinin ya da günahlarının izlerini silmesini sağlayacak şeyi araştırıp yapmaya çalışmasıdır. Özür üç kısma ayrılır: 1- Ben yapmadım der. 2- Şundan dolayı yaptım diyerek kendisini suçlu olmaktan çıkaracak şeyleri sıralar. 3- Yaptım ama bir daha tekrarlamayacağım der. İşte bu üçüncüsü tövbedir. Şu halde her tövbe özürdür ama her özür tövbe değildir. Bir görüşe göre de عُذْرٌ kelimesinin kökeni pis, necis ve murdar şey anlamındaki عَذِرَةٌ sözcüğüne dayanmaktadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri özür, mazur, mazeret,itizar,taazzür ve Azra’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ 

 

اِذْ  zaman zarfı,  يَعْدُونَ  fiiline matuftur.  وَ  atıf harfidir.  قَالَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.  اُمَّةٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْهُمْ  car mecruru  اُمَّةٌ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.

Mekulü’l-kavli,  لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ’dir.  قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

مَا  istifham isminin ism-i mevsûl olmadığı anlaşılsın diye elifi hazf edilmiştir.  لِ  harf-i ceriyle birlikte  تَعِظُونَ  fiiline müteallıktır.

تَعِظُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قَوْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


 اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ 

 

İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  مُهْلِكُهُمْ  haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  مُعَذِّبُهُمْ  kelimesi,  مُهْلِكُهُمْ ‘e matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf - matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَذَاباً  kelimesi mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. Amili  مُعَذِّبُهُمْ  kelimesidir. شَد۪يداً  kelimesi  عَذَاباً’in sıfatıdır.

مُهْلِكُهُمْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

مُعَذِّبُهُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ ’dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

مَعْذِرَةً  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, نعتذر (Özür dileriz.) şeklindedir.

اِلٰى رَبِّكُمْ  car mecruru  مَعْذِرَةً  ‘e müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَتَّقُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَّقُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ

 

وَ  atıf harfidir. Ayet, 163. ayetteki  اِذْ يَعْدُونَ  cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ  cümlesi muzâfun ileyh konumundadır.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli  لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ  cümlesi, isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur. Bu cümle,  قَوْماًۙۨ  için sıfattır. Kavmin özellikleri sıfatla açıklanarak tetmim ıtnâbı yapılmıştır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اُمَّةٌ  - قَوْماًۙۨ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مُهْلِكُهُمْ - مُعَذِّبُهُمْ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Burada tereddüt (ya helak, yahut çetin azap), ikisinden birinin mutlaka olacağı anlamındadır. Bunu söylemeleri, öğüdün onlara fayda vermeyeceğini iyice anlatmak yahut o kavme korku salmak yahut öğüdün hikmet ve faydasını sormak içindir. (Ebüssuûd)


 قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

 

Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin mekulü’l-kavli olan  مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَعْذِرَةً, takdiri  نعتذر  (Özür dileriz.) olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Mahzufla birlikte cümle, müspet fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

رَبِّكُمْ  izafetinde, Rabb isminin onlara ait zamire muzaf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. Ebüssuûd; Rabb isminin onlara ait olan zamire muzâf olmasının; O’nun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını haber verdiği gibi, sapkınlıklarında ne kadar ileri gittiklerine de işaret ettiğini söylemiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 5, s. 104)

Mekulü’l-kavle matuf olan  وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ  cümlesi, gayr-ı talebî inşâi isnaddır. Cümlenin haber manalı olması makabline atfını mümkün kılmıştır.

لَعَلَّ, Vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir. “Umulur ki” anlamında olan bu harf, bu ayette “...olsun diye, ...olması için” manasındadır. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ ‘nin haberi  يَرْجِعُونَۚ, muzari sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

[Hani içlerinden bir topluluk] yani o şehir halkından, onların salihlerinden, onlara öğüt verme noktasında çok zorluklara katlanmış, adeta zillete düşmüş; sonuçta onların öğüt kabul edeceğinden ümidi kesmiş olan kimseler, öğüt vermekten ümit kesmemiş olan diğer gruba [Allah’ın helak edeceği] yani köklerini kazıyacağı ve yeryüzünü kendilerinden temizleyeceği veya sürekli kötülük yaptıkları için kendilerini [şiddetli bir azapla cezalandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz ki?!’ demişlerdi…] Bunu, artık öğüdün kâr etmeyeceğini bildikleri için söylüyorlardı. [Onlar da demişlerdi ki “Bu, Rabbinize karşı bir mazerettir.”] Yani bizim onlara öğüt vermemiz Allah’a bir özür beyanıdır; emr-i bi’l-ma‘rûf ve nehy-i ani’l-münker konusunda kusurlu olmayalım diye böyle yapıyoruz; [ve belki sakınırlar diye…] Yani umuyoruz ki bir tür sakınma davranışı gösterirler. (Keşşâf)

Ayette, sıfat vasıtasıyla tetmim ıtnâbı yapılmıştır.

قَالَتْ  - قَالُوا  ,مُعَذِّبُهُمْ - عَذَاباً  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

عَذَاباً - مَعْذِرَةً  arasında cinas-ı nakıs  vardır.

عَذَاباً kelimesi nekre gelerek ve şiddetle vasıflanarak tazim ifade etmiştir.

A'râf Sûresi 165. Ayet

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ  ...


Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 نَسُوا onlar unuttular ن س ي
3 مَا şeyi
4 ذُكِّرُوا hatırlatılan ذ ك ر
5 بِهِ kendilerine
6 أَنْجَيْنَا biz de kurtardık ن ج و
7 الَّذِينَ kimseleri
8 يَنْهَوْنَ meneden(leri) ن ه ي
9 عَنِ -ten
10 السُّوءِ kötülük- س و ا
11 وَأَخَذْنَا ve yakaladık ا خ ذ
12 الَّذِينَ kimseleri
13 ظَلَمُوا zulmeden(leri) ظ ل م
14 بِعَذَابٍ bir azab ile ع ذ ب
15 بَئِيسٍ çetin ب ا س
16 بِمَا yüzünden
17 كَانُوا ك و ن
18 يَفْسُقُونَ yoldan çıkmaları ف س ق

Burada Cenâb-ı Hakk’ın, yukarıda anılan üç grup insandan ikisi için uygun gördüğü muamele zikredilmektedir. Buna göre kötülüğü engellemeye çalışanlar kurtuluş müjdesine mazhar olmuşlar; onların uyarılarını dikkate almayıp Allah’ın hükümlerini çiğnemekte ısrar edenlerin de işledikleri kötülükler sebebiyle “dehşetli bir azap”la cezalandırılacakları bildirilmiş; üçüncü grubun yani kendileri iyi olmakla birlikte kötüleri uyarmayan, bunun yararlı olacağına inanmayan kesimin durumu hakkında bilgi verilmemiştir. Müfessirler bu hususta iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Bir görüşe göre kötülüklerle mücadele etmedikleri için bunlar da kötülerin âkıbetini paylaşacaklar, onlar gibi azaba çarptırılacaklardır. Tefsirlerde nakledildiğine göre Abdullah b. Abbas bunlar hakkında görüş belirtmeme yolunu tutmuş (tevakkuf etmiş), başka bir rivayete göre ise bunların da cezalandırılacaklarını söylemiştir. Hasan-ı Basrî’nin de katıldığı söylenen ve bize göre daha mâkul olan diğer bir görüşe göre, “Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azapla cezalandıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz sanki!” diyerek diğerlerinin işlediklerinin kötülük olduğuna inandıkları için onlar da kurtuluşa ereceklerdir (İbn Kesîr, III, 494-495; Râzî, 15, 39). Râzî, bu görüşün doğruluğunu savunurken, kötülüklere –sözlü ve yazılı uyarı veya eleştiriye ek olarak– güç kullanarak karşı çıkma (nehiy ani’l-münker) ödevinin farz-ı kifâye olduğunu ifade eder.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 614-615

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ 

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

نَسُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  ذُكِّرُوا بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

ذُكِّرُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  ذُكِّرُوا  fiiline müteallıktır.

Şartın cevabı  اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ’dir.  اَنْجَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَنْهَوْنَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

عَنِ السُّٓوءِ  car mecruru  يَنْهَوْنَ  fiiline müteallıktır.

ذُكِّرُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَخَذْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  ظَلَمُوا بِعَذَابٍ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِعَذَابٍ  car mecruru  ظَلَمُوا  fiiline müteallıktır.  بَـ۪ٔيسٍ  kelimesi  عَذَابٍ  kelimesinin sıfatıdır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَخَذْنَا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَفْسُقُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَفْسُقُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَفْسُقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بَـ۪ٔيسٍ  kelimesi, sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

 

فَ  atıf harfidir.. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  … نَسُوا مَا ذُكِّرُوا  cümlesidir. 

Müspet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  ذُكِّرُوا  şeklinde mazi fiil cümlesi gelerek sebata, istikrar ve temekküne işaret etmiştir.

Cevap cümlesi olan  …اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ, müspet mazi fiil sıygasında  faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

نَسُوا  [Unuttular) fiilinde istiare vardır. Terk ettiler anlamında kullanılmıştır. Sebebiyet alakasıyla mecâz-ı mürsel olduğu da söylenebilir. (Mahmut Sâfî)

اَنْجَيْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası   يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  اَخَذْنَا  cümlesi, şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi tezattır.

اَنْجَيْنَاهُ  fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’ân Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)

Mecrur mahaldeki masdar harfi  اَخَذْنَا , مَا  fiiline müteallıktır. Akabindeki  كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi masdar tevilindedir.  كَان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. 

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, 103)

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَانُوا - كَانَتْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları 

السُّٓوءِ - ظَلَمُوا - بِعَذَابٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ  cümlesiyle  وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

نَسُوا - ذُكِّرُوا  ve  اَخَذْنَا - اَنْجَيْنَا  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

لَمَّا -  مَا  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs, iki farklı görevdeki  مَا ’lar arasında tam cinas ve bu kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَذَابٍ  kelimesi nekre gelerek ve önceki ayetten farklı bir şekilde kötü olmakla vasıflanarak tazim ifade etmiştir.

بَـ۪ٔيسٍ  kelimesi bu kalıpta Kur’an-ı Kerim’de sadece burada geçmiştir. Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, savaştaki ve alçaltıcı zorluk için kullanıldığını söylemiştir.

A'râf Sûresi 166. Ayet

فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ  ...


Yasaklandıkları şeylerden vazgeçmeye yanaşmayınca da onlara “aşağılık maymunlar olun” dedik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 عَتَوْا vazgeçmediler ع ت و
3 عَنْ -den
4 مَا şeyler-
5 نُهُوا yasak kılınan ن ه ي
6 عَنْهُ kendilerine
7 قُلْنَا dedik ق و ل
8 لَهُمْ onlara
9 كُونُوا olun ك و ن
10 قِرَدَةً maymunlar ق ر د
11 خَاسِئِينَ aşağılık خ س ا

Burada da kötülerin çarptırıldıkları cezaya sebep olarak onların kendi günahları gösterilmektedir. Buna göre onlar, uyarılara rağmen kötülüklerinde küstahça direnmişler, Allah da onlara “Aşağılık maymunlar olun!” buyurmuştur. Allah, bir şey için “Şöyle olsun!” buyurmuşsa o şey kaçınılmaz olarak öyle olur. Bu şekilde Allah’ın söz konusu zümreyi maymuna vb. şeylere dönüştürmesine mesh denir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu dönüşümün mahiyeti hususunda açıklama yoktur. Müfessirler ise, burada Allah’ın bu buyruğunun, söz konusu isyancı yahudi topluluğunu hem bedenen hem de ruhen gerçek maymun yapan bir buyruk mu, yoksa sadece karakterlerini (tab‘) ve huylarını maymununkine benzeten bir buyruk mu olduğu hususunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Yaygın görüşe göre bu tam bir meshtir. Yani Allah, isyanda direnen bu yahudi topluluğunu en sonunda tamamen maymunlar haline getirmek suretiyle cezalandırmıştır. Ancak bu yorumu, ilmî olmaktan ziyade eski dönemlerin sosyal psikolojisinin bir yansıması şeklinde değerlendirmek ve âyeti bir ‘tür’ değişmesi olarak değil, bir ahlâk ve karakter dejenerasyonu olarak anlamak daha uygun görünmektedir. Mâide sûresinin 60. âyetinde aynı kavmin Allah tarafından maymun ve domuzlara çevrildiği bildirilirken de böyle bir anlam kastedilmiş olmalıdır. Buna göre âyet İsrâiloğulları’nın ahlâkî ve mânevî dejenerasyonuna işaret etmekte olup Kur’ân-ı Kerîm, hâkim üslûbu uyarınca, diğer bütün olgular gibi onlardaki bu değişikliği de ilâhî iradeye bağlamaktadır. Tâbiîn âlimlerinden Mücâhid’e kadar götürülen bir yorumda da “Onların kalpleri değişti; (yoksa bedenî olarak) maymunlara dönüşmediler” denmiş; Bakara sûresinin 65. âyetinde geçen “Aşağılık maymunlar olun!” ifadesinin de temsilî bir ifade olduğu belirtilmiştir (Taberî, I, 332; ayrıca bk. Bakara 2/65).

 Bize öyle geliyor ki, burada olmayan bir şeyin ilâhî emirle oluvermesinden ziyade, saygın ve erdemli insanlık yolunu seçmek yerine, kendilerini maymunlar gibi aşağılık ve gülünç duruma düşürecek, maskara yapacak davranışları seçmiş ve bunda ısrar etmiş bulunanlara, “Madem böyle olmak istiyorsunuz o halde böyle olun ve böyle kalın!” denmiş olmalıdır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 615-616

فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

عَتَوْا  şart fiili olup mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  عَتَوْا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  نُهُوا عَنْهُ’dur. Îrabtan mahali yoktur.

نُهُوا  damme üzere mebni, meçhul, mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  naib-i fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُ  car mecruru  نُهُوا  fiiline müteallıktır.

Şartın cevabı  قُلْنَا لَهُمْ  ‘dur.  قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  قُلْنَا  fiiline müteallıktır.

Mekulü’l-kavli, كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ’dir.  قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

كُونُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle nakıs mebni emir fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

قِرَدَةً  kelimesi  كُونُوا ‘nun haberi olup fetha ile mansubtur.

خَاسِـ۪ٔينَ  kelimesi ikinci haber olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

خَاسِـ۪ٔينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسأ  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ

 

Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ  cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl  konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  نُهُوا عَنْهُ  mazi fiil sıygasında gelerek sebata, istikrar ve temekküne işaret etmiştir.

Cevap cümlesi olan  …قُلْنَا لَهُمْ,  müspet mazi fiil sıygasında  faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قُلْنَا  fiilinin mekulü’l-kavli,  كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كَان ’nin  haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

نَسُوا  [Unuttular) fiilinde istiare vardır. ‘Terkettiler’ anlamında kullanılmıştır. Sebebiyet alakasıyla mecâz-ı mürsel olduğu da söylenebilir. (Mahmut Sâfî)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قِرَدَةً ,خَاسِـ۪ٔينَ  için sıfattır. Sıfatlar tetmim ıtnâbı babındandır.

Burada emirden murad, sözlü emir değil yaratmak anlamındaki emirdir. Burada meshin (maymun suretine dönmenin), onların yasaklandıkları işlere son vermemekte ısrar etmelerine bağlanması, azabın asıl sebebi, emir ve nehiylere muhalefetleri ve Allah Teâlâ’ya karşı gelmeleridir. (Ebüssuûd) 

‘’Geniş bilgi için bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/mesh--ilahi-ceza

Bakara Suresi, 65 ve Maide Suresi, 60 ayetleriyle iktibas vardır.

Mücahid ve Muhsin Demirci, bu dönüşümün fiziksel ya da bedensel değil, ahlaken ve kalben bir değişim olduğu görüşündedir.


A'râf Sûresi 167. Ayet

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Hani Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri göndereceğini bildirmişti. Şüphesiz Rabbin, elbette cezayı çabuk verendir. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ o vakit
2 تَأَذَّنَ ilan etmişti ا ذ ن
3 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
4 لَيَبْعَثَنَّ elbette göndereceğini ب ع ث
5 عَلَيْهِمْ onlara
6 إِلَىٰ kadar
7 يَوْمِ gününe ي و م
8 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
9 مَنْ kimseler
10 يَسُومُهُمْ yapacak س و م
11 سُوءَ en kötüsünü س و ا
12 الْعَذَابِ azabın ع ذ ب
13 إِنَّ doğrusu
14 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
15 لَسَرِيعُ çabuk س ر ع
16 الْعِقَابِ ceza verendir ع ق ب
17 وَإِنَّهُ ve O
18 لَغَفُورٌ çok bağışlayan غ ف ر
19 رَحِيمٌ çok esirgeyendir ر ح م

Burada genel olarak İsrâiloğulları’nın, Allah’a karşı isyanları ve insanlara karşı zulüm ve haksızlıkları, bozgunculukları sebebiyle kendilerine düşman olan başka insanlardan çektikleri ve çekecekleri sıkıntılara işaret edilmektedir. Taberî’nin kaydettiği rivayetlere göre yahudilere “en ağır ceza”yı verecek olanlardan maksat, onlarla savaşıp müslüman olmayanları cizye vermeye mecbur bırakan Araplar’dır. Bir toplumun bu şekilde düşmanı karşısında mağlûp olup vergi vermek mecburiyetinde kalması “küçüklük ve aşağılık” bir durum olduğu için âyette bu husus “en ağır ceza” şeklinde değerlendirilmiştir (IX, 102-103). Ancak İbn Kesîr’in aktardığı görüş ve açıklamalar daha isabetli görünmektedir. Buna göre yahudiler, Allah’ın emrine aykırı davranıp isyan etmek, haramları delmek maksadıyla hileler uydurmak gibi kötülükler işledikleri için belirtilen sıkıntılara mâruz kalmışlar, özellikle çeşitli vergi yükleri altına sokulmuşlardır (III, 496-497). Tarih boyunca yahudiler, Asur, Bâbil, Pers, Grek ve Roma’nın yönetim ve hükümranlığı altında bulunmuşlar; çeşitli zulüm ve baskılara mâruz kalmışlardır. Esasen Nazi Almanyası’ndaki yahudi düşmanlığından kaynaklanan ceza ve baskılar dahil olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde ve çeşitli dönemlerde yahudilerin mâruz kaldıkları her türlü sıkıntıları bu âyet çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Tevrat’ta da İsrâiloğulları’nın doğru yoldan sapmaları halinde Tanrı tarafından bu şekilde çetin sıkıntılara uğratılarak cezalandırılacaklarını ifade eden yer yer çok ağır ithamlarla dolu açıklamalar bulunmaktadır (meselâ bk. Tesniye, 28/15-68, 29/22-29, 30/17-18; bilgi için ayrıca bk. Bakara 2/159). Bazı müfessirler, âyetteki “kıyamete kadar” ifadesini dikkate alarak yahudilerin daima sıkıntı çekeceklerine, müslümanların boyunduruğu altında yaşayacaklarına dair beyanlarda bulunmuşlarsa da buradaki “kıyamete kadar” kaydının sadece isyankârlık, fesatçılık gibi kötülüklerde ısrar edenlerle ilgili olduğunda ve bunun “Günah ve isyan devam ettikçe ceza da devam edecektir” anlamı taşıdığında kuşku yoktur. Nitekim âyetin sonundaki “O çok bağışlayan çok esirgeyendir” ifadesi de buna işaret etmektedir. Esasen bir toplumu bu şekilde toptan mahkûm etmek hem aklen ve ahlâken doğru değildir hem de bizzat Kur’ân-ı Kerîm’in herkese ve her topluma hak ettiği şekilde muamele edileceğini ve hiçbir kimseye hiçbir şekilde haksızlık yapılmayacağını belirten açıklamalarına, kezâ İsrâ sûresinde (17/4-8) aynı konuya değinen âyetlerin devamında, İsrâiloğulları’nın, Allah’ın kendilerine merhamet edeceğini umabileceklerine ve eğer kötülüklere dönmezlerse Allah’ın da onları tekrar cezalandırmayacağına işaret eden açıklamasına ters düşmektedir. Nitekim iyilerle kötüler arasında bir ayırıma giden 168. âyet ile âhiretin daha hayırlı olduğunu bildirerek insanları akıllarını kullanmaya, dolayısıyla âhirette kendilerine yararlı olacak davranışlar yapmaya çağıran 169. âyet ve Allah’ın, kitaba sarılıp namazlarını kılanların ve genel olarak iyi halli kimselerin ecirlerini zayi etmeyeceğini bildiren 170. âyet de yine ilâhî adaletin mutlak olduğunu, yahudiler de dahil olmak üzere herkesi kucakladığını açıkça göstermektedir. Yahudilerin bozgunculukları sebebiyle yurtlarını kaybederek dünyanın çeşitli yerlerine dağılmışlıklarını ifade eden 168. âyette her topluluk gibi onların da iyilerinin ve kötülerinin bulunduğu; kötü olanların, tuttukları yanlış yoldan dönsünler diye iyi durumlarla da imtihan edildikleri bildirilmektedir. Bazı müfessirler burada Hz. Mûsâ dönemi yahudilerinden söz edildiğini ileri sürmüşlerse de bu pek mâkul gözükmemektedir. Zira dağılma süreci Hz. Mûsâ’dan sonra başlamıştır. 169. âyetin başındaki “Onların ardından… bir kuşak geldi” şeklindeki ifade de burada İslâm’dan önceki dönemde yaşamış yahudi zümrelerden söz edildiğini göstermektedir. Eski müfessirlerin çoğunluğu, âyetteki “iyi kimseler”den yahudi iken İslâmiyet’e girenlerin, böyle olmayanlarla da Yahudiliğe bağlılığını sürdürenlerin kastedildiğini ileri sürmüşlerdir (Râzî, XV, 42; Kurtubî, VII, 310). Ancak, Kur’an böyle bir belirleme yoluna gitmediği halde âyetin anlamını sınırlamanın doğru olmadığı kanaatindeyiz. Nitekim Taberî böyle bir yorum yapmak yerine, “iyi kimseler” meâlindeki kısmı, “Allah’a ve peygamberlere inananlar” şeklinde daha genel bir ifadeyle açıklamıştır (IX, 104). Elmalılı da şu isabetli açıklamayı yapmaktadır: “Demek ki Benî İsrâil’in devletleri tarumar olup böyle dağılmaları, içlerinde iyiler hiç bulunmadığından değil, kötülerin kesretinden ve hey’et-i umûmiyyesi kötüler elinde bulunup fısku zulmü temsil etmesinden idi. Bunun için, parçalandıkları zaman sâlihleri de vardı fâsıkları da” (IV, 2316). Aynı âyette Allah’ın verdiği her nimet ve her sıkıntının bir imtihan olduğu, diğer milletler gibi yahudilerin de böyle denemelere tâbi tutulduğu bildirilmektedir. Nimetin değerini bilip onu verene şükreden ve kulluk borçlarını ödeme gayreti içinde olanlar, sıkıntılar karşısında isyana sapmadan sabır ve metanet gösterip kulluktaki sebatını sergileyenler bu imtihanda başarılı olurlar. Bu iki âyetin genel muhtevasından anlaşıldığına göre nimetleri ve sıkıntıları böyle bir imtihan bilinci ve sorumluluğu ile algılayıp değerlendirmek, insanları sadece âhiret kurtuluşuna götürmekle kalmayacak, dünyevî faydalar da kazandıracak, özellikle yurtlarında birlik ve beraberlik içinde iyi bir siyasal ve sosyal hayat sürdürmelerini sağlayacaktır. 

Kaynak :Kuran Yolu

Riyazus Salihin, 444 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Eğer mü’min, Allah’ın azabının nitelik ve niceliğini bilseydi, cennet ümidine kapılmazdı. Kâfir de Allah’ın rahmetinin nitelik ve niceliğini tam olarak kavrayabilseydi, O’nun cennetinden asla ümidini kesmezdi”.
Müslim, Tevbe 23
 
سوم Seveme : سَوْمٌ kelimesinin asıl anlamı bir şeyi talep etme maksadıyla arayıp araştırma veya bulma; elde etme çabası içinde gitmek veya ayrılmak demektir. Türkçede de kullandığımız sîmâ kelimesi alamet ve nişan anlamına gelir. Kuran-ı Kerim’de yukarıda zikredilen iki anlamda da kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de beş farklı şekilde 15 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sîmâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı, mahzuf olan  اذكر  fiiline müteallıktır.  تَاَذَّنَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَاَذَّنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  يَبْعَثَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  يَبْعَثَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

عَلَيْهِمْ  car mecruru  يَبْعَثَنَّ  fiiline müteallıktır.  اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  يَبْعَثَنَّ  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَسُومُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

سُٓوءَ  kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْعَذَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تَاَذَّنَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  أذن ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


  اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

سَر۪يعُ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberidir.  الْعِقَابِۘ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


  وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

رَح۪يمٌ  ise  اِنَّ ’nin ikinci haberidir. Lafzen merfûdur.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ

 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَاَذَّنَ رَبُّكَ  cümlesi muzâfun ileyh konumundadır.

رَبُّكَ  izafeti, muzâfun ileyhe şeref ve destek ifade eder. Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma  kastına matuftur.

…لَيَبْعَثَنَّ  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.  لَ  ve nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

تَاَذَّنَ  fiilinin iki mef’ûlü yerideki mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

لَيَبْعَثَنَّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası  يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.


اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ

 

Ayetin bu cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi, Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma  kastına matuftur.

رَبَّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan, Hz. Peygambere ait  كَ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

اِنَّ ’nin haberi az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir..

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t Tefsîr)

سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ ibaresinde, sıfat mevsufuna muzâf olarak gelmiştir. Bu ifadede vurgu vardır.

Burada hitabın yalnız Resulullah’a (sav) tevcihi, Rabb kelimesinin, Resulullah’ın (sav) yerini tutan zamire izafesi, Allah Teâlâ’nın, Resulullah hakkında ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)


 وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi makabline  وَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayette  iktibas sanatı vardır.  Bu iki cümlle En’am Suresinin son ayetinin iki cümlesinin tekrarıdır. Aralarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri,  Ahkaf Suresi)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

يَسُومُهُمْ - سُٓوءَ  arasında cinas-ı nakıs vardır.

اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ  cümleleri arasında mukabele vardır.

Tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
A'râf Sûresi 168. Ayet

وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَماًۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ  ...


Biz onları yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler ve kötülükler ile sınadık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَطَّعْنَاهُمْ ve onları ayırdık ق ط ع
2 فِي
3 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
4 أُمَمًا topluluklara ا م م
5 مِنْهُمُ onlardan kimi
6 الصَّالِحُونَ iyi kişilerdir ص ل ح
7 وَمِنْهُمْ ve kimi de
8 دُونَ alçaktır د و ن
9 ذَٰلِكَ bundan
10 وَبَلَوْنَاهُمْ ve onları sınadık ب ل و
11 بِالْحَسَنَاتِ iyiliklerle ح س ن
12 وَالسَّيِّئَاتِ ve kötülüklerle س و ا
13 لَعَلَّهُمْ belki
14 يَرْجِعُونَ dönerler (diye) ر ج ع

وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَماًۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَطَّعْنَاهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  قَطَّعْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.  اُمَماً  kelimesi  قَطَّعْنَاهُمْ ‘deki mef’ûlun hali olup lafzen mansubtur.

قَطَّعْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  قطع ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ

 

Cümle  اُمَماً ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.  مِنْهُمُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

الصَّالِحُونَ  muahhar mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الصَّالِحُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  دُونَ  mekân zarfı, mahzuf bir kelimenin sıfatı olarak mansubtur. Bu mahzuf kelime de  منهم ناس أو قوم دون ذلك (Bunlar arasında bunun dışında insanlar veya kavimler vardır.) şeklinde takdir edilen muahhar mübtedadır. 

ذا  işaret ism-i, sükun üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.


وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  بَلَوْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِالْحَسَنَاتِ  car mecruru  بَلَوْنَا  fiiline müteallıktır. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

السَّيِّـَٔاتِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْحَسَنَاتِ ‘ye matuftur.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir,  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَرْجِعُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَرْجِعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَماًۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ

 

وَ  atıf harfidir. Ayet, mahzuf istinafa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُمَماًۚ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ  cümlesindeki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat vardır.

اُمَماًۚ  için sıfat olan  مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ  cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنْهُمُ ’un amili olan mukaddem haber, mahzuftur.

Aynı üslupta gelen ve bu cümleye matuf  وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ  cümlesi, atfedildiği cümle gibi sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır.

مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ  cümlesiyle  وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

ذٰلِكَ  ile salih ümmetlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. 

Ayrılmak (tefrîk), kesmeye, kopmaya benzetilmiştir. Câmi; her ikisinde de visâlin olmaması, yani ayrılıktır. Ancak müstear olan kelimede bu mana daha şiddetli ifade edildiği için tercih edilmiştir. Böylece kelam daha beliğ olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَماًۚ  cümlesinde cem’ vardır;

مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ  cümlesinde taksim vardır. 


 وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ

 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle,  وَقَطَّعْنَاهُمْ ’a matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

بِالْحَسَنَاتِ  ve  السَّيِّـَٔاتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.

Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

 
A'râf Sûresi 169. Ayet

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ  ...


Derken, onların ardından yerlerine Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın değersiz malını alır ve “(nasıl olsa) biz bağışlanacağız” derlerdi. Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَخَلَفَ ardından خ ل ف
2 مِنْ
3 بَعْدِهِمْ sonra onların ب ع د
4 خَلْفٌ yerlerine geçip خ ل ف
5 وَرِثُوا varis olanlar و ر ث
6 الْكِتَابَ Kitaba ك ت ب
7 يَأْخُذُونَ alıyorlar ا خ ذ
8 عَرَضَ menfaatini ع ر ض
9 هَٰذَا şu
10 الْأَدْنَىٰ alçak(dünyan)ın د ن و
11 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ki ق و ل
12 سَيُغْفَرُ (nasıl olsa) bağışlanacağız غ ف ر
13 لَنَا biz
14 وَإِنْ ve eğer
15 يَأْتِهِمْ kendilerine gelse ا ت ي
16 عَرَضٌ bir menfaat daha ع ر ض
17 مِثْلُهُ ona benzer م ث ل
18 يَأْخُذُوهُ onu da alırlar ا خ ذ
19 أَلَمْ
20 يُؤْخَذْ peki alınmamış mıydı? ا خ ذ
21 عَلَيْهِمْ kendilerinden
22 مِيثَاقُ misak (söz) و ث ق
23 الْكِتَابِ Kitap’ta ك ت ب
24 أَنْ diye
25 لَا
26 يَقُولُوا söylemeyecekler ق و ل
27 عَلَى hakkında
28 اللَّهِ Allah
29 إِلَّا başkasını
30 الْحَقَّ gerçekten ح ق ق
31 وَدَرَسُوا ve öğrenmediler mi? د ر س
32 مَا
33 فِيهِ onun içindekini
34 وَالدَّارُ ve yurdu د و ر
35 الْاخِرَةُ Âhiret ا خ ر
36 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
37 لِلَّذِينَ
38 يَتَّقُونَ korunanlar için و ق ي
39 أَفَلَا
40 تَعْقِلُونَ düşünmüyor musunuz? ع ق ل

Zemahşerî’ye göre buradaki “yeni kuşak”tan maksat, Hz. Peygamber dönemindeki yahudiler, vâris oldukları kitap ise o günkü Tevrat’tır (II, 101); aldıkları geçici dünya menfaatinin de mahkemelerde aldıkları rüşvet olduğu söylenir. Taberî’nin kaydettiğine göre o dönemlerde yahudiler arasında rüşvet o kadar yaygındı ki, rüşvet almak istemeyenleri suçlarlardı. Hâkim olarak birine başvurulduğunda rüşvet isterdi; “Neden hüküm verirken rüşvet alıyorsun?” denildiğinde de, “Nasıl olsa bağışlanacağım” derdi (IX, 105-107, özellikle 106). Bazı rivayetlerde âyette sözü edilen bu kuşağın hıristiyanlar olduğu ileri sürülmüşse de bu rivayetleri aktaran Taberî’ye göre Kur’an’ın yer vermediği bu fikri kabul etmek mümkün değildir; âyetin bağlamı sadece yahudilerle ilgili olduğuna göre burada başka bir topluluğun kastedildiğini düşünmek için elimizde hiçbir delil yoktur (IX, 105).

Yahudiler hem rüşvet ve benzeri yollarla haram malları alırlar, yiyip içerler hem de bu günahlarından dolayı tövbe edecekleri yerde, –muhtemelen Tanrı katında seçkin bir millet oldukları yolundaki bâtıl inançlarından dolayı– nasıl olsa bağışlanacaklarını ileri sürerler ve yeni haramlar işlemekten çekinmezlerdi. Halbuki Kitâb-ı Mukaddes’te de birçok vesile ile bildirildiği üzere, bu şekilde günah işlemekten, haram yemekten uzak duracaklarına, Allah’ı tanıyıp buyruklarını yerine getireceklerine dair kendilerinden söz alınmış, Allah ile bu şekilde ahidleşmişlerdi (ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/40).

 Kurtubî –haklı olarak– rüşvet almak gibi haramlar işleyip sonra da “Nasıl olsa Allah affeder” şeklinde boş ümitlere kapılmanın sadece yahudilere mahsus bir hastalık olmadığını, müslümanların da bu şekilde günahlar işlediklerini belirtmektedir (VII, 311). Aynı müfessirin, ilâhî buyruklara uygun davranmanın sadece yahudilerle sınırlı bir görev olmadığını, bu ve benzeri âyetlerin müslümanları da bağladığını, çünkü bu konularda dinler arasında bir farklılık bulunmadığını belirtmesi de yerinde ve anlamlı bir tesbittir (VII, 312). M. Reşîd Rızâ da müslümanların, özellikle din adamlarının aynı illete müptelâ olmalarından yakınmakta; bu kuruntularla mağfiret, şefaat gibi yalnızca Allah’ın hoşnut olduğu kullar için bir değer taşıyan kavramlara bel bağlayarak haramlar irtikâp ettiklerini hatırlatmaktadır. Allah’ın İsrâiloğulları hakkında bu bilgileri vermesindeki maksadı, müslümanların bunlardan ibret ve ders alarak hallerini düzeltmeleri, onların işlediği günahlardan uzak durmalarıdır (IX, 384). 

 Kuşkusuz insanlar bu tür günahları dünyevî menfaat ve zevkleri yüzünden işledikleri için Allah onlara âhiret yurdunun daha hayırlı, dolayısıyla “geçici menfaat ve zevkler” anlamındaki dünya ile âhiret arasında bir tercih yapmak gerektiğinde âhireti tercih etmenin daha yararlı olduğunu, bunu da ancak takvâ sahiplerinin, yani Allah’ın buyruklarını hiçe saymak yerine onlara saygı duyarak günah işlemekten sakınanların anlayıp gereğini yerine getireceklerini hatırlatmakta; nihayet muhataplarını Allah’ın verdiği akıl nimetini kullanmaya davet etmekte; insanların, kendilerine vahiyle bildirilen bu bilgi ve haberlerdeki hikmetleri ve yararlı sonuçları akıllarıyla da kavrayabileceklerine işaret etmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 620-621

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  خَلَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru  خَلَفَ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَلْفٌ  fail olup lafzen merfûdur.

وَرِثُوا  fiili  خَلْفٌ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

وَرِثُوا  damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يَأْخُذُونَ  fiili  وَرِثُوا ‘deki failin hali olarak mahallen mansubtur.  يَأْخُذُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَرَضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  هٰذَا  işaret ismi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاَدْنٰى  işaret isminden bedel olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir.  يَقُولُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  سَيُغْفَرُ لَنَا’dir.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

سَيُغْفَرُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  يُغْفَرُ  meçhul merfû muzari fiildir. Kelamın siyakından anlaşılan mahzuf naib-i faildir. Takdiri, ما فعلناه şeklindedir.

لَنَا  car mecruru  يُغْفَرُ  fiiline müteallıktır. 


وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يَأْتِهِمْ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.

Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَرَضٌ  fail olup lafzen merfûdur.

مِثْلُهُ  kelimesi  عَرَضٌ ‘un sıfatıdır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  يَأْخُذُوهُ ’dur.  يَأْخُذُوهُ  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.


اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ

 

Hemze, istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُؤْخَذْ  meçhul, meczum muzari fiildir.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  يُؤْخَذْ  fiiline müteallıktır.  م۪يثَاقُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  م۪يثَاقُ ‘den bedel veya atf-ı beyan olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَقُولُوا  fiili,  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَقُولُوا  fiiline müteallıktır.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الْحَقَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  دَرَسُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ف۪يهِ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.


وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  الدَّارُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْاٰخِرَةُ  kelimesi  الدَّارُ  kelimesinin  sıfatıdır.

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْعَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  خَيْرٌ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَّقُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَتَّقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftial babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır.

Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. 


اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 

Hemze inkârî istifhamdır.  فَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْقِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ

 

فَ  atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi  وَقَطَّعْنَاهُمْ  cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْ بَعْدِهِمْ  konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.  خَلْفٌ ’deki tenvin tahkir içindir. 

خَلْفٌ  için sıfat olan  وَرِثُوا الْكِتَابَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Akabindeki muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى  cümlesi,  وَرِثُوا  fiilinin failinden haldir.

الْاَدْنٰى ’nın  هٰذَا  ile işaret edilmesi istiaredir. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الْاَدْنٰى, muzâfun ileyh olan  هٰذَ ‘dan bedeldir. 

Sıfat, hal ve bedel dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.

[Şu dünyanın gelip geçici metâ‘ını alıyorlardı!] Yani şu ednâyı ve onun çer-çöpe dönüşecek menfaatini alıyorlardı.  هٰذَا الْاَدْنٰى  ifadesinde bir tahkir ve aşağılama söz konusudur.  دنو ,الْاَدْنٰى  kökünden olup ya yakınlık anlamındadır ve hemen elde ediliveren şey anlamını ifade eder ya da hal itibariyle düşüklük, alçaklık ve azlık ifade eder. Kastedilen, onların hükümleri halka kolaylaştırmak üzere Tevrat’taki kelimeleri değiştirme (tahrif) karşılığına aldıkları rüşvettir. (Keşşâf)


 وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Hal veya istinaf vavı olduğu da söylenmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  يَأْتِهِمْ  şart fiili,  يَأْخُذُوهُۜ  cevap fiilidir. Her iki cümle de müspet mazi fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrara işaret etmiştir. Ayrıca muzari fiil sayesinde olay muhatabın gözünde canlanmaktadır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَرَضَ  kelimesinin manaları arasında ma’rad (fuar), arz, ırz kelimeleri de vardır. Türkçe’de de arz, ırz, arıza, itiraz, maruzat, tariz gibi köklerini kullanıyoruz.


اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze takrirî manadadır.

Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَنْ  ve akabindeki  لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ  cümlesi, masdar teviliyle  م۪يثَاقُ الْكِتَابِ ’den bedel veya atf-ı beyandır. Menfi muzari fiil sıygasındaki masdar-ı müevvel cümlesinde,  لَا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Âşûr kasrın iki tekid yerinde olduğunu söyler. (Âşûr, Enam Suresi)

Kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır. Allah’a haktan başka hiçbir şey söylemiyorlar, sadece hak olanı söylüyorlar manasındadır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur, önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِ  cümlesi,  اَلَمْ يُؤْخَذْ  cümlesine matuftur. Cümlede îcâzı hazif sanatı vardır. Mef’ûl konumdaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.

Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

يَأْخُذُونَ - يَأْخُذُوهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

خَلَفَ - عَرَضٌ - الْكِتَابَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

[Peki, onlardan kitap sözü alınmamış mıydı?!] sözüyle kastedilen, Tevrat’taki “Kim büyük günah işlerse tövbe etmedikçe affedilmeyecektir!” ifadesidir. “Ve onlar kitaptaki bu sözü okumamışlar mıydı?!” Yani Tevrat’taki; günahın bağışlanması için tövbenin şart olduğu hükmünü. اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ  [Allah hakkında gerçek neyse sadece onu söyleyeceklerine dair] ifadesinin cümledeki konumu  م۪يثَاقُ الْكِتَابِ  ifadesine ma‘tūftur. م۪يثَاقُ الْكِتَابِ  ise Allah’ın kitabında zikredilmiş olan misak demektir. Bu ifadede, “kişinin tövbesiz de bağışlanabileceği”ni kabul etmenin, kitapta yapılan antlaşmadan çıkmak, Allah’a iftira etmek ve O’nun adına hak olmayan bir şey uydurmak sayılacağı anlamı bulunmaktadır. İşte  م۪يثَاقُ الْكِتَابِ  ifadesi bu şekilde tefsir edildiği zaman,  اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ  ifadesi de bunun mef‘ûlün lehi olur; anlamı da “Allah adına gerçeğin dışında bir şey söylememeleri için” şeklinde olur.  اَنْ ’in müfessire olması ve  لَا يَقُولُوا ifadesinin nehiy olması da mümkündür; adeta “[Kendilerinden söz alınıp] ‘Allah adına gerçeğin dışında bir şey söylemeyin’ denmedi mi bunlara?!” buyrulmuş olmaktadır. (Keşşâf)


وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifade kastına matuftur.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  خَيْرٌ , لِلَّذ۪ينَ ‘a müteallıktır. Sılası  يَتَّقُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüme işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.


اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 

Cümle takdiri  أغفلتم [Gaflet ettiniz] olan mukadder istînâfa matuftur. Menfi muzari fiil cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَفَلَا تَعْقِلُونَ  cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Âdeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf)

الا, tenbih edatıdır.  ف  ise atfa işaret eder. Yani bu cümleden önce hazf edilen bir cümle vardır.

اَفَلَا تَعْقِلُونَ  sorusu azarlama ve kınama için gelmiştir, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Bu cümle aslında mukadder bir cümleye matuftur, “Siz hakikatten gafil kalıp akletmez misiniz?” demektir. (Ebüssuûd)

İstifham müşriklere hitap edildiğinde tevbih (azarlamak)  için kullanılır. Müminlere hitap edildiğinde ise tahzir (uyarı) için kullanılır. (Âşûr)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

يَتَّقُونَۜ - تَعْقِلُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَفَلَا تَعْقِلُونَ  sorusu azarlama ve kınama manasındadır. Mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Bu manayı vurgulamak için iltifat yapılarak gaib sıygadan muhataba dönülmüştür.


A'râf Sûresi 170. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ  ...


Kitab’a sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükâfatını zayi etmeyiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ onlar ki
2 يُمَسِّكُونَ sımsıkı sarılırlar م س ك
3 بِالْكِتَابِ Kitaba ك ت ب
4 وَأَقَامُوا ve kılarlar ق و م
5 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
6 إِنَّا elbette biz
7 لَا
8 نُضِيعُ zayi etmeyiz ض ي ع
9 أَجْرَ ecrini ا ج ر
10 الْمُصْلِحِينَ iyiliğe çalışanların ص ل ح

Kitaptan maksat Tevrat, kitaba sarılıp namazı kılanlardan maksat da kutsal kitaplarının hükümlerine uygun yaşayan yahudilerdir (Kurtubî, VII, 313). Buna göre, yukarıda ifade edildiği üzere, Ehl-i kitap içinde kutsal kitaplarına sarılmayan, onu inceleyip öğrendikleri halde içindeki buyruklarla amel etmeyenler bulunmakla birlikte, onlardan bir kesim de vardır ki bunlar kitaba yani Tevrat’a sarılıp ondaki hükümlerle amel ederler; dinleriyle ilgili meselelerde ona başvururlar. Âyette Allah’ın ecirlerini zayi etmeyeceğini bildirdiği iyiler bunlardır (Şevkânî, II, 298). Kuşkusuz namaz kılmak da kitabın buyruklarından olmakla birlikte âyette ayrıca zikredilerek bu ibadetin önemine özellikle işaret edilmiştir (Râzî, XV, 44). 

İbn Âşûr, âyette namaz ibadetinden bahsedildiğini, namazın ise Müslümanlığa mahsus bir ibadet olduğunu ifade ederek burada, kutsal kitaplarındaki bilgiler uyarınca Hz. Îsâ’yı tanımakla birlikte, tahrife uğradığı için Hıristiyanlığı kabul etmeyen, Hz. Muhammed gelince de onun peygamberliğine inanan yahudi asıllı kimselerin kastedildiğini veya bu âyetin özellikle müslümanlar hakkında inmiş olabileceğini düşünmektedir (IX, 164). Oysa salât kelimesinin burada “dua, âyin” şeklindeki sözlük anlamında kullanıldığını, dolayısıyla âyette dinlerinin gereklerini yerine getiren yahudilerin kastedildiğini düşünmek mümkündür. Kaldı ki –Râgıb el-İsfahânî’nin de ifade ettiği gibi (el-Müfredât, “slv” md.)– namaz, şekli farklı da olsa bütün ilâhî dinlerde bulunan ibadetlerden biridir. Dolayısıyla konunun akışına uygun olarak bu âyetin de yahudilerle ilgili olduğunu düşünmek daha isabetli görünmektedir. 

 

Bundan önceki âyetlerde yahudilerin dünya malı konusundaki hırs ve zaafları ile dinlerinin hükümlerinden uzaklaşıp kötülüklere sapmaları arasındaki ilişkiye işaret edilmişti. Bu âyetin sonunda da “… iyiliğe çalışanların ecrini biz asla zayi etmeyiz” buyurularak bu kavimde bozgunculuk temayülünün baskın olduğuna imada bulunulmakta, bu temayüllerini yenerek iyilik ve sulh için çalışmaları halinde bunun karşılığını yüce Allah’ın kendilerine eksiksiz vereceği ifade buyurulmakta; fakat O’nun bu hükmü, gereğini yerine getiren herkes için geçerli olduğu için âyette bu husus genel bir ifadeyle dile getirilmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 621-62

ضيع Dayea : ضَاعَ – يَضِيعُ – ضَيَاعٌ zayi olmak, kaybolmak ve helak olmak demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli zâyidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُمَسِّكُونَ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُمَسِّكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْكِتَابِ  car mecruru  يُمَسِّكُونَ  fiiline müteallıktır.

اَقَامُوا الصَّلٰوةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.

اَقَامُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يُمَسِّكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  مسك ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. 

لَا نُض۪يعُ  fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نُض۪يعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

اَجْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْمُصْلِح۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُصْلِح۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُض۪يعُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  ضيع ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet, isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Mübteda konumundaki has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Aynı üsluptaki  وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ  cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Müsnedün ileyhin, ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur. 

Haber  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meâni İlmi )

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

يُمَسِّكُونَ  fiili mübalağa ifade etmek için şeddeli olarak gelmiştir.

Bu izah ve tertip güzeldir. Çünkü Allah Tealâ, kitaba sarılmayanlarla ilgili vaîdi zikredince, bunun peşinden, kitaba sımsıkı sarılanlar için olan vaadini bildirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

İbadetler arasından sadece namazın ikame edilmesinin zikredilmesinde tağlîb manası, yani namaz kelimesiyle bütün ibadetlerin kastedildiği söylenebilir. Cüz söylenip kül murad edilmiş şeklinde düşünüp mecaz-ı mürsel de diyebiliriz.

Kitaba sımsıkı sarılmak her türlü ibadeti kapsamaktadır; namazı dosdoğru kılmak (ikāme-isalât) buna dahildir; böyle olduğu halde namazı dosdoğru kılmak, namazı dosdoğru kılmanın ayrıcalığını ortaya koymak üzere ayrıca zikredilmiştir. Zira namaz dinin direğidir; küfür ile iman arasındaki ayraçtır. (Keşşâf)


Günün Mesajı
Allah Teala bir kimseyi veya topluluğu yoldan çıksın diye imtihan etmez. Allah Teala kainatın işleyişi ve hayat için belli kanunlar koymuştur. Din de bizim ferdi ve sosyal hayatımızı düzenlemek için gönderdiği bir kanunlar bütünüdür. Bu kanunlara uyup uymamanın sonuçları vardır. Biz peygamberler veya onların getirdiği kitaplar vasıtasıyla ve hayat tecrübelerimizle yaptıklarımızın neticesini biliriz. Herkes yaptıklarının karşılığını görür. İşte Allah Teala'nın imtihan diye bahsettiği şey budur ve bu manada bütün hayat bir imtihandan ibarettir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Rabbim! Zikrin dilime dolansın, kelamın kalbimi sarmalasın, hakikatin yollarımı süslesin. Zihnimdeki fikirler, yüreğimdeki duygular ve bedenimdeki uzuvlar; nurunla aydınlansın. Ellerim gönlümle beraber kitabına sarılsın; gittiğim her yere benimle gelsin, büründüğüm her halde yanımda olsun. Namazım daim olsun, beni hayasızlıktan ve kötülükten menetsin. Niyetim sağlam olsun, ibadetlerim huzurunda kabul buyrulsun. 

 

Rabbim! Gözlerimin ve kulaklarımın algıladıkları dünyalıklarla sınırlı olmasın. Gördüğüm ve işittiğim her şey, bana Seni hatırlatsın. Ki dünyaya meyil eden halim kendisine çeki düzen versin. Ahirete meyil eden halim ise rahmetinin heyecanıyla ışıldasın. Sevaba vesile olan güzel huylarım güçlensin, günahlarla beslenen kötü huylarım ise zayıflasın. Acizliğini kabul eden bu kulun, Senin rahmetinle, bir an bile olsun nefsiyle başbaşa kalmasın. 

Sakınanlardan, istiğfar edenlerden, mağfirete kavuşanlardan ve kurtuluşa erenlerden olmak duasıyla. 

Amin.

***

Konuşanlar, söylenenler ve paylaşılanlar çok gibi görünse de; hakiki öneme sahip konulara dair sessizlikler çoğaldı. 

Ahlaksızlığı teşvik eden alanlara özgürlük ifadeleriyle dikkat çekilirken; zulüm, savaş, açlık, hastalık gibi birçok insanın yaşam hakkının tehdit edildiği yerler hakkında susuldu. İstenilen kılıfa uydurulmadığı sürece dine bağlılık özgürlükten sayılmadı. 

Savaştan başını kaldıramayan ve kısıtlamalarla toparlanmasına izin verilmeyen dindar toplumların geri kalışları gösterilirken; özgürlükler dünyasında her şey toz pembeymiş gibi yansıtıldı. 

Batı medyasıyla dünyaya bağlananların çoğunluğu da çizilen bu çerçevelerin hepsine inandı. Belki de yıllar içinde yıkanan beyinleriyle inanmayı seçti. 

Ne de olsa susmak, konuşmaktan; dünyalık menfaatlere teslim olmak, akıntıya karşı yüzmekten; ahlaksızlıklara ve haksızlıklara göz yummak, kötülükleri önlemekten daha kolaydı. 

Ey Allahım! Bizi Senin yolunda yürüyenlerden ve hakkı batıldan ayırarak hakkı seçenlerden eyle. Dünyalık menfaatler karşılığında ahiret huzurunu satanlardan uzaklaşanlardan ve Senin rızan için kötülüğü önlemeye çalışanlardan eyle. Bulunduğu her ortamda, Senin rızana uygun şekilde hareket edenlerden, nefsani tavizlerden sakınanlardan ve hatırlatılması gereken hakikatleri doğru şekilde anlatanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji