22 Ekim 2024
A'râf Sûresi 171-178 (172. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 171. Ayet

وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟  ...


Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:) “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız” demiştik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ hani
2 نَتَقْنَا kaldırmıştık ن ت ق
3 الْجَبَلَ dağı ج ب ل
4 فَوْقَهُمْ üzerlerine ف و ق
5 كَأَنَّهُ sanki gibi
6 ظُلَّةٌ bir gölge ظ ل ل
7 وَظَنُّوا ve sanmışlardı ظ ن ن
8 أَنَّهُ onlar şüphesiz
9 وَاقِعٌ üstlerine düşecek و ق ع
10 بِهِمْ onların
11 خُذُوا tutun ا خ ذ
12 مَا şeyi (Kitabı)
13 اتَيْنَاكُمْ size verdiğim ا ت ي
14 بِقُوَّةٍ kuvvetle ق و ي
15 وَاذْكُرُوا ve hatırlayın ذ ك ر
16 مَا olanı
17 فِيهِ içinde
18 لَعَلَّكُمْ belki
19 تَتَّقُونَ korunursunuz و ق ي
Burada da İsrâiloğulları’nın vaktiyle Hz. Mûsâ döneminde bile kendi kutsal kitaplarına bağlanıp buyruklarını yerine getirmede isteksiz davrandıkları, şuur ve vicdanlarını harekete geçirmek üzere mûcizevî bir şekilde dağın, onların tepesine kaldırıldığı bildirilmektedir (bilgi için bk. Bakara 2/63).

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 622

وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ

 

اِذْ  zaman zarfı, mahzuf olan  اذكر  fiiline müteallıktır.  نَتَقْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَتَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

الْجَبَلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَوْقَهُمْ  mekân zarfı  نَتَقْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ  cümlesi  الْجَبَلَ ‘nin hali olarak mahallen mansubtur.

كَاَنَّ  kelimesi  اِنَّ  gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmini nasb haberini ref yapar. هُ muttasıl zamiri  كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur.

ظُلَّةٌ  kelimesi  كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.

ظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْ  cümlesi  atıf harfi  وَ ’la  نَتَقْنَا  fiiline matuftur.  ظَنُّٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  ظَنُّٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubtur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  وَاقِعٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

بِهِمْ  car mecruru  وَاقِعٌ  ‘e müteallıktır.

وَاقِعٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وقع  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟

 

Fiil cümlesidir. خُذُو  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَيْنَاكُمْ  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتَيْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِقُوَّةٍ  car mecruru hitap zamirinin haline müteallıktır. Yani  مجدّين أو مجتهدين (Çalışarak veya ictihad ederek.) demektir.

وَ  atıf harfidir.  اذْكُرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ف۪يهِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تَتَّقُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَتَّقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي  ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. Burada gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.

a)  İftial babının fael fiili  ص ض ط ظ  olursa iftial babının  ت  si  ط  harfine çevrilir.

b)  İftial babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

c)  İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir.

Takva; günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.

Müttaki; Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in yoluna girip dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰتَيْنَاكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  اٰتَي dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zaman ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ 

 

وَ  atıf harfidir. Muzâfun ileyh olan  نَتَقْنَا الْجَبَلَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَتَق  fiili aslında, bir şeyi yerinden söküp atmak demektir. O halde ayet "Biz o dağı kökünden söküp, onların üzerlerinde tuttuk" demektir. Bununla ilgili İbn Abbas, "sanki o bir tavan gibi" manasında olduğunu söylemiştir. (Ebüssuûd)

طور  yerine  الْجَبَلَ  kullanılmıştır. Kimileri dağın hakiki manada kullanıldığını, kimileri de mecazî olduğunu söylemiştir. Üzerlerine sanki dağ gibi bir bulut gelmiş ve onları korkutmuştur. İlk müfessirler hakiki mana olduğunu düşünmüşlerdir.

İsrailoğulları'nın aykırılıklarını, zor ve baskı görmeyince hakka boyun eğmeme huylarını anlatan bu kıssanın hatırlatılmasındaki mana, Allah'ın hükmüne ve kudretine karşı koymanın mümkün olamayacağını, gönül rızasıyla itaat etmeyenlerin, nihayet zorla boyun eğmeye mecbur edileceği ve o dayanılması mümkün olmayan zorlama ve baskı mucizesi hükmünün unutulmaması gerektiğini bildirmektir. Çünkü o ve onun gibi ilâhî baskıların her zaman mümkün olduğunu ve asıl insanlığın, o duruma düşmeden, hürriyet içinde ve gönül rızasıyla hakkın emrine boyun eğmede ve kitaba sarılmada olduğunu anlatmaktır. (Elmalılı)

Tekid ve teşbih harfi  كَاَنَّ ’nin dahil olduğu  كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ  cümlesi,  الْجَبَلَ ‘den haldir. Masdar-ı  müevvel sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmeldir.

Müşebbehin durumunu muhatabın zihnine yerleştirmek amacıyla teşbih yapılır. Bu amaç; müşebbehin hem hali hem de miktarı muhatap tarafından bilinmekle beraber müşebbehin bu sıfatının, muhatabın zihninde yerleşmesinin istendiği hallerde söz konusudur. Yapılan işin boşa gitmesinin, su üstüne yazı yazmaya benzetilmesi gibi.

ظُلَّةٌ , evin tavanı, bulut veya kuşatan bir kanat gibi şeylerin senin üzerindeki gölgesi demektir. (Ebüssuûd)

وَ ’la makabline atfedilmiş  وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezâyüftür. 

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ  cümlesi, masdar teviliyle  ظَنُّٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

ظُلَّةٌ - ظَنُّٓوا  kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ 

 

Cümle, takdiri  وقلنا  [Dedik] olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

خُذُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَٓا ‘nın sılası  اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ  [Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun] ifadesi onu terketmeyin, onunla amel edin manasında kinaye veya mecazdır.

بِقُوَّةٍ ’deki tenvin kesret ifade eder.

مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ  ibaresi kapalı bir ifadedir. Kitabı ifade ettiği gibi mucizeleri veya başka şeyleri de ifade ediyor olabilir.

Tezâyüf sebebiyle makabline atfedilmiş olan  وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ  cümlesi, aynı üslupta gelmiştir. 

وَاذْكُرُوا  fiilinin mefûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası mahzuftur. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.


لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

تَتَّقُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad, takvalı olmaya teşviktir. Takvalı olmak; kuralları yerine getirmektir. En alt seviyesi Müslüman olmak, en üst derecesi ise her türlü şüpheli şeyden kaçınmak olarak tarif edilir.Takvalı olmak için kitaba ve hükümlerine sarılmak gerekir.
A'râf Sûresi 172. Ayet

وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ  ...


Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 أَخَذَ almıştı ا خ ذ
3 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
4 مِنْ -ndan
5 بَنِي oğulları- ب ن ي
6 ادَمَ Adem
7 مِنْ -nden
8 ظُهُورِهِمْ belleri- ظ ه ر
9 ذُرِّيَّتَهُمْ zürriyetlerini ذ ر ر
10 وَأَشْهَدَهُمْ ve şahid tutmuştu ش ه د
11 عَلَىٰ onları
12 أَنْفُسِهِمْ kendilerine ن ف س
13 أَلَسْتُ ben değil miyim? ل ي س
14 بِرَبِّكُمْ sizin Rabbiniz ر ب ب
15 قَالُوا dediler ق و ل
16 بَلَىٰ evet
17 شَهِدْنَا şahidiz ش ه د
18 أَنْ
19 تَقُولُوا demeyesiniz ق و ل
20 يَوْمَ günü ي و م
21 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
22 إِنَّا biz elbette
23 كُنَّا idik ك و ن
24 عَنْ -ndan
25 هَٰذَا bu-
26 غَافِلِينَ habersiz غ ف ل

İslâm akîdesine göre insanoğlunun bütün sorumluluklarının başında Allah’ın varlık ve birliğini kabul etme ve yalnız O’nu Tanrı olarak tanıyıp kulluk etme görevi gelmektedir. Fakat insanlar, sorumlulukları hakkında gerektiği biçimde bilgi sahibi kılınmazlar yahut böyle bir bilgiye ulaşma yeteneği ile donanmış olmazlarsa bu durumu bir mazeret veya bahane olarak ileri sürmekte haklı olurlar. Bu sebeple söz konusu büyük sorumluluğun âdil bir temele dayanması için insanların bu hususta yeterli donanıma sahip kılınmaları gerekmiştir. Bu iki âyette insanların Allah tarafından böyle bir bilgi veya yetenekle donatıldığı haber verilmekte ve bunun gerekçesi açıklanmaktadır. 

Tefsirlerde bu âyetlere başlıca iki farklı anlam verilmiştir: 

a) Eski tefsirlerde geniş yer tutan, çoğu birbirinin tekrarı mahiyetindeki rivayetlere göre Allah Teâlâ dünyayı yaratmadan önce dünyaya gelecek olan bütün insanların ruhlarını –sonraları âyetin lafzından hareketle “rûz-i elest, bezm-i elest” şeklinde terimleşen– ruhlar âleminde bir araya getirerek onları kendi varlığına tanık kılmış; kendisinin onların rabbi olduğunu yine onlara onaylatmış; bu gerçeği tasdik ettikleri yönünde onlardan söz almış ve böylece kendisi ile dünyaya gelecek bütün kulları arasında bir tür sözleşme akdetmiş; ayrıca bu sözleşme yahut taahhüde onların bizzat kendilerini şahit tutmuş veya bir kısmını diğerleri hakkında tanık göstermiş ya da –bir başka yoruma göre– bizzat kendisinin ve meleklerin bu sözleşmeye şahit olduklarını onlara bildirmiştir. Böylece insanların, “Bizim böyle bir sorumluluğumuz olduğunu bilmiyorduk” diyerek yahut inkârcılık veya putperestliği kendilerinin icat etmediğini, bunu atalarından miras aldıklarını, başka türlü bir bilgiye sahip olmadıkları için kendilerinin de bu inancı sürdürdüklerini, dolayısıyla bu hususta kendilerinin bir günahı ve sorumluluğu olmaması gerektiğini belirterek sorumluluktan kurtulmaları da önlenmiştir. İlk dönem Selef âlimleriyle sûfî âlimler, Sünnî ve Şiî kelâm bilginlerinin çoğunluğu âyeti böyle yorumlamışlardır.

 b) Burada belirtilen sözleşme mecazi anlamda olup bu olay, dün-ya yaratılmadan önce değil, her insanın kendi bedeninin yaratılması sırasında gerçekleşmektedir. Bir görüşe göre zürriyetlerin baba sulbünde yaratılışı esnasında, başka bir görüşe göre anne rahmine yerleşip organik oluşumunu tamamlaması sürecinde Allah Teâlâ insanoğlunun doğasına ya da fıtratına kendisinin varlık ve birliğini tanıma, kavrama ve dolayısıyla kendisine inanma yeteneğini yerleştirmektedir. Şu halde Allah, her insanı, iman etmesi için yeterli zihnî ve psikolojik donanıma sahip kılmakta; iç ve dış âlemde kendi varlığına ve birliğine kılavuzluk edecek birçok kanıtlar yaratmaktadır; böylece O, sanki insanlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye sormakta, onlar da “evet” diyerek bunu tasdik etmektedirler. İnsanın doğasındaki iman kabiliyeti bu âyetlerde temsilî bir dille anlatılmış bulunmaktadır (Zemahşerî, II, 103). Nitekim başka âyetlerde de buna benzer anlatımlar mevcuttur. Meselâ Fussılet sûresinin 11. âyetinde göğün ve yerin Allah’ın yasalarına göre işleyişi, “Dahası O, duman halinde olan semaya iradesini yöneltti; ardından ona ve arza, ‘İsteyerek veya istemeyerek (varlık sahnesine) gelin!’ buyurdu. ‘Boyun eğerek geldik’ dediler” şeklinde anlatılmıştır. Mu‘tezile ve Mâtürîdî âlimleriyle bazı Eş‘arî ve Şiî âlimlerinin de bu görüşte oldukları bildirilmekte, Fahreddin er-Râzî’nin de bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır (XV, 47). Başta İbn Teymiyye olmak üzere sonraki Selefîler, Allah’ın insandan ahid ve mîsâk almasını, insanın psikolojik muhtevasına kendi varlık ve birliğini tanıma kapasitesi vermesi şeklinde anlamışlardır. Nitekim Hz. Peygamber’in, “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar” anlamındaki hadisi de (Buhârî, “Cenâiz”, 93; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 18) bunu anlatmaktadır.

İlk görüş doğru kabul edildiğinde ruhların bedenlerden önce yaratıldığını da kabul etmek gerekmektedir. Ancak ikinci görüşü benimseyenler bunun doğru olmadığını savunurlar. Konu insanın bilgi alanını aştığı ve gayb alanına girdiği için âyetlerde bildirileni tasdik ederek insanlardan bir şekilde iman sözü alındığına inandıktan sonra bunun mahiyetinin ne olduğu hususunda kesin bir görüşü kabul etmek gerekli değildir. İşin hakikatini Allah bilir. 174. âyette işaret buyurulduğu üzere insana düşen görev, Allah’ın rab olduğu gerçeğini kavrayabilecek güçte yaratıldığına ve bu hususta kendisinden söz alındığına iman edip verdiği söze sadık kalmaktır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 623-652

Araf 172 ayeti hakkında soru sorulmuş, Ömer de şöyle demiş: Ben, Rasulullah’a bu ayet hakkında soru sorulurken işittim. Rasulullah buyurdu ki:”Yüce Allah Adem’i yarattı. Sonra sağıyla sırtını sıvazladı, ondan bir zürriyet çıkardı ve Ben bunları cennet için yarattım ve cennetliklerin ameliyle amel edecekler, diye buyurdu. Sonra bir daha sırtını sıvazladı, ondan bîr zürriyet çıkardı ve şöyle buyurdu: Bunları da cehennem İçin yarattım ve bunlar da cehennemliklerin ameliyle amel edecekler,” Bir adam kalkıp: O halde amelin faydası nedir? diye sorunca, Rasulullah şöyle buyurdu: “Allah bir kulu cennet için yarattı mı, onun cennet ehlinin ameliyle amel etmesini ister. Sonunda o da cennet ehlinin amellerinden bir amel üzere ölür, Allah da onu cennete koyar. Bir kulu da cehennem için yarattı mı, onun da cehennem ehlinin ameliyle amel etmesini ister. Sonunda o da cehennemliklerin amellerinden bir amel Üzere ölür. Allah da onu cehenneme koyar. “
( Mâlik,Muvatta, Kader 2; Ebu Dâvud , Sunnet 16; Tirmizi, Tefsir 7/2; Ahmed b. Hanbel, Müsned , I, 44).

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ

 

وَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı, mahzuf olan  اذكر  fiiline müteallıktır.  اَخَذَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ بَن۪ٓي  car mecruru  اَخَذَ  fiiline müteallıktır.  بَن۪ٓي  kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ى dir.  اٰدَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ) da denir.Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ ظُهُورِ  car mecruru  اَخَذَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذُرِّيَّتَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  اَشْهَدَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ  car mecruru  اَشْهَدَهُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ

 

Hemze istifhamdır.  لَسْتُ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

تُ  muttasıl zamiri  لَسْتُ  ’nun ismi olarak mahallen merfûdur.

بِ  harfi ceri  zaiddir.  رَبِّ  lafzen mecrur,  لَسْتُ ‘nun haberi olarak mahallen mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  بَلٰى ’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

بَلٰى , nefyi iptal için gelen cevap harfidir.

بَلٰى; soru olumsuz, cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))


شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  شَهِدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, muzâfı hazfedilmiş sebebiyet bildiren mef’ûlun lieclihtir. Takdiri;  خشية أن تقولوا (sizin sözünüzden haşyet duyarak.) şeklindedir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. Mef’ûlün lieclihi veya Mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden?, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

1): Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c) Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَقُولُوا   fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَوْمَ  zaman zarfı, تَقُولُوا  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اِنَّ ’nin haberi ise  كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi olup mahallen merfûdur. 

كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir. عَنْ هٰذَا  car mecruru  غَافِل۪ينَ  ‘ye müteallıktır.

غَافِل۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberidir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

غَافِل۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerred olan  غفل fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ

 

وَ  atıf harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  …اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي  cümlesi muzâfun ileyh konumundadır.

اِذْ , geçmiş zamanı ifade eden isimdir. Burada zarfiyetten soyutlanmıştır. Hazfedilen  اذكر  fiilinin mef’ûlün bihidir. (Âşûr)

رَبُّكَ  izafeti, muzâfun ileyhe şeref ve destek ifade eder. Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi, Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma kastıyladır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ  ve  مِنْ ظُهُورِهِمْ  ifadelerindeki  مِنْ  harf-i ceri ibtidaiyyedir. (Âşûr)

Ayette bütün insanlardan alınan genel mîsak dile getiriliyor. Bu mîsak, Âdemoğulları, annelerinin rahmine yerleştirilmeden önce henüz babalarının sulbünde iken alınmıştır. Bazıları ise "zürriyetleri"nden murad, onların çocuklarıdır demiştir. (Ebüssuûd)

Burada iltifat sanatı vardır.  اَخَذْنَاۚۛ  yerine  اَخَذَ رَبُّكَ  buyurulmuştur. Hitabı Resulullah’a (sav) yöneltmek suretiyle şanını yüceltmek murad edilmiştir. Ayrıca bu izafetle de teşrif söz konusudur.

Vahidî şöyle demektedir:  ذُرِّيَّتَ  kelimesi, hem çoğul hem de tekil manayı ifade eder. Dolayısıyla bu kelimeyi müfred okuyanlar, çoğul manasında da kullanıldığı için onu çoğul kalıbında getirmemişlerdir. Bu kelime tıpkı, "beşer" kelimesi gibidir.

(Fahreddin er-Râzî)

Aynı üslupta gelen  وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.

Allah Teâlâ'nın onları kendilerine şahit tutması, ulûhiyetini ve birliğini, tapılacak başka ilâh bulunmadığını ve diğer hükümleri onlara ikrar ettirmek içindir.

(Ebüssuûd)

Onları kendilerine şahit tutması burada tasdik manasında kullanılmıştır. Allah Teâlâ’nın bildiği bu itirafın kapsadığı bilinmeyen halleri için müstear olmuştur. Çünkü bu tasdik, onların fıtratında vardır.  اَشْهَدَهُمْ  ‘deki  هم zamiri mana itibariyle zürriyete aittir. Çünkü cemiye delalet eden bir isimdir. (Âşûr)


  اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ 

 

Cümlenin  takdiri  قال  [Dedi] olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Mahzufla birlikte cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp takrir manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle tecâhül-i ârif sanatı vardır.

بِرَبِّكُمْۜ  izafeti, muzâfun ileyhe şeref ve destek ifade eder. 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cevap harfi olan  بَلٰىۚۛ , mekulü’l-kavl yerindedir.

قَالُوا بَلٰىۚۛ  sözü, rububiyet vasfının sadece Allah'a ait olduğunu itiraf eden hallerine delalet için istiare olmuştur. (Âşûr)

Halk arasında ”Kalu beladan beri” şeklinde kullandığımız tabir bu ayet-i kerime’den kaynaklanmaktadır.

قَالُوا بَلٰىۚۛ cümlesi, takriri soruya cevaptır. Muhavere (diyalog) şeklinde geldiğinden fasıl yapılmıştır. Bu söz ya hakiki anlamda kullanılır ki bu şekliyle âdete aykırı bir sözdür. Ya da rububiyetin Allah'a ait olduğu hallerine delalet için mecazdır. (Âşûr)

Müstenefe olan  شَهِدْنَاۚۛ  cümlesi de mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara delalet eder. (Vakafat, S. 107)

Bu cümle zürriyetin önceki sözlerine dahil olabileceği gibi meleklerin sözü de olabilir. (Mahmud Sâfî)

 اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ  [Ben sizin Rabbiniz değil miyim?] demişti de  قَالُوا بَلٰىۚۛ  [Elbette... Şahitlik etmekteyiz  demişlerdi.]  مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ  [Zürriyetlerin Âdemoğullarının sırtlarından çıkartılması] nesilden nesile babalarının sulplerinden çıkartılması ve kendi aleyhlerine şahit tutulması anlamındadır. [Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Elbette… (Buna) şahitlik etmekteyiz] diyaloğu temsilî olup, böylece, anlaşılması güç bir olgu insanın hayalinde canlandırılmış olmaktadır (tahyîl). (Keşşâf)

Anlatılan temsilin izahı şöyledir: Allah Teâlâ, önce kullarına kendisini tanıma imkânları bahşetmiş sonra da onlara ulûhiyetini tanıma mükellefiyeti yüklemiştir. Allah Teâlâ, varlığını kabul ve teslim etmeleri için kullarına akıl ve basiret gibi içte (enfüsî); diğer eşya gibi dışta (afakî) deliller vermiştir, insanlar da bu deliller karşısında Allah'ın varlığını, birliğini ve O'nun münhasır ulûhiyetini kabul ve ikrar etmişlerdir.Yoksa hakikat-i halde Yüce Rabbimizin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyet çıkarması, şahit tutması, sual sorması, cevap alması yoktur. (Ebüssuûd)


اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümlenin başında takdiri   خشية  (Korkarak) olan bir fiil mahzuftur. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  …تَقُولُوا يَوْمَ  cümlesi, masdar teviliyle bu fiilin mef’ûlü lieclihi konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayeti kerimede lafzen  اَنْ تَقُولُوا [Habersizdik demeleri için] buyurulmuştur. Bir hazif söz konusudur. Mana böyle gözüküyor ama burada  اَنْ  harfinden önce  خشية  şeklinde gizli bir fiil vardır.

Ayette hitap, Resulullah'ın muasırı Yahudilere yöneltilmiştir. Amaç, onları daha ağır bir şekilde ilzam etmektir.Yahut hitap hem bu Yahudilere hem de tağlîb yoluyla eski Yahudileredir. Ancak bu hitap, hikâye edilen kelama dahil değildir. (Ebüssuûd)

Bu cümlenin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ  ,  اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber inkârî kelam olan cümlenin haberi  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir. 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, S. 124)

هٰذَا  ile duruma işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)  هٰذَا  ile işaret edilmesi, istifham ve cevabını içine almasındandır. O rububiyetin Allah için olduğunu itiraf etmeleridir.

هٰذَا  ile işaret edilen şey, istifham ve cevabıdır. Yani rububiyetin Allah'a ait olduğunu itiraf etmeleridir. (Âşûr)

تَقُولُوا - قَالُوا  ve  اَشْهَدَهُمْ - شَهِدْنَاۚۛ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
A'râf Sûresi 173. Ayet

اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ  ...


Yahut, “Bizden önce babalarımız Allah’a ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi batılcıların işlediği yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” dememeniz içindir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 تَقُولُوا demeyesiniz ق و ل
3 إِنَّمَا şüphesiz
4 أَشْرَكَ ortak koştu ش ر ك
5 ابَاؤُنَا babalarımız ا ب و
6 مِنْ
7 قَبْلُ daha önce ق ب ل
8 وَكُنَّا biz de olduk ك و ن
9 ذُرِّيَّةً bir nesil ذ ر ر
10 مِنْ
11 بَعْدِهِمْ onlardan sonra gelen ب ع د
12 أَفَتُهْلِكُنَا bizi helak mı ediyorsun? ه ل ك
13 بِمَا yüzünden
14 فَعَلَ yaptıkları ف ع ل
15 الْمُبْطِلُونَ iptal edenlerin ب ط ل
بطل Betale : باطِلٌ Bâtıl hakk kavramının zıddıdır. Araştırıldığında ya da incelendiğinde hiçbir sübûtunun olmadığı ortaya çıkan şeyi ifade eder. Aynı kökten Türkçede de kullandığımız إبْطالٌ iptal kelimesi bir şeyin bozulup bertaraf edilmesi hakkında kullanılır ve bunun hak ya da batıl olması farketmez. İlgisi dünyevi ya da uhrevi fayda getirecek şeylerden başka tarafa çevrilmiş olana da بَطَّالٌ denir. Kuran-ı Kerim’de ismi fail olarak geçen türevlerinden مُبْطِلٌ sözcüğü ise hiçbir hakikati olmayan bir şey söyleyen kimseler ve hakkı ifsad edip ortadan kaldırmaya çalışanlar hakkında kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 36 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri batıl, battal, iptal ve butlandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ

 

 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَقُولُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

اَشْرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اٰبَٓاؤُ۬نَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  اَشْرَكَ  fiiline mütellıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete, izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir.  ذُرِّيَّةً  kelimesi  كُنَّا ‘nin haberi olup lafzen mansubtur. 

مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru  ذُرِّيَّةً  ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  فإن أخطأنا من بعدهم فهل تهلكنا (Onlardan sonra hata yaparsak, bizi helak eder misin?) şeklindedir.

تُهْلِكُنَا  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُهْلِكُنَا  fiiline müteallıktır.

فَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمُبْطِلُونَ  fail olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْمُبْطِلُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ

 

Ayet, önceki  تَقُولُٓوا  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle,  اَوْ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Buradaki  اَوْ  kelimesi, iki şıkkı birleştirmek anlamında değil fakat ikisinden birinin mevcudiyeti anlamındadır. (Ebüssuûd)

تَقُولُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli ise  اِنَّـمَٓا  kasr edatıyla tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. 

Kasr, fiil ile fail arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  اَشْرَكَ  sıfat/maksûr,  اٰبَٓاؤُ۬نَا  mevsuf/maksûrun aleyhdir. 

Zikredilen mevsufta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat başka mevsuflarda bulunabilir.  اِنَّـمَٓا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Makabline matuf  وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, S. 124)

ذُرِّيَّةً - اٰبَٓاؤُ۬نَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَبْلُ -  بَعْدِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri  فإن أخطأنا من بعدهم [Onlardan sonra biz hata yaparsak] olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mahzuf şart ve cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ’nın sılası  فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

الْمُبْطِلُونَ  kelimesindeki tarif, ahd-i ilmîdir.

 
A'râf Sûresi 174. Ayet

وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ  ...


Hakka dönsünler diye işte âyetleri böylece ayrı ayrı açıklıyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ işte böyle
2 نُفَصِّلُ biz açıklıyoruz ف ص ل
3 الْايَاتِ ayetleri ا ي ي
4 وَلَعَلَّهُمْ artık herhalde
5 يَرْجِعُونَ döner(yola gelir)ler ر ج ع

وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل ; ‘’gibi’’ demektir. Bu ibare  نُفَصِّلُ  fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. Takdiri;  نفصّل الآيات تفصيلا كذلك التفصيل السابق (Ayetleri öncekiler gibi detaylı olarak anlatıyoruz.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نُفَصِّلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.  الْاٰيَاتِ  mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

نُفَصِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  فصل ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَ  atıf harfidir.  لَعَلَّ ,  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَرْجِعُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَرْجِعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ , takdiri  نُفَصِّلُ  olan fiilin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallıktır.

وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ  cümlesi, iki kıssa arasında mu’terızadır.  وَ , itiraziyyedir.(Âşûr)

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, S. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَ , istinafiyedir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

الرُّجُوعُ lafzı, şirki terk etmek manasında müsteardır. Büründüğü halden çıkmak;  yerleştiği yere geri dönmek için bulunduğu yeri terk etmeye benzetilmiştir. Bu teşbih, şirk halini gurbet haline benzetir. Çünkü şirk fıtratın gereği değildir.  Bunun için şirke bulaşmak; yolcunun bulunduğu yerden ayrılması gibi, yaratıldığı halden ayrılmak demektir. Aynı şekilde tevhid hali,  kişinin mahalline ve yaşadığı yere ve sığındığı yere benzetilmiştir. Kur’anda geçen  الرُّجُوعُ  ifadesi, müşriklerin şirki terk etmelerini ifade eder. (Âşûr)

تَتَّقُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad takvalı olmaya teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)

Allah Teâlâ hakkında kullanılan  لَعَلَّ  ve  عسى  ifadeleri haberin kesin olarak gerçekleşeceğini bildirir. (Ebüssuûd, Muhammed Ebu Musa)
A'râf Sûresi 175. Ayet

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّـذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ  ...


Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتْلُ ve oku ت ل و
2 عَلَيْهِمْ onlara
3 نَبَأَ haberini ن ب ا
4 الَّذِي ki
5 اتَيْنَاهُ kendisine verdik ا ت ي
6 ايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
7 فَانْسَلَخَ sıyrıldı, çıktı س ل خ
8 مِنْهَا onlardan
9 فَأَتْبَعَهُ onu peşine taktı ت ب ع
10 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
11 فَكَانَ böylece oldu ك و ن
12 مِنَ -dan
13 الْغَاوِينَ azgınlar- غ و ي

Kendisine deliller (âyetler) verildiği bildirilen kişinin kim olduğu hususunda değişik yorumlar vardır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu kişi İsrâiloğulları’ndan Bâûrâ (veya Eber) oğlu Bel‘am’dır; buna göre âyetin asıl muhatabı da yahudilerdir. Bu kişinin adı Tevrat’ta Beor’un oğlu Bal‘am olarak geçmektedir. Onun kâhin (Yeşu, 13/22) veya peygamber olduğu (Petrus’un İkinci Mektubu, 2/15) yönünde farklı bilgiler vardır. Kitâb-ı Mukaddes’te onun Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları karşısındaki tutumu hakkında da çelişik bilgiler yer almaktadır. Tevrat’taki bir kıssaya göre Hz. Mûsâ’nın ve İsrâiloğulları’nın çölde Ken‘ân diyarına doğru ilerlemesinden kaygılanan Moab kralının ısrarlı talebine rağmen, Tanrı katında dilekleri geri çevrilmeyen Bel‘am, İsrâiloğulları aleyhinde dilekte bulunmayıp aksine onları mübarek kılar (Sayılar, 23/7-10, 18-24; 24/3-9, 15-249). Fakat Kitâb-ı Mukaddes’te Bel‘am, İsrâiloğulları’na düşman olarak da tasvir edilir. Nitekim İsrâiloğulları’nın Midyan kadınlarıyla zina etmeleri onun bir tuzağı olarak gösterilir (Sayılar, 31/16; Vahiy, 2/14).

 Başta Taberî’nin Câmiu’l-beyân’ı olmak üzere eski tefsirlerde bu âyet yorumlanırken Bel‘am hakkındaki rivayetlere geniş yer verilmektedir.Bu rivayetlerin birinde Hz. Mûsâ’nın, bir ordu ile zorba bir kavmin üzerine gittiği, durumdan kaygılanan bu kavmin, aslında iyi bir kişi olan Bel‘am’dan yardım istedikleri, onun başlangıçta bu isteği reddettiği, fakat bazı hediyelerle kandırıldığı; bunun üzerine kendisinden yardım isteyenlere, Mûsâ’nın askerlerine tuzak olarak kadınlarını süsleyip onlarla zina ettirmelerini öğütlediği, İsrâiloğulları’nın bu tuzağa düşmeleri üzerine Allah tarafından bir ceza olarak baş gösteren bir veba salgınında 70.000 kişinin öldüğü bildirilir. Başka rivayetlerde de başlangıçta sâlih bir kul veya bir peygamber olan Bel‘am’ın ism-i a‘zamı okuyarak Hz. Mûsâ’ya beddua ettiğinden ve bu suretle yoldan çıktığından söz edilmektedir (bk. Taberî, IX, 119-126; Kurtubî, VII, 319-321. İsm-i a‘zam “Allah’ın en büyük ismi” demektir. Bunun hangi isim veya isimler olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Bazı hadislerde Allah, rahmân, rahîm, el-hayyü’l-kayyûm veya zü’l-celâli ve’l-ikrâm, Cenâb-ı Hakk’ın en büyük ismi olarak gösterilmekte, bu isimle yapılan duanın mutlaka kabul edileceği belirtilmektedir; Tirmizî, “Da‘avât”, 65; Ebû Dâvûd, “Salât”, 358). 

 Âyette işaret edilen söz konusu kişinin kimliği hususunda daha farklı görüşler de vardır (Râzî, XV, 54; Şevkânî, II, 303). Bir görüşe göre bu kişi, Câhiliye döneminin tanınmış şair ve hakîmlerinden Ümeyye b. Ebü’sSalt’tır. Ümeyye kutsal kitapları okumakta, yeni bir peygamberin geleceğini bilmekte, fakat o peygamberliği kendisi için beklemekteydi. Muhammed aleyhisselâm peygamber olunca onu kıskanmış ve inkâr etmiştir. Hz. Peygamber bu kişi hakkında, “Şiiri iman etti, kalbi inkâr etti” demişlerdir (Râzî, XV, 54; İbn Kuteybe, eş-Şi‘ru-ve’ş-Şuarâ’, Leiden 1902, s. 279).

Söz konusu kişiye verildiği bildirilen “âyetler”le peygamberliğin veya ism-i a‘zamın kastedildiği belirtilmektedir (bk. Taberî, IX, 122-123). Ancak Râzî, bunun peygamberlik anlamına gelmesinin uzak bir ihtimal olduğunu ifade ederek, Allah’ın lâyık olmayan birine peygamberlik vermeyeceğine işaret eden âyeti (En‘âm 6/124) hatırlatır (XV, 54). Taberî de haklı olarak buradaki “âyetler”i Allah’ın varlığına ve birliğine dair “delil ve işaretler” şeklinde anlamanın daha doğru olacağını; ayrıca söz konusu kişinin kim olduğu hakkında âyette bilgi verilmediğini, bunun Bel‘am veya Ümeyye olabileceğini, fakat bu hususta Allah’ın bildirdikleriyle yetinip âyetin zâhirine inanmanın yeterli olduğunu belirtmekte(IX, 123), dolayısıyla yukarıdaki rivayetlerin kesinlik taşımadığına işaret etmektedir. 

Bizim için bu kişinin kim olduğu değil, tutum ve davranışı önem taşımaktadır. Buna göre Allah bir kişiye kendi varlık ve birliğinin kanıtlarını bildirmiş, yahut –172. âyette bildirildiği şekilde– onun fıtratına kendi rubûbiyyetini anlayıp kavrama yeteneğini yerleştirmiş; fakat daha sonra o kişi fıtratındaki inanma yeteneğinden sıyrılıp kopmuş; delilleri bir kenara bırakmış, inanmaktan vazgeçmiştir. Böylece şeytan onu peşine takmış, onu da kâfirlere ve azgınlara katmıştır (Râzî, XV, 55).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 626-628

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّـذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اتْلُ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  اتْلُ  fiiline müteallıktır.  نَبَاَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَيْنَاهُ  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتَيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اٰيَاتِنَا  ikinci mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  انْسَلَخَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مِنْهَا  car mecruru  انْسَلَخَ  fiiline müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  اَتْبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur. 

 

 فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ

 

فَ  atıf harfidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  مِنَ الْغَاو۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

الْغَاو۪ينَ  ‘nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْغَاو۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غوي  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

انْسَلَخَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  سلخ ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّـذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası  اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Onların okuma fiili ile alakası, ümmîliğin ağır bastığı bir kavim olmaları dolayısıyla Allah Teâlâ’nın onları ehli kitapla aynı seviyeye getirecek bir tebliğ istemesidir.  عَلَيْ  harf-i ceriyle mecrur olan  هِمْ  zamiri siyakından belli olduğu üzere müşriklere aittir. Kur’an’da cemi gaib zamiri ile çoğunlukla müşrikler kastedilmiştir.  عَمَّ يَتَساءَلُونَ sözünde olduğu gibi. (Âşûr)

اٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Aynı üsluptaki  فَانْسَلَخَ مِنْهَا  cümlesi sıla cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.

الإيتاءُ  lafzı burada,  وآتاهُ اللَّهُ العِلْمِ والحِكْمَةَ  sözü gibi bilgi ve ilmin kolaylığı manasında istiare edilmiştir. (Âşûr)

اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا  Burada altı çizili terkipler arasında zıt yönde oluşan mana sebebiyle müzâvece vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

فَانْسَلَخَ مِنْهَا : Bu ifadede meknî istiare vardır. Müşebbeh var, müşebbehün bih yoktur. Koyunun derisinin soyulduğu gibi o da ayetlerden tamamen soyulup çıktı demektir. Ayetlerden çıkışın soyulma kelimesi ile ifade edilmesi, daha önce ayetlerle arasında tam bir birlik varken daha sonra tamamen birbirinden ayrıldıklarını gösterir.(Ebüssuûd)

انْسَلَخَ  hakikatte hayvan bedeninin derisinden soyulmasıdır.  السَّلْخُ , ölen hayvanın gövdesinden derinin kaldırılmasıdır. Ayette manevi ayrılma için istiare edilmiştir. Bir şeye bürünmeyi terk etmek veya onunla amel etmemektir. Ayetlerdeki  انْسَلَخَ’ nın manası, yapılması gereken amelin terkidir. Çünkü ayetler cahiliye dininin bozukluğunu haber vermiştir. (Âşûr)

Allah’ın ayetleri kendisine ulaştıktan ve hidayete erdikten sonra bu hali terk eden kâfirin hali, eşsiz bir şekilde tasvir edilmiştir. Bu terk ediş, şeytanın kendisine musallat olmasına ve şeytana tâbi olmasına, sonunda da şeytanın onu doğru yoldan saptırmasına sebep olmuştur. Bu şekilde, yani küfür ve dalalet içinde yaşamak, şakî ve susamış bir halde yaşamaktır. Başka bir deyişle; darlık ve mahrumiyet içinde yaşamak demektir. Hiç bir şeyle doymaz, hiç bir şeyle susuzluğunu gideremez, hiç bir şekilde mutlu olamaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Yine aynı üsluptaki  فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ  cümlesi,  فَانْسَلَخَ مِنْهَا  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.

Ayet-i kerimedeki ifade iki şekilde anlaşılabilir: Şeytan onu peşine taktı/Şeytan onun peşine takıldı. Şeytan onun peşine takıldı ise şeytandan daha kötü oldu, demektir.(Ebüssuûd)


  فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ

 

فَ  ile  فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ  cümlesine atfedilmiş isim cümlesidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْغَاو۪ينَ ’nin amili olan haber  كَانَ  mahzuftur.

وَاتْلُ - اٰتَيْنَاهُ - اٰيَاتِنَا  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.

الْغَاو۪ينَ - الشَّيْطَانُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ehl-i Me'ânî şöyle demiştir: "Bu ayetin maksadı, hidayet üzere iken, hidayetten çıkıp, dalalete, nefsinin arzularına ve körlüğe giden; dünyaya meyleden, böylece de şeytanın oyuncağı olan kimselerin varacakları son yerin uçurum olup, oraya yuvarlanacağını; hem ahirette hem de dünyada hüsrana (zarara) uğrayacağını anlatmaktır. Bundan dolayı Allah Teâlâ, bu kıssayı, insanları böyle bir hale düşmekten sakındırmak için zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

A'râf Sûresi 176. Ayet

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  ...


Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve şayet
2 شِئْنَا dileseydik ش ي ا
3 لَرَفَعْنَاهُ elbette onu yükseltirdik ر ف ع
4 بِهَا onlarla (ayetlerle)
5 وَلَٰكِنَّهُ fakat o
6 أَخْلَدَ saplandı خ ل د
7 إِلَى
8 الْأَرْضِ yere ا ر ض
9 وَاتَّبَعَ ve peşine düştü ت ب ع
10 هَوَاهُ hevesinin ه و ي
11 فَمَثَلُهُ onun durumu م ث ل
12 كَمَثَلِ durumuna benzer م ث ل
13 الْكَلْبِ şu köpeğin ك ل ب
14 إِنْ eğer
15 تَحْمِلْ varsan ح م ل
16 عَلَيْهِ üstüne
17 يَلْهَثْ dilini sarkıtıp solur ل ه ث
18 أَوْ veyahut
19 تَتْرُكْهُ onu bıraksan ت ر ك
20 يَلْهَثْ dilini sarkıtıp solur ل ه ث
21 ذَٰلِكَ işte budur
22 مَثَلُ durumu م ث ل
23 الْقَوْمِ toplumların ق و م
24 الَّذِينَ
25 كَذَّبُوا yalanlayan ك ذ ب
26 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
27 فَاقْصُصِ anlat ق ص ص
28 الْقَصَصَ bu kıssayı ق ص ص
29 لَعَلَّهُمْ belki
30 يَتَفَكَّرُونَ düşünürler ف ك ر

Allah dileseydi o kişiyi âyetlerinden yararlandırarak yüceltirdi. Fakat o bunu istemedi, bulunduğu yere saplanıp kaldı, kendini dünyaya kaptırdı, yükselmeyi değil dünyaya çakılıp kalmayı tercih etti. Fıtratındaki yüksek ruhî ve zihnî melekeler onu imana çağırırken o nefsânî tutkularının peşinden gitti. Bu durumda gerçek anlamda insanlık değerini ve ayrıcalığını da yitirdiği için 176. âyette böyle bir insanın psikolojik durumu, sıcaktan veya başka herhangi bir sıkıntıdan dolayı dilini sarkıtıp devamlı soluyan, kovulsa da kendi haline bırakılsa da durumunu değiştirmeyen köpeğin haline benzetilmiştir. Bunca işaretlere ve kanıtlara rağmen o gibi insanlar da durum ve tutumlarını değiştirmemektedir. 177. âyette de bu tip insanların böyle bir aşağılık duruma düşmelerinin, yüce Allah’ın âyetlerini yalanlamaktan, onları hiçe saymaktan başka bir sebebinin bulunmadığı, yani insanın içine düştüğü kötülüğün sebebinin yine onun kendisi olduğu ifade buyurulmuştur. Ama –178. âyette de işaret edildiği gibi– en geniş planda hidayet de dalâlet de Allah’ın takdirine bağlıdır. Onun için insan daima Allah’a yönelmeli, her zaman O’nun yardım ve desteğine muhtaç olduğu bilincini korumalıdır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 628

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  شِئْنَا  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.

رَفَعْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِهَا  car mecruru  رَفَعْنَاهُ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre,  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

Muttasıl zamir olan  هُ  harfi  لٰكِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اَخْلَدَ  fiili  لٰكِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخْلَدَ   fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اِلَى الْاَرْضِ  car mecrur  اَخْلَدَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  اتَّـبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

هَوٰيهُ  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecururdur.

اتَّـبَعَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  مَثَلُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَمَثَلِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  الْكَلْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَحْمِلْ  meczum muzari fiildir.Fiili şarttır. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

عَلَيْهِ  car mecruru  تَحْمِلْ  fiiline müteallıktır. 

Şartın cevabı  يَلْهَثْ ’dir.  يَلْهَثْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 تَتْرُكْهُ  meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. 

Şartın cevabı  يَلْهَثْ ’dir.  يَلْهَثْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.


ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مَثَلُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْقَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  الْقَوْمِ  ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

 فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا أردت وعظ القوم فاقصص (Kavme vaaz vermek istediğin zaman … anlat.) şeklindedir.

اقْصُصِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.  الْقَصَصَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir,  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَتَفَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

 تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi فكر ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ 

 

Cümle,  فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ  cümlesine matuftur. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  شِئْنَا , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayet, Belâm İbn Baura, Ümeyye İbn Ebi's-Salt, Râhip Ebû Âmir ve Hz. Peygamber'i bilip tanıyan ehl-i kitabın münafıkları hakkında nazil olduğu hatta bunun, kendisine ilahî hidayet arz edilip de, ondan yüz çeviren herkes hakkında umumi bir ifade olduğu  ifade edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Şartın cevabı  لَ  karînesiyle gelen  لَرَفَعْنَاهُ بِهَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الرِّفْعَةُ ; Nefsin kemâli ve temizliği için müsteardır. Çünkü iyi nitelikler, sahibini bu niteliklere sahip olmayandan daha üstün olduğunu tahayyül ettirir. Yani; eğer biz dileseydik, ayetlerle amel etmek kişiye fazilet, temizlik ve bu faziletlerle ayrıcalık  kazandırırdık. Bu ayetteki  لَرَفَعْنَاهُ , kendisini şerefli kılacak ameli ona kolaylaştırırdık, anlamındadır. (Âşûr)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

وَ  atıf harfidir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

 لٰكِنَّ ’nin haberi  اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ  cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ  cümlesi,  لٰكِنَّ ’nin haberine  وَ ’la atfedilmiştir. Cihet-i câmia, hükümde ortaklıktır.

اَخْلَدَ اِلَى  ibaresi meyletti demektir. Bu ibare veciz bir şekilde dünyaya yönelmeyi, dünyayı ahirete tercih etmeyi ifade eder. Dünyaya tapmak veya dünyaya kazık çakmak tabirlerine benzer. (Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşerî’nin Keşşâfı ve Fahreddin er-Râzî)

İsim cümlesi formunda gelen  فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ  cümlesi  لٰكِنَّ ’nin haberine atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi  كَ  sebebiyle mecrur mahaldeki  مَثَلِ الْكَلْبِۚ  izafeti, mahzuf habere müteallıktır. Sübut ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.


اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlenin  الْكَلْبِۚ ’den hal olduğu da söylenmiştir.

Şart üslubunda haberî isnaddır.  تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ  şart,  يَلْهَثْ  cevap cümlesidir. Her iki cümle de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiillerin muzari sıygada gelmesi, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Aynı üsluptaki  تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ  cümlesi,  اَوْ  atıf harfiyle cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ  cümlesiyle  وْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

مَثَلِ - يَلْهَثْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

لْهَثْ  ifadesi "köpeğin, ya çok koşarak yorulduğunda ya da sıcak çok şiddetli olduğunda, susuzluktan ötürü dilini sarkıtması" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Köpeğin halinin anlatılmasında istiare vardır. Bunları anlamak için köpekle ilgili araştırma yapmak gerekir. Köpek, sahibi evden çıkınca kemik beklentisi ile kuyruğunu sallar, dilini sarkıtır, solur. Uzağa kemik fırlatsan yine aynı durum olur. Kötülük örneği olan o adamın durumu en adi ve alçak bir hayvana benzer. Yorgunluk halinde de, istirahat halinde de devamlı olarak soluyan köpeğin durumu da böyledir. Tasvirde birbirine benzetilen birkaç unsur vardır. Buna temsilî teşbih denir. (Sâbûnî)

Burada ilim beklentisi içinde olup dünyaya dalanlar tasvir edilmiştir. Sahibinin her halinden bir beklenti içinde oluş, sürekli dünyalık beklentisi içinde oluş etkileyici bir üslupla anlatılmıştır. Nefis, köpek gibi hep kendi menfaati peşindedir. (Fahreddin er-Râzî)


ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ

 

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle müstenefedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve tahkir kastı taşımaktadır. Ayrıca işaret isminde tecessüm sanatı vardır

Müsnedin az sözle çok anlam ifade yollarından biri olan izafetle gelmesi, faydayı çoğaltıp anlamı kuvvetlendirmek içindir. 

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الْقَوْمِ , الَّذ۪ينَ  için sıfattır. Sılası  كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

اٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette temsilî teşbih vardır. Ayetlerle amel etmeyen, onlarla alakasını kesen kimselerin hali, köpeğin haline benzetilmiştir. 

[Artık onun hali köpeğin hali gibidir] yani onun alçaklık ve düşkünlük numunesi olan sıfatı, tıpkı köpeğin o en zelil ve alçak halindeki sıfatı gibidir ki köpek bu halinde sürekli, ister kendisine karşı hamle yapılsın, saldırılsın ve saldırması sağlansın, ister hiç müdahale edilmeden kendi haline bırakılsın her halükârda dilini sarkıtıp solumaktadır. (Keşşâf)


  فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

 فَ , takdiri  إذا أردت وعظ القوم  [Kavme vaaz etmek istediğinde…] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

 فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  sözüyle bu emri detaylandırılmıştır. Yani ‘’bu kıssayı ve diğerlerini anlat’’ demektir. Bu temsil ettiği kıssa ve Kur’an’ın anlattığı diğer kıssalar için bir tezyîldir. (Âşûr) 

اقْصُصِ - الْقَصَصَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَصَّ  fiili izinden gitmek demektir. Makas kelimesi de bu kökten gelir. Makasın iki ucu birbiriyle birlikte hareket eder. Kıssada da bu vardır. Onların yaptıklarını takip etmek, onlara paralel hareket etmek, onlarla birlikte çalışmak manalarını ifade eder.

Ayetin son cümlesi  اقْصُصِ  emir fiilinin failinden haldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

 يَتَفَكَّرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tefekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل ,  تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
A'râf Sûresi 177. Ayet

سَٓاءَ مَثَلاًۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ  ...


Âyetlerimizi yalan sayan ve ancak kendilerine zulmeden bir kavmin durumu ne kötüdür!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَاءَ ne kötüdür س و ا
2 مَثَلًا durumu م ث ل
3 الْقَوْمُ topluluğun ق و م
4 الَّذِينَ
5 كَذَّبُوا yalanlayan ك ذ ب
6 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
7 وَأَنْفُسَهُمْ ve kendilerine ن ف س
8 كَانُوا olan ك و ن
9 يَظْلِمُونَ zulmediyor ظ ل م

سَٓاءَ مَثَلاًۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  سَٓاءَ  zem anlamı taşıyan camid mazi fildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مَثَلاًۨ  temyiz olup lafzen mansubtur.

سَٓاءَ  zem fiilidir. Bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

2. سَاءَ ’nin temyiz alması

3. سَاءَ  fiilinin  مَا  harfi ile gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 الْقَوْمُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; هو şeklindedir. Muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri;  مثل القوم (Kavmin hali) şeklindedir. 

 الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  الْقَوْمُ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.

 كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  اَنْفُسَهُمْ  kelimesi amili  يَظْلِمُونَ   olan mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَظْلِمُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَظْلِمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

سَٓاءَ مَثَلاًۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili  سَٓاءَ ’nin faili, temyiz olan  مَثَلاًۨ  ile açıklanmıştır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

الْقَوْمُ  takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir.  الْقَوْمُ , mahzuf  مثل  kelimesinin muzâfun ileyhidir.

Ayette, hakkı yalanlayanların yahut Allah Teâlâ'nın ayetlerinden sıyrılanların halinin son derece çirkin olduğu dile getiriliyor. (Ebüssuûd)

Merfû mahaldeki has ism-i mevsûl  الْقَوْمِ  , الَّذ۪ينَ  için sıfattır. Sılası  كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

اٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

وَ  atıf harfidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber inkârî kelamdır.

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder.(Vakafat 103)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اَنْفُسَهُمْ  amili olan يَظْلِمُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

Zulmetmek kötü bir şeydir ve onlar sadece aslında kendilerine zulmetmiş olurlar. Halbuki insan kendisine zulmetmeyi hiç istemez.

Mef‘ûlün bihi  اَنْفُسَهُمْ ‘in öne alınmış olması, ihtisas ifade eder; adeta “zulmü salt kendilerine ettiler, zulümleri kendilerinden başkasına sirayet etmedi” denmiştir. (Keşşâf, Âşûr)

يَظْلِمُونَ  [zulmettiler] ifadesi, onların, Allah Teâlâ'nın haksızlığa  işaret eden ayetlerini tekzib etmelerine ima vardır. (Ebüssuûd)

Burada zulüm gerçek anlamdadır. Çünkü onlar bu dünyada kınanacakları ve ahirette azap görecekleri inkârı meşru kılarak kendilerine zulmetmişlerdir. (Âşûr)

A'râf Sûresi 178. Ayet

مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ...


Allah, kimi doğru yola iletirse, odur doğru yolu bulan. Kimleri de saptırırsa, işte onlar, ziyana uğrayanların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kime
2 يَهْدِ yol gösterirse ه د ي
3 اللَّهُ Allah
4 فَهُوَ işte odur
5 الْمُهْتَدِي yolu bulan ه د ي
6 وَمَنْ ve kimi de
7 يُضْلِلْ saptırırsa ض ل ل
8 فَأُولَٰئِكَ işte
9 هُمُ onlardır
10 الْخَاسِرُونَ ziyana uğrayanlar خ س ر

مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ

 

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

يَهْدِ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.

 اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْمُهْتَد۪ي  haber olup  ی  üzere mukadder damme ile merfûdur.

الْمُهْتَد۪ي  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

يُضْلِلْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْخَاسِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْخَاسِرُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْخَاسِرُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْخَاسِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ

 

Cümle müstenefedir.  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَهْدِ اللّٰهُ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir.

الْمُهْتَد۪يۚ  [hidayete eren kimse] kelimesinin tekil olması, hidayet yolunun bir, dalalet yollarının ise çok olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Müsnedün ileyhin, bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  هُوَ الْمُهْتَد۪يۚ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Cümlede muzari sıygada gelen  يَهْدِ  fiili hudûs, teceddüt, istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ cümlesinde cüzlerin ikisinin de marife gelişi; sahibinin vefatına kadar devam edecek ihtidanın devamı ve kemâli itibarıyla hakiki, iddiâî kasrdır. (Âşûr)

يَهْدِ - الْمُهْتَد۪يۚ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ  cümlesi ile  وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الْمُهْتَد۪يۚ -  يُضْلِلْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ  buyurulmuş,  فَهُوَ الْمَهْد۪يۚ  buyurulmamıştır. Fiil iftial babında gelmiş, aşama aşama gerçekleşen, güçlükle ortaya çıkan bir süreci ifade etmiştir. Hidayete ermek için uğraşacağız. Doğru yolda olmayı devam ettirebilmek için o yolda gayret edeceğiz. Bu babda istek anlamı da var. Yani isteyeceğiz.

هُوَ  zamiri tekil gelmiştir, hidayete erenlerin az olduğuna işaret eder. Dalalette olanlar ise çoktur.

Hidayet ve dalalet, Allah'tandır. Öğütler ve uyarılar ancak birer vasıtadır. Bu vasıtaların, Allah’ın diğer fiilleri gibi yaratmanın (halkın), zahiren onlara bağlı olduğunu ve kulun iradesini o yönde kullandığını gösteren zahirî sebepler olmak dışında bir etkisi yoktur. Şu halde burada hidayetten murad, hidayeti mûcib olabilecek sebeplerdir. Ancak bu sebepler, kesinlikle matluba ulaştırmaz, fakat matluba giden yolu gösteren kâmil birer unsur olabilirler. (Ebüssuûd)

Bu cümle, kıssa, mesel ve peşi sıra gelen müşriklerin durumunu anlatan tezyîl cümlesidir. (Âşûr)

 

 وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

 

وَ ’la gelen cümle, önceki şart cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. 

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلْ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümle fasıl zamiri  هُمُ  ile tekid edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber inkârî kelamdır. 

الْخَاسِرُونَ - يُضْلِلْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ  [Hidayete eren odur] ifadesi lafza,  فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  [bunlardır işte hüsrana uğrayacaklar!] ifadesi ise manaya hamledilmiştir.  مَنْ , lafzen tekil, anlam bakımından çoğuldur. (Keşşâf)


Günün Mesajı
179. ayeti kerimede لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ [anlamayan kalpleri vardır] ibaresi geçmiştir. Tefekkür edelim bu nasıl bir ifadedir? Beyinleri var, anlamazlar demiyor. 1400 yıl önce ”kalpleri var anlamazlar” diyor. Buyrun birlikte tefekkür edelim ve bilimin KALBİMİZİN 2.BEYNİMİZ OLDUĞU konusundaki çalışmalarına, kalpteki beyin hücrelerine ALLAHU EKBER DİYELIM. Türkçe’mizde de ”narin bir kalbi var”, ”kalbinin sesini dinle”, ”kalbim kırıldı…” ifadelerini biliriz. Hakikatte kalb, vazifesi sadece kan pompalamak olan bir organ mıdır? Bu mevzudaki çalışmalarıyla tanınan Dr. Armour, Dr Mc Craty’nin araştırmaları, kalbin kan pompalamak dışında birçok fonksiyonunun olduğunu ortaya koymuştur. Bugün modern tıbbın yeni bir alanı olan nörokardiyoloji (kalb-sinir bilimi) alanında çalışmalar yürüten uzmanlar kalbte merkezî sinir sisteminden bağımsız, öğrenme, bilgi işleme, hatırlama ve idrak gibi fonksiyonlarla donatılmış, küçük bir beyin olarak vasıflandırılan bir nöron ağı keşfetmiştir. Beyinden bağımsız en az 40.000 sinir hücresinden meydana gelen, kendine has karmaşık bu sinir sistemi, kalbteki muhteşem beyin olarak tarif edilmektedir. Kalbde bulunan nöron hücreleri hem beyinle iletişim kurmakta, hem de kalbin faaliyetlerini düzenlemektedir. Böylelikle hem kalbten beyne, hem de beyinden kalbe bilgi akışı gerçekleştirilmektedir. Araştırmalar kalbten beyne gönderilen bilgi miktarının, beyinden kalbe gönderilenden daha fazla olduğunu ortaya koymuştur. Beyindeki mücerret, analitik ve mantıkî zekânın; bilgi işleme, hatırlama fonksiyonları yanında; kalbin de, duygu ve iletişim zekâsıyla donatıldığı, duyguların ilk üretim merkezinin kalbte vücut bulduğu, kalbte üretilen duygu taşıyan sinyallerin, limbik sisteme çok hızlı şekilde taşındığı, beyin üzerinden hislerle alâkalı cevabın bütün hücrelere ve civardaki insanların kalb ve beyin dalgalarına tesir ettiği, kalbin de aynı beyin gibi; yargılama, karar verme, bilgi işleme ve hatırlama fonksiyonlarının olduğu ispatlamışlardır. Nörokardiyoloji bilimi çerçevesinde yapılan bu çalışmalarda KALBİMİZİN 2. BEYNİMİZ OLDUĞU sonucu ortaya çıkmıştır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ateşi ilk kez gören saf bir çocuk düşün. Ateşin hareketlerine hayran kaldığı için yaklaşır. Yaklaştıkça ısınır. Isındığını hissettikçe, üşüyen taraflarının soğukluğunu daha da çok hisseder. Biraz daha yaklaşır. Karanlığı aydınlatması, hayranlığını arttırır. Ateşin çıkarttığı sesleri dinler. Düşüncelerin, sonra kelimelerin ve sonra zamanın içinde kaybolur. Ateş, gözlerini ve bakışlarını yutar sanki. Başka hiçbir şeyi görmez.

Bir süre sonra seyretmek yetmez. Daha fazlasını ister. Cesaretini topladığında yaklaşır. Elini uzatır. Acıyla çığlık atar. Gözleri dolar. Kalbi kırılır. Ağlayarak uzaklaşır. Bir daha asla yanına gelmeyeceğim der. Ateşe arkasını döner. Isısını hissetmemek için daha da uzaklaşır. Sesini duymamak için kulaklarını tıkar. Karanlık çökünce, rüzgarın soğuğu kendisini sarınca özlemeye başlar. Özledikçe yalnızlığına bürünür. Gecelerin karanlığı büyür. Bir süre sonra gündüzlerin aydınlığını bile görmez. Soğuk bıçak gibidir. Bedeni ısınmak nedir unutmuştur sanki. Geri döner. Yaklaşacakken elindeki yara izini görür. Aklını başına toplar ve onun uzağında durmaya razı olur.

Allah hakkımızda hayırlı olmayacak boş işlerin arkasından koşmaktan korusun. Nefis bir şey istediğinde “yeter ki olsun, bana o kadarı yeter” deme saflığına düşürmesin. Nefis istediğine kavuştuğunda, hep daha fazlasını arar. Dünyalık lezzetlerle ne kadar doldurursan doldur, asla dolmaz. Sıkıntılarını bitireceğini ve mutluluğunu arttıracağını sandığın şeye kavuştuğunda, başka sıkıntılar çıkar ortaya. Bu sefer, onları giderme çareleri arar insan.

Rabbim gönlümüzün ve gözümüzün açlığını, imanıyla ve nuruyla gidersin. Dünyalık keyiflerin ve hevesimizin peşinden koşturmasın, gaflete düşürmesin. Şeytanın ve nefsin vesveselerini duyduğu her an; Rabbini hatırlayan, asıl gayesini idrak eden, O’na sığınan ve daima Allah’ın rızasına uygun olanı seçerek, O’nun rahmetiyle katında yücelttiği kullarından olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji