A'râf Sûresi 146. Ayet

سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ  ...

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَأَصْرِفُ uzaklaştıracağım ص ر ف
2 عَنْ -den
3 ايَاتِيَ ayetlerim- ا ي ي
4 الَّذِينَ kimseleri
5 يَتَكَبَّرُونَ büyüklenenleri ك ب ر
6 فِي
7 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
8 بِغَيْرِ olmaksızın غ ي ر
9 الْحَقِّ hak ح ق ق
10 وَإِنْ ve eğer
11 يَرَوْا onlar görseler ر ا ي
12 كُلَّ her ك ل ل
13 ايَةٍ ayeti ا ي ي
14 لَا
15 يُؤْمِنُوا yine inanmazlar ا م ن
16 بِهَا ona
17 وَإِنْ ve eğer
18 يَرَوْا görseler ر ا ي
19 سَبِيلَ yolu س ب ل
20 الرُّشْدِ doğru ر ش د
21 لَا
22 يَتَّخِذُوهُ onu edinmezler ا خ ذ
23 سَبِيلًا yol س ب ل
24 وَإِنْ ama eğer
25 يَرَوْا görseler ر ا ي
26 سَبِيلَ yolunu س ب ل
27 الْغَيِّ azgınlık غ و ي
28 يَتَّخِذُوهُ onu edinirler ا خ ذ
29 سَبِيلًا yol س ب ل
30 ذَٰلِكَ öyle
31 بِأَنَّهُمْ çünkü onlar
32 كَذَّبُوا yalanladılar ك ذ ب
33 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
34 وَكَانُوا ve oldular ك و ن
35 عَنْهَا onları
36 غَافِلِينَ umursamaz غ ف ل
 

Bir görüşe göre bu iki âyet (son cümle hariç), yüce Allah’ın Hz. Mûsâ’ya yukarıdaki hitabının devamıdır. Buna göre ilkindeki “âyetler”den maksat Mûsâ şeriatı, “arz”dan maksat Diyârışam, “arzda haksız yere böbürlenenler” de bu ülkede yaşayan Amâlika ve diğer kavimlerdir. 

 Âyetteki bilgiye göre söz konusu topluluklar, gaflet ve dalâlete boğulmuş bir vaziyette Allah’ın âyetlerini yalanladıkları için hiçbir mûcizeye inanmaz, doğru yolu reddeder, fakat azgınlık yolunu kolaylıkla benimserlerdi; böylece onlar fıtrattan ve haktan sapmış bir topluluk idi. Bu toplumda böyle bir inkâr, fenalık, kibir ve gafletin hâkim olması sebebiyle yüce Allah, değişmez yasaları uyarınca, onları âyetlerinin doğruluğunu kavrayıp benimsemekten de mahrum bırakmıştır. İnsan, iyi niyetli olur, hayır ve hakikat sevgisi taşır, bu yolda çaba harcarsa Allah da ona hayır ve hakikatin yollarını açar (Ankebût 29/69); aksine, kötü niyetli olur, kibir ve gurura kapılarak yanlış inançlarını ve kötü gidişatını inatla sürdürme gafletini gösterirse Allah da onu “âyetler”inden uzaklaştırır, iman edip halini düzeltmekten mahrum bırakır. Kur’an’ın birçok yerinde olduğu gibi burada da kibir ve inadı yüzünden “doğru yol”u seçmekten imtina edip “azgınlık yolu”nda ısrar eden kişi ve toplumların hidayetten yoksun bırakılmalarının ilâhî bir kanun olduğu vurgulanmıştır. 

Başka bir yoruma göre bu iki âyet, Mûsâ’nın faaliyetlerini anlatan bölüm içinde, Mekke toplumuyla ilgili bir “mu‘tarıza” yani ara açıklamadır. Buna göre, bir önceki âyette fâsıklardan söz edilmişken, bu arada, Arap müşriklerinin doğru yolu reddedip azgınlık yolunu tercih eden kibirli ve inatçı tutumları hatırlatılarak, onların da aynı fâsıklar zümresinin bir parçası oldukları anlatılmıştır (İbn Âşûr, XI, 103-104).

 İlk âyetteki “doğruluk yolu” (sebîle’r-rüşd), Kur’an’da sık sık iman ve sâlih amel kavramlarıyla özetlenen bütün iyilik ve güzellikleri; “azgınlık yolu” (sebîle’l-gayy) ise, başta inkârcılık, putperestlik ve münafıklık olmak üzere, bütün dalâlet, fesad ve şer çeşitlerini kapsamaktadır. Buna göre fıtratları dejenere olmamış kişiler ve toplumlar, bazı yanılgılar içinde olsalar bile, inanç ve yaşayışta doğru yolun ne olduğu kendilerine anlatıldığında, kibre kapılıp inatlaşmadan, anlatılanlar üzerinde düşünür taşınır, gerçeği kabul ederler. Buna mukabil ilkel duyguları, tutkuları ve çıkarları basîretlerini, vicdanlarının sesini bastırmış olanlar ise kör bir inkâr ve red psikolojisiyle doğrulara ve iyilere karşı çıkar, bu gerçekleri kendilerine bildiren Allah’ın âyetlerini ve yaptıklarının karşılığını bulacakları âhiret hakkındaki haberleri yalanlayıp inkâr ederler.

 

 Bu iki âyette, Kur’an’ın mahkûm ettiği bir toplumun temel özelliklerini görmek mümkündür. Bu özellikler, üzerinde düşünülmesi gereken tebliğler konusunda tekebbüre kapılmak, bunun sonucu olarak âyetlere yani ne kadar güçlü olursa olsun delillere inanmamak, doğru yolu reddetmek, azgınlık yoluna sımsıkı sarılmak, Allah’ın âyetlerini yalanlamak, sürekli gaflet halinde bulunmak yani aklı ve zihni kullanmaktan ısrarla kaçınmak, hesapların görüleceği “âhiret buluşması”nı inkâr etmek şeklinde özetlenebilir. İnkârcıların, bütün bu kötü hallerinin bir sonucu olarak, dıştan bakıldığında iyi ve yararlı görünenleri de dahil olmak üzere, bütün amelleri, faaliyetleri tamamen boşa gidecek, âkıbetleri dünyada da âhirette de hüsran olacaktır; bu, onlar için bir haksızlık değil, yalnızca yapıp ettiklerinin karşılığıdır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 589-590

 

سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ

 

سَاَصْرِفُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  اَصْرِفُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

عَنْ اٰيَاتِيَ  car mecruru  سَاَصْرِفُ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ی  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَكَبَّرُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَتَكَبَّرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَتَكَبَّرُونَ  fiiline müteallıktır.  بِغَيْرِ  car mecruru  يَتَكَبَّرُونَ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

الْحَقِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  يَرَوْا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اٰيَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı  لَا يُؤْمِنُوا بِهَا’dır. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يُؤْمِنُوا  şartın cevabı olduğu için  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِهَا  car mecruru  يُؤْمِنُوا  fiiline müteallıktır.

يُؤْمِنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  يَرَوْا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

سَب۪يلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الرُّشْدِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı  لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاً’dir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَتَّخِذُوهُ  şartın cevabı olduğu için  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  سَب۪يلاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يَتَّخِذُوهُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 


 وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  يَرَوْا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

سَب۪يلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْغَيِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı  يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاً’dir.

يَتَّخِذُوهُ  şartın cevabı olduğu için  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  سَب۪يلاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  بِ  harf-i ceri, sebebiyyedir.

هُمْ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  كَذَّبُوا  fiili  أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır.

Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul  و ’ı  كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.  عَنْهَا  car mecruru  غَافِل۪ينَ  ’ye müteallıktır.

غَافِل۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ‘nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.

غَافِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غفل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ

 

İstînafi beyaniyye olan ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümle, gizli bir sualin cevabı mahiyetindedir. Bu sual, onların Şam toprağına duhulü vadinden doğar. (Ebüssuûd)

Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ  tekid ifade eder. Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Car mecrurun mef’ûle takdim edilmesi ayetlerin önemi dolayısıyladır. Çünkü mef’ûlden sonra zikredilmesi asıldır. (Âşûr)

اٰيَاتِيَ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait mütekellim zamirine muzâf olan  اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.

Ayetlerden maksat, Tevrat levhalarında yazılı öğütlerle hükümler ya da bunların yanında gösterilmesi vadedilen ayetlerle beraber bütün kâinat ayetleridir. (Ebüssuûd)

سَاَصْرِفُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  يَتَكَبَّرُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Mevsûl, sonraki habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir için gelmiştir.

Ayetlerden yüz çevirenler ism-i mevsûlle marife şeklinde gelmiştir. Böylece sılada yüz çevirmenin sebebine ima edilmiştir. (Âşûr)

Kibirlenenlerin bu ayetlerden uzak tutulması, kalplerinin mühürlenmesi anlamındadır. Öyle ki onlar, içinde bulundukları kibir ve zorbalıkta ısrar etmeleri sebebiyle artık bu ayetler üzerinde düşünerek onlardan ibret almaz olmuşlardır. (Ebüssuûd, Keşşâf)

بِغَيْرِ الْحَقّ [Haksız yere] ifadesinde iki ihtimal söz konusudur. İlkine göre “Hakları olmadığı halde kibirleniyorlar.” anlamında hal olabilir; zira haklı olarak kibirlenmek, kibir hakkına sahip olmak Allah’a mahsustur. Diğerine göre ise tekebbür fiilinin ilişiği olup “Hak olmayan bir şeyle, yani sahip oldukları dinleriyle kibirleniyorlar.” anlamındadır. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)


وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ

 

Şart üslubunda haberî isnad olan cümle,  وَ ’la  makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ  şart cümlesidir. Cevap cümlesi olan  لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اٰيَةٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

Ayetten murad ya indirilen ayetlerdir; buna göre ayetleri görmekten maksat, dinlemek suretiyle müşahede etmektir ya da onları ve mucizeleri kapsayan genel bir manadır. (Ebüssuûd)

Aynı üslupla gelen  وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ  cümlesi, وَ ’la  makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır.


  وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ

 

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ , şart cümlesidir. Cevap cümlesi olan  لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

سَب۪يلَ الرُّشْدِ, hidayet ve din-i hak yolu ve ilim ile amelde doğruluk demektir.

سَب۪يلَ الغي  ise bunun zıddıdır. (Fahreddin er-Râzî)

سَب۪يلَ الرُّشْدِ  ifadesinde istiare vardır. Doğru yol yani Allah’ın dini manasında kullanılmıştır.  سَبِیلِ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir. 

Veciz ifade kastı bulunan  سَب۪يلَ الرُّشْدِ  izafetinde muzâf şeref kazanmıştır. 

Aynı üslupla gelen bu cümle de  وَ ’la  makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ  şart cümlesidir. Cevap cümlesi olan يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ  , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ  cümlesi ile  وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَتَّخِذُوهُ -  لَا يَتَّخِذُوهُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَب۪يلاً ’deki tenvin nev ve tahkir ifade eder.

Veciz ifade kastı taşıyan  سَب۪يلَ الْغَيِّ  izafeti, muzâfı tahkir içindir.

سَب۪يلَ الْغَيِّ  ifadesinde istiare vardır. Günah ve sapıklık yolu, kâfirlerin dini manasında kullanılmıştır.  سَبِیلِ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir. 

الْغَيِّ - الرُّشْدِ  kelimeleri arasında  tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

 

 ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ

 

Cümle fasılla gelmiştir.

İstînafi beyaniyyedir. Çünkü onlar hakkında verilen bu bilgiler bir suali harekete geçirir. (Âşûr)

Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtida-i kelamdır.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  بِاَنَّهُمْ  harfi nedeniyle mecrur mahalde olup  ذَ ٰ⁠لِكَ nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

بِاَنَّهُمْ ‘deki  بِ, sebebiyyedir. Yani kibirleri, iman etmemeleri, sapkınlık yoluna tabi olmaları ve doğru yoldan ayrılmalarının sebebi; ayetleri tekzib etmeleridir. Cümle, kibrin ve buna atfedilen ve ayetlerden yüz çevirmenin sebebi olan diğer vasıfların sebebini beyan etmiştir. (Âşûr)

Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede müsned olan  كَذَّبُوا  mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

İçlerindeki eski, köklü olan tekzip vasfını ifade etmek için müsned mazi fiil olarak gelmiştir. (Âşûr)

Bu ayetteki  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi ref mahallindedir ve duruma işaret etmektedir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder.  ذَ ٰ⁠لِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

بِاٰيَاتِنَا  izafetinde azamet zamirine muzâf olan  بِاٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.

بِاٰيَاتِنَا - اٰيَةٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِاٰيَاتِ - سَب۪يلَ - اِنْ - يَرَوْا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah’ın ayetlerinden yüz çevirmenin en büyük sebebi kibirdir.

سَب۪يلَ  kelimesi 4 kere geçmiştir. Reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Nekre olarak gelişi tazim veya tahkir ifade eder.

Ayetten murad ya indirilen ayetler ya da şahit oldukları mucizelerdir. Umumi bir lafız olarak gelmiştir.

ذٰلِكَ  ref ya da nasb mahallinde olup “Ayetlerimizden bu şekilde men edilmeleri, yalanlamaları sebebiyledir.” ya da “Allah onları işbu sebeple böyle men etmiştir.” […  ذٰلِكَ الْسصرِف  …] anlamındadır. (Keşşâf)

وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ  cümlesi,  اَنَّ ’nin haberine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Gaflet, kasıtlı veya kasıtsız olarak akıl ve zihnin bir şeyi düşünmekten uzaklaşmasıdır. Kur’an’da çoğunlukla kasıtlı olarak yüz çevirme ve meşguliyet manasında kullanılır. Kasıtlı olduğu takdirde sorumluluk ve ceza gerektirdiği için mezmumdur. (Âşûr)

Car mecrurun, amili olan  غَافِل۪ينَ’ye takdimi, konudaki önemine binaendir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Ayetlerden gaflette olmaktan maksat, onlar hakkında düşünmemektir. Bir şeyden yüz çevireni o şeyden gaflet edene benzetmek için ayetleri düşünmemek onlardan gaflet etmekle ifade edilmiştir. (Ruhu’l Beyan)