وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | zaman |
|
2 | قِيلَ | denildiği |
|
3 | لَهُمُ | onlara |
|
4 | اسْكُنُوا | oturun |
|
5 | هَٰذِهِ | şu |
|
6 | الْقَرْيَةَ | kentte |
|
7 | وَكُلُوا | ve yeyin |
|
8 | مِنْهَا | orada |
|
9 | حَيْثُ | yerden |
|
10 | شِئْتُمْ | dilediğiniz |
|
11 | وَقُولُوا | ve deyin |
|
12 | حِطَّةٌ | "affet" |
|
13 | وَادْخُلُوا | ve girin |
|
14 | الْبَابَ | kapıdan |
|
15 | سُجَّدًا | secde ederek |
|
16 | نَغْفِرْ | bağışlayalım |
|
17 | لَكُمْ | sizin |
|
18 | خَطِيئَاتِكُمْ | hatalarınızı |
|
19 | سَنَزِيدُ | biz daha fazlasını da vereceğiz |
|
20 | الْمُحْسِنِينَ | iyilik edenlere |
|
Ilk âyetin metnindeki esbât kelimesi “torun” anlamindaki sibt kelimesinin çogulu olup burada Hz. Yakub’un on iki oglundan gelen nesilleri ifade etmek üzere “boy, oymak” mânasinda kullanilmistir. Tevrat’ta verilen bilgilere göre (Tekvîn, 32/28; 35/9-15) Yakub, Isrâil adiyla da anilmis; onun soyundan gelen bu on iki kusaga Isrâilogullari denildigi gibi, Yakub’un on iki oglundan dördüncüsü olan Yuda veya Yahuda’nin ismine nisbetle yahudi de denilmistir. 161. âyetteki sehirden maksat da Kudüs’tür.
Âyetlerde, Mûsâ Isrâilogullari’ni kendilerine vaad edilen topraklara götürürken kirk yil boyunca dolastiklari Sînâ çölünde çektikleri sikintilarindan, Allah’in onlara verdigi bazi nimetlerden söz edilmekte; onlarin bu nimetlere sükür mahiyetinde iyilik etmeleri gerekirken içlerinden bir kisminin haksizlik ve nankörlük yolunu tutup sözü degistirdiklerine yani Allah’in buyruklarini bozmaya kalkisarak kendilerine söylenenlerin tersini yaptiklarina, sonuçta zulüm ve günahkârliklari yüzünden agir bir musibetle cezalandirildiklarina isaret edilmektedir (genis bilgi için bk. Bakara 2/57-61).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 611
وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. ق۪يلَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Burada اذكر (hatırla) emri gizlidir. Şehir de Beytu’l Mukaddes’tir. (Beyzâvî)
ق۪يلَ fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru ق۪يلَ fiiline müteallıktır.
اسْكُنُوا fiili naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اسْكُنُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
هٰذِهِ mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْقَرْيَةَ işaret isminden bedeldir.
وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. كُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْهَا car mecruru كُلُوا fiiline müteallıktır.
حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonra gelen cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubtur.
شِئْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شِئْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. قُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, حِطَّةٌ’dur. قُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
حِطَّةٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; مسألتنا أو أمرنا (Bizim meselemiz veya işimiz) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. ادْخُلُوا fiili نَ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْبَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. سُجَّداً kelimesi ادْخُلُوا’deki failin hali olup lafzen mansubtur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَغْفِرْ fiili talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
لَكُمْ car mecruru نَغْفِرْ fiiline müteallıktır. خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
سُجَّداً kelimesi sülâsî mücerred olan سجد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. سَنَز۪يدُ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَنَز۪يدُ muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْمُحْسِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْمُحْسِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً
وَ İstînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ takdiri اذكر [Zikret] olan mahzuf fiile müteallıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ق۪يلَ لَهُمُ cümlesi muzâfun ileyh konumundadır.
Meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilen قِیلَ fiilinin mekulü’l-kavli اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ sözündeki ق۪يلَ fiilinin meçhul olarak gelirken Bakara Suresinde bu fiil azamet zamirine isnad edilmiştir. Bu sözü Allah’tan başkası söyleyemeyeceği için meçhul gelmiştir. (Âşûr)
اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ ifadesındeki maksat Bakara Suresinde ادْخُلُوا emrinde olduğu gibi, sükna ve ikamettir. Bundan dolayı burada كُلُوا zikriyle yetinilmiş “bol bol” kelimesi zikredilmiştir. Yani, bunun anlamı şudur: Şu Kudüs veya Eriha şehrine girin, orada yerleşin ve oturun. Etrafındaki nimetlerden dilediğiniz gibi yiyin; kimse size rakip olmasın. İşte bu şekilde sürekli yemek, ancak bol bol ve sınırsız olabilir. (Beyzâvî)
هٰذِهِ ,الْقَرْيَةَ ile işaret edilerek önemi vurgulanmıştır.
Aynı üslupla gelen وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ cümlesi, mekulü’l-kavle matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
Mazi fiil sıygasındaki شِئْتُمْ cümlesi zaman zarfı حَيْثُ ’nun muzâfun ileyhidir. شِئْتُمْ fiilinin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
وكُلُوا مِنها حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا Bakara Suresi 58.ayetinde رَغَدًا kelimesi zikredilirken bu ayette zikredilmemiştir. Çünkü Bakara Suresinde nimetin çokluğu sebebiyle kınamayı tekid etmek için bu kelime dahil edilmiştir. (Âşûr)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَقُولُوا حِطَّةٌ cümlesinde و atıf harfidir. Cihet-i câmia temâsüldür. Cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. قُولُوا fiilinin mef’ûlü olan cümlede îcâz-ı hazif vardır.
حِطَّةٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, أمرنا حطة [İşimiz, durumumuz bizi affetmeni istemektir] şeklindedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً [Hıtta” deyin. Kapıdan secde ederek girin.] Mana, Bakara Suresinde olduğu gibidir, ancak orada فَ ile فَكُلُوا şeklinde gelmiştir, bu da yerleşme sebebinin ondan yemek olduğunu gösterir. Orada zikredildiği veya durumdan anlaşıldığı için burada ayrıca temas etmemiştir. Ama قُولُوا ‘nun ادْخُلُوا ‘dan önce gelmesinin manada bir etkisi yoktur, çünkü tertip için değildir. Aralarındaki atıf vâv'ı da öyledir. (Beyzâvi)
Yine emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً cümlesi makabline matuftur.
ادْخُلُوا ,سُجَّداً fiilinin failinden haldir. Hal, anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ
ف karînesi olmadan gelen cümle mahzuf şartın cevabıdır. Şartın takdiri إن تدخلوا [Eğer girerseniz] şeklindedir.
Cevap cümlesi meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ cümlesi beyânî istînâftır. Çünkü تُغْفَرُ لَكم sözü verilen çok nimeti hatırlatma makamıdır. Mağfiret, bu nimetler büyüklüğünde midir? sorusuna cevaptır. Bunca ihsana karşılık mükafat da büyüktür demektir.
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye veya itiraziyyedir. İstikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Fiilin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayet-i kerimede muhsinleri arttırırız buyurulmuş ama hangi yönden, nelerin artırılacağı zikredilmemiştir. Bu mana muhatabın hayal gücüne bırakılmıştır.
Bir nimete mazhar olduğumuzda bunu farketmeli ve şükrünü eda etmeliyiz ki Allah Teâlâ geçmiş günahlarımızı affetsin ve mükâfatımızı çoğaltsın.
Bil ki bu kıssa da izah ve açıklamalarıyla birlikte Bakara Suresinde (ayet 58-59) zikredilmiştir. Geriye şunu ilave etmek kalır: Bu ayetin lafızları, şu bakımlardan, Bakara Suresindeki kıssanın lafızlarından farklıdır:
1. Cenab-ı Hak, Bakara Suresinde وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ buyurduğu halde burada وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ buyurmuştur.
2. Bakara Suresinde فَكُلُوا kelimesi فَ harfi ile buyurduğu halde burada وَكُلُوا kelimesini وَ ile buyurmuştur.
3. Hak Teâlâ orada رَغَداً (bol bol) ifadesine yer verdiği halde burada bu kelime zikredilmemiştir.
4. Bakara Suresinde وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُوا حِطَّةٌ buyurduğu halde burada ifadelerin yerini değiştirerek وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً buyurmuştur.
5. Cenab-ı Hak orada نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ buyurduğu halde burada نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ buyurmuştur.
6. Bakara Suresinde, وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ buyurmuş olduğu halde burada vâv harfi olmaksızın سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ buyurmuştur.
7. Orada فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُو buyurduğu halde burada, فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ buyurmuştur.
8. Hak Tealâ orada بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟ buyurduğu halde burada بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟ buyurmuştur.
Bil ki bu lafızlar, mana bakımından birbirine yakın lafızlar olup aralarında kesinlikle bir tezat yoktur. Bu farklı lafız kullanmanın hikmetlerini şu şekilde anlatmak mümkündür:
Birincisi: Bu, Bakara Suresinde ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ buyurulup burada اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ buyurulmasıdır. Fark şudur: Şehre girme işinin önce olması şarttır, yerleşme ise daha sonra olur.
İkincisi: Bu, Allah Tealâ’nın, Bakara Suresinde, fâ-i tâkibiyye ile ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا [Şu şehre girin ve yiyin.] فَكُلُوا buyurup burada ise vâv ile اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا [Şu şehre girin ve yiyin...] وَكُلُوا buyurmuş olmasıdır. Bu ikisi arasındaki fark şudur: Girme belli bir haldir. Nitekim girme işinin bir kısmı yapıldı mı tamamlanmış olur. Çünkü insan, bir yere attığı ilk adımı ile oraya girmiş olur. Ama bundan sonrası girme değil, süknâ (yerleşme) olur. Bunun böyle olduğu sabit olunca biz diyoruz ki: Girme işi devam etmeyen, hemen tamamlanan ve sona eren bir durumdur. Binaenaleyh bu ifadeden sonra fâ-i takibiyyenin getirilmesi güzel ve yerinde olur. İşte bundan dolayı Bakara Suresinde, ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا [Şu şehre girin ve yeyin.] فَكُلُوا buyurmuştur. Yerleşme işi ise devamlı ve sürekli olan bir haldir. Binaenaleyh yeme işi bunun peşi sıra değil de bununla beraber olur. Böylece bu iki ifade arasındaki fark anlaşılmış oldu.
Üçüncüsü: Bu, Cenab-ı Hakk’ın Bakara Suresinde رَغَداً [Bol bol (yeyin)] kelimesini zikredip burada zikretmemiş olmasıdır. Bu ikisi arasındaki fark şudur: Girme işinin peşinden yeme işi daha lezzetli olur. Çünkü bu yemeye daha çok ihtiyaç duyulur. Bu şekilde yeme, daha çok tad verici olduğu için Bakara Suresinde, رَغَداً [bol bol] tabiri kullanılmıştır. Ama o şehirde yerleşmiş olma durumundaki yeme ise görünen odur ki bu, kendisindeki lezzet kâmil ve mükemmel olmadığı sürece, kendisine son derece ihtiyaç duyulan bir mahalde bulunmamış demektir. İşte bu sebeple hiç şüphesiz bu ayette رَغَداً [bolca] kelimesine yer verilmemiştir.
Dördüncüsü: Bu, Cenab-ı Hakk’ın Bakara Suresinde وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُوا حِطَّةٌ [Kapıdan secde ederek girin ve hıtta, deyin.] buyurduğu halde Araf Suresinde وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً [Hıtta deyin. Kapısından hepiniz secde edici olarak girin.] buyurmuş olmasıdır. Bundan murad, duruma göre bu iki tabirden birinin diğerine takdim edilmesinin güzel olduğuna ve fakat her iki ifadeden de maksat, Allah'ı tazim etmek, hudû ve huşûyu, inkıyadı izhar etmek olunca, takdim veya tehir etmenin durumu değiştirmediğine dikkat çekmedir.
Beşincisi: Bakara Suresinde خَطَايَاكُمْ , burada ise خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْ denilmesidir. Bu, ister az ister çok olsun, günahların böylesi bir dua ve yakarışla affedileceğine işarettir.
Altıncısı: Bakara Suresinde vâv ile buyurup burada vâvsız olarak buyurulmasıdır. Burada vâvın getirilmesinin hikmeti bu ifadenin bir müste’nef cümle olmasıdır. Buna göre kelamın takdiri, sanki birisi “Bu bağıştan sonra ne oldu.” demiş, buna cevaben de “Muhsinlere, ileride daha fazlasıyla vereceğiz.” denilmiştir.
Yedincisi: Bu da Bakara’da اَنْزَلْنَا, burada ise اَرْسَلْنَا buyurulmuş olması arasındaki farktır. “İnzal” çokluk manası ifade etmez. Halbuki “irsal” bunu ifade eder. Binaenaleyh Cenab-ı Hak sanki ilk önce az azap indirmeye başlamış, daha sonra da onu çoğaltmıştır. Bu bizim tıpkı انْبَجَسَتْ tabiriyle فَانْفَجَرَتْ ifadesi arasında bulunduğunu zikrettiğimiz fark gibidir.
Sekizincisi: Burada يَظْلِمُونَ۟ , Bakara Suresinde ise يَفْسُقُونَ۟ denilmesi arasındaki farktır. Bu böyledir, zira onlar kendi nefislerine zulmetmeleri sebebiyle “zalim”, Allah’a itaatten çıkmaları sebebiyle de “fasık” diye vasfedilmişlerdir. Bu iki vasfın zikredilmesinin hikmeti, her iki şeyin de meydana geldiğine dikkat çekmektir. İşte bu farklı lafızların zikredilmesinin fayda ve hikmetleri hususunda hatırıma gelenler bundan ibarettir. Bu hususa dair gerçek bilginin tamamı ise Allah katındadır. (Fahreddin er-Râzî)