A'râf Sûresi 160. Ayet

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  ...

Biz onları on iki kabile hâlinde topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi Mûsâ’dan su istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye vahyettik. (Vurunca) taştan on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi. Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَطَّعْنَاهُمُ ve biz onları ayırdık ق ط ع
2 اثْنَتَيْ iki (oniki) ث ن ي
3 عَشْرَةَ on (oniki) ع ش ر
4 أَسْبَاطًا kabileye س ب ط
5 أُمَمًا ümmetler halinde ا م م
6 وَأَوْحَيْنَا vahyettik و ح ي
7 إِلَىٰ
8 مُوسَىٰ Musa’ya
9 إِذِ zaman
10 اسْتَسْقَاهُ su istediği س ق ي
11 قَوْمُهُ kavmin ق و م
12 أَنِ diye
13 اضْرِبْ vur ض ر ب
14 بِعَصَاكَ asanla ع ص و
15 الْحَجَرَ taşa ح ج ر
16 فَانْبَجَسَتْ ve fışkırdı ب ج س
17 مِنْهُ ondan (taştan)
18 اثْنَتَا iki (oniki) ث ن ي
19 عَشْرَةَ on (oniki) ع ش ر
20 عَيْنًا göze ع ي ن
21 قَدْ şüphesiz
22 عَلِمَ bildi ع ل م
23 كُلُّ her ك ل ل
24 أُنَاسٍ kabile ا ن س
25 مَشْرَبَهُمْ içeceği yeri ش ر ب
26 وَظَلَّلْنَا ve gölge yaptık ظ ل ل
27 عَلَيْهِمُ üzerlerine
28 الْغَمَامَ bulutla غ م م
29 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
30 عَلَيْهِمُ onlara
31 الْمَنَّ kudret helvası م ن ن
32 وَالسَّلْوَىٰ ve bıldırcın eti س ل و
33 كُلُوا yeyin ا ك ل
34 مِنْ -dan
35 طَيِّبَاتِ güzel olanlar- ط ي ب
36 مَا şeylerden
37 رَزَقْنَاكُمْ sizi rızıklandırdığımız ر ز ق
38 وَمَا ama
39 ظَلَمُونَا onlar bize zulmetmediler ظ ل م
40 وَلَٰكِنْ fakat
41 كَانُوا onlar ك و ن
42 أَنْفُسَهُمْ kendi kendilerine ن ف س
43 يَظْلِمُونَ zulmediyorlardı ظ ل م
 

Ilk âyetin metnindeki esbât kelimesi “torun” anlamindaki sibt kelimesinin çogulu olup burada Hz. Yakub’un on iki oglundan gelen nesilleri ifade etmek üzere “boy, oymak” mânasinda kullanilmistir. Tevrat’ta verilen bilgilere göre (Tekvîn, 32/28; 35/9-15) Yakub, Isrâil adiyla da anilmis; onun soyundan gelen bu on iki kusaga Isrâilogullari denildigi gibi, Yakub’un on iki oglundan dördüncüsü olan Yuda veya Yahuda’nin ismine nisbetle yahudi de denilmistir. 161. âyetteki sehirden maksat da Kudüs’tür. 

Âyetlerde, Mûsâ Isrâilogullari’ni kendilerine vaad edilen topraklara götürürken kirk yil boyunca dolastiklari Sînâ çölünde çektikleri sikintilarindan, Allah’in onlara verdigi bazi nimetlerden söz edilmekte; onlarin bu nimetlere sükür mahiyetinde iyilik etmeleri gerekirken içlerinden bir kisminin haksizlik ve nankörlük yolunu tutup sözü degistirdiklerine yani Allah’in buyruklarini bozmaya kalkisarak kendilerine söylenenlerin tersini yaptiklarina, sonuçta zulüm ve günahkârliklari yüzünden agir bir musibetle cezalandirildiklarina isaret edilmektedir (genis bilgi için bk. Bakara 2/57-61).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 611

 
سلو Seleve : سَلْوَى, bu kelimenin asıl anlamı insanı teselli ederek avutan şey demektir. Yine سَلْوَى bir görüşe göre de bıldırcın gibi bir kuş türüdür. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tesellî ve Selvâ’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi
 

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَطَّعْنَاهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اثْنَتَيْ  kelimesi  قَطَّعْنَاهُمُ’daki gaib zamirin hali olup müsenna olduğu için  ى  ile mansubtur. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

عَشْرَةَ  adet olup mansubtur. Müennes olarak gelmesi  فرقة  şeklinde takdir edilen temyizi dolayısıyladır.  اَسْبَاطاً  kelimesi  اثْنَتَيْ عَشْرَةَ’den  bedel veya temyiz olup lafzen mansubtur.

اثْنَتَيْ عَشْرَةَ  kelimesi  قَطَّعْنَاهُمُ’nun ikinci mef'ûlüdür, çünkü bu fiil  صير  manasını yüklenmiştir ya da haldir. Müennesliği de  الأمة  veya  القطعة  manasına geldiği içindir.

اَسْبَاطاً, on sayısından bedeldir. Bunun içindir ki çoğul yapılmıştır ya da onun temyizidir, on ikiden her biri esbat demektir, sanki: On iki kabile denilmiştir. (Beyzâvî)

Burada karşımıza şu iki soru çıkar:

Birinci soru:  عَشْرَةَ, on sayısının üstündeki sayıların temyizi müfred olarak gelir. Binaenaleyh ayette bu kelimenin temyizinin cemi olarak getirilmesinin hikmeti nedir? Bu,  اثني عشر سبطا؟  şeklinde olmalı değil miydi?

Cevap: Bu ifade ile “Onları, on iki kabileye ayırdık.” manası kastedilmiştir. Her kabile bir  السبط (boy) dan müteşekkildir. Binaenaleyh burada  السبط (sıbt, boy) kelimesi kabile yerinde kullanılmıştır.

İkinci soru: Allah Teâlâ  السبط  kelimesi müennes değil de müzekker olduğu halde niçin  اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً demiştir?

Cevap: Ferrâ şöyle der: Allah Teâlâ, bu şekilde beyan etmiştir; Çünkü O, bu ifadeden sonra  اُمَماً (ümmetler) kelimesini getirmiştir. Binaenaleyh bundaki müenneslik, اُمَماً  kelimesinden dolayı olmuştur. Eğer Cenab-ı Hakk,  السبط  kelimesi müzekker olduğu için (sayıyı da müzekker getirerek) اثني عشر  demiş olsaydı, bu da caiz olurdu. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

اُمَماً  kelimesi  اَسْبَاطاً’den bedel veya onun sıfatıdır. Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan?, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melfûz mümeyyez 4 şekilde gelir:

1. Sayı

2. Ağırlık ölçüleri

3. Hacim ölçüleri

4. Alan ölçüleri.

Ayette  اثْنَيْ عَشَرَ  mürekkeb sayılardan olduğu için mümeyyezdir.  اَسْبَاطاً  ise temyizidir. 11-19 arası sayılara mürekkeb sayılar denir. Mürekkeb sayılarda; önce sayı sonra temyiz gelir. Temyiz daima tekil ve mansub gelir. 11-19 arası sayıların birler basamağı da onlar basamağı da fetha üzere mebnidir. 12 sayısının birler basamağı yani 2 sayısı murebdir. İkil olduğu için ref durumunda elif (ا) ile merfû, nasb veya cer durumunda ye (ي) ile mansub veya mecrur olur. Cinsiyet yönünden onlar basamağı ile temyiz uyumlu olur, birler basamağı bunların zıttı olur.

Not: 11 ile 12 sayısında birler basamağı, onlar basamağı ve temyiz birbiriyle uyumlu olmak zorundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَطَّعْنَاهُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  قطع ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰى مُوسٰٓى  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.  مُوسٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذِ  zaman zarfı,  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.  اسْتَسْقٰيهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَسْقٰيهُ  elif üzere mukadder  fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

قَوْمُهُٓ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنِ  tefsiriyye harfidir.  اضْرِبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

بِعَصَاكَ  car mecruru  اضْرِبْ  fiiline müteallıktır.  بِعَصَاكَ  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir olan  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْحَجَرَ  kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اسْتَسْقٰيهُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  سقي ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ

 

فَ  atıf harfidir.  انْبَجَسَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  مِنْهُ  car mecruru  انْبَجَسَتْ  fiiline müteallıktır.

اثْنَتَا  kelimesi  انْبَجَسَتْ  fiilinin faili olup müsennaya mülhak olduğu için ref alameti  ا’tir. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

عَشْرَةَ  adettir. عَيْناً  kelimesi temyiz olup  fetha ile mansubtur.

اِنْفِجَارْ (fışkırma) geniş bir şekilde yarılma demektir.  اِنْبِجَاسْ  ise dar bir şekilde yarılma demektir. Bir görüşe göre اِنْفِجَارْ  çokça çıkma,  اِنْبِجَاسْ  az az çıkmadır. Bir görüşe göre  اِنْفِجَارْ  yumuşak bir şeyden çıkma,  اِنْبِجَاسْ  da sert bir şeyden çıkmadır. Ahfeş’e göre her ikisi de aynı şeydir. Bir görüşe göre  اِنْبِجَاسْ  akma,  اِنْفِجَارْ  da fışkırma, kaynamadır. Bir görüşe göre اِنْفِجَارْ  kelimesi fecrin doğmasından (اِنْفِجَارْ) türetilmiştir ki bu da karanlığın aydınlıktan ayrışması demektir. Bu kelimenin asıl anlamının mufâraka (ayrılma) olduğu da söylenmiştir. Nitekim  فُجُورُ , iyilikten ayrılmaktır. Kutrub böyle söylemiştir: [Bakara Suresi , 60] فَانْفَجَرَتْ denilmiş; Araf Suresinde ise  فَانْبَجَسَتْ [Araf Suresi, 160] denilmiştir. Aslında her iki kıssa aynıdır. Dolayısıyla kim bu iki kelimenin (اِنْفِجَارْ  ile  اِنْبِجَاسْ  kelimelerinin) aynı olduğunu söylerse, sözü doğru olur. Kim de “O taş belirli bir taş değildi, aksine işine yarayan herhangi bir taşı alıp ona vurdu.” görüşünde ise şunu demiş olur: “Eğer küçük bir taş alıp ona vurduysa ondan su azar azar akmıştır (اِنْبِجَاسْ), yok eğer büyük bir taşı alıp ona vurduysa ondan su fışkırarak akmıştır (اِنْفِجَارْ ).” Kim de “O taş, heybesinde taşıdığı -bir görüşe göre de eşeğin üzerinde taşıdığı- bir taştı.” derse  اِنْبِجَاسْ (az az akma) taştan suyun çıktığı ilk andaki akmadır; اِنْفِجَارْ (fışkırarak akma) ise akmaya başladıktan sonraki aşamadır.” demiş olur. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr fi’t-Tefsîr)

انْبَجَسَتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi بجس’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. 


 قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَدْ  tahkik harfidir.  عَلِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  كُلُّ  fail olup lafzen merfûdur.  اُنَاسٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

مَشْرَبَهُمْ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.


وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  ظَلَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  ظَلَّلْنَا  fiiline müteallıktır.  الْغَمَامَ  kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline müteallıktır.  الْمَنَّ  kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

السَّلْوٰى  kelimesi  الْمَنَّ ’ye matuf olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

ظَلَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  ظلل’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  كُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ طَيِّبَاتِ  car mecruru  كُلُوا  fiiline müteallıktır. طَيِّبَاتِ  kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا,  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقْنَاكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

رَزَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef‘ûl olarak mahallen mansubtur.


وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  ظَلَمُونَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir,  لٰكِنّ ’den muhaffefedir.  كَانُٓوا’nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.  اَنْفُسَهُمْ  kelimesi  يَظْلِمُونَ  fiilinin mukaddem mef‘ûlu olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَظْلِمُونَ  fiili  كَانُٓوا  ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اُمَماًۜ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ  cümlesi istinafa  وَ ’la atfedilmiştir. Zaman zarfı  اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ  , اِذِ  cümlesine muzâf olup  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.

Tefsir harfi  اَنِ ’i takip eden emir üslubunda inşâî isnad olan cümlesi tefsiriyyedir.

Kelamdaki kapalılığı veya karışıklığı ortadan kaldırmak maksadıyla getirilen açıklayıcı kelâmla yapılan ıtnâb türüne verilen isimdir. Tefsir, ifadeyi eksik ve fazla olmamak kaydıyla sadece kullanılan önceki ibareyi izah etmeyi amaçlar; ek bir mana getirmez. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

اَسْبَاطاً - قَوْمُهُٓ - اُمَماً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ

 

Takdiri,  فضرب  olan, mahzuf istinafa atfedilmiş bu cümleyle, önceki cümle arasında meskûtun anh vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş mazi fiil cümlesi, عَيْناًۜ  için sıfattır. Faide-i haber talebî kelamdır. Sıfat cümleleri tetmîm ıtnâbıdır.

اُنَاسٍ ’deki tenvin nev, tazim ve kesret ifade eder.

اثْنَتَا - عَشْرَةَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette geçen  انْبَجَسَتْ  kelimesi hakkında, Vahidî şöyle demiştir: "Bu, suyun inbicas’ı, fışkırıp kaynaması" demektir. Nitekim bir yerden su kaynayıp fışkırdığında böyle denir. Bu dilcilerin görüşüdür  انْبَجَسَتْ  ile انْفَجَرَتْ aynı manadadır. Böyle olduğu için bu ayette geçen  انْبَجَسَتْ  ile Bakara Suresinde (aynı konuda) geçen  انْفَجَرَتْ  (Bakara Suresi, 60) arasında bir zıtlık yoktur.”

Diğer alimler ise şöyle demişlerdir:  انْبَجَسَتْ  suyun az çıkması (kaynaması);  انْفَجَرَتْ  ise suyun çok çıkması (fışkırması) demektir. Binaenaleyh bu iki ayetin arasını şu şekilde telif ederiz: Bu su, önce az az kaynamaya başladı sonra çoğalıp fışkırdı. Kelimeler arasındaki bu mana farkı vardır. Ebu Amr b. el-'Alâ'dan nakledilmiştir. Allah Teâlâ ilk önce onları nasıl suladığını beyan edince, bunun peşi sıra da onları üzerlerinden bulutla gölgelediğini, daha sonra da onlara kudret helvası ile bıldırcın eti indirdiğini zikretmiştir. Şüphesiz bütün bunların hepsi, Allah tarafından ihsan edilmiş büyük birer nimettir.(Fahreddin er-Râzî) 

Fâdıl Sâli es-Sâmerrâî de bu ikinci görüştedir. 


وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ 

 

وَقَطَّعْنَاهُمُ  cümlesine matuf olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki … وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ  cümlesi makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.

عَيْناًۜ - مَشْرَبَهُمْۜ - اسْتَسْقٰيهُ  ve  الْمَنَّ - السَّلْوٰىۜ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَلَيْهِمُ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ

 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, takdiri  قلنا لهم  [Onlara dedik] olan fiilin mekulü’l-kavlidir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

مِنْ  ba’diyet içindir.  طَيِّبَاتِ ’in muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  رَزَقْنَاكُمْۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.


وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا ظَلَمُونَا  cümlesi menfi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İstidrak harfinin dahil olduğu  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

كَان ’nin haberi  يَظْلِمُونَ  şeklinde muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كان’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafat, s. 112)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَظْلِمُونَ ,اَنْفُسَهُمْ’ye takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Zulüm, Allah’a değil nefislerine hapsolmuştur. Onlar Allah’ın nimetlerini tanımayıp küfür ve inatları sebebiyle sadece nefislerine zulmetmişlerdir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 607)

Cümlede medhe benzeyen bir şeyle zemmi tekid sanatı vardır.

ظَلَمُونَا - يظلمون  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. 

ظَلَمُونَا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Önceki cümledeki muhatap zamirinden, son cümlede cemi gaib zamire iltifat vardır.

وَمَا ظَلَمُونَا  cümlesi ile  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.  

Bu pınarlar Sina Yarımadası’nda hala durmaktadır.

انْبَجَسَتْ  fiili suyun usul usul aktığını ifade eder. Burada kavim Musa’dan (a.s.) su istemiştir. Aynı hadise Bakara Suresi 60 ayetinde  اِنْفِجَارْ  fiili ile gelmiştir. Orada ise kavme su vermek isteyen Musa’dır (a.s.). İsteyen peygamber olunca suyun fışkırdığı mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir. Bu da mürâât-ı nazîr sanatı olup lafızların kastedilen manaya uyumlu olarak gelmesidir.

مَشْرَبَ ; içilecek yer demektir. Türkçedeki meşreb, maşrapa, hatta şurup, şarap kelimeleri aynı köktendir.

الْغَمَامَ ; bulut demektir. Medine’de bulunan Gamame Mescidi de Bulut Mescidi demektir.

مَا رَزَقْنَاكُمْ  ibaresinde bu temiz yiyecekleri Rabbimizin bize rızık olarak verdiği manası hatırlatılır.