A'râf Sûresi 173. Ayet

اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ  ...

Yahut, “Bizden önce babalarımız Allah’a ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi batılcıların işlediği yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” dememeniz içindir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 تَقُولُوا demeyesiniz ق و ل
3 إِنَّمَا şüphesiz
4 أَشْرَكَ ortak koştu ش ر ك
5 ابَاؤُنَا babalarımız ا ب و
6 مِنْ
7 قَبْلُ daha önce ق ب ل
8 وَكُنَّا biz de olduk ك و ن
9 ذُرِّيَّةً bir nesil ذ ر ر
10 مِنْ
11 بَعْدِهِمْ onlardan sonra gelen ب ع د
12 أَفَتُهْلِكُنَا bizi helak mı ediyorsun? ه ل ك
13 بِمَا yüzünden
14 فَعَلَ yaptıkları ف ع ل
15 الْمُبْطِلُونَ iptal edenlerin ب ط ل
 

İslâm akîdesine göre insanoğlunun bütün sorumluluklarının başında Allah’ın varlık ve birliğini kabul etme ve yalnız O’nu Tanrı olarak tanıyıp kulluk etme görevi gelmektedir. Fakat insanlar, sorumlulukları hakkında gerektiği biçimde bilgi sahibi kılınmazlar yahut böyle bir bilgiye ulaşma yeteneği ile donanmış olmazlarsa bu durumu bir mazeret veya bahane olarak ileri sürmekte haklı olurlar. Bu sebeple söz konusu büyük sorumluluğun âdil bir temele dayanması için insanların bu hususta yeterli donanıma sahip kılınmaları gerekmiştir. Bu iki âyette insanların Allah tarafından böyle bir bilgi veya yetenekle donatıldığı haber verilmekte ve bunun gerekçesi açıklanmaktadır. 

Tefsirlerde bu âyetlere başlıca iki farklı anlam verilmiştir: 

a) Eski tefsirlerde geniş yer tutan, çoğu birbirinin tekrarı mahiyetindeki rivayetlere göre Allah Teâlâ dünyayı yaratmadan önce dünyaya gelecek olan bütün insanların ruhlarını –sonraları âyetin lafzından hareketle “rûz-i elest, bezm-i elest” şeklinde terimleşen– ruhlar âleminde bir araya getirerek onları kendi varlığına tanık kılmış; kendisinin onların rabbi olduğunu yine onlara onaylatmış; bu gerçeği tasdik ettikleri yönünde onlardan söz almış ve böylece kendisi ile dünyaya gelecek bütün kulları arasında bir tür sözleşme akdetmiş; ayrıca bu sözleşme yahut taahhüde onların bizzat kendilerini şahit tutmuş veya bir kısmını diğerleri hakkında tanık göstermiş ya da –bir başka yoruma göre– bizzat kendisinin ve meleklerin bu sözleşmeye şahit olduklarını onlara bildirmiştir. Böylece insanların, “Bizim böyle bir sorumluluğumuz olduğunu bilmiyorduk” diyerek yahut inkârcılık veya putperestliği kendilerinin icat etmediğini, bunu atalarından miras aldıklarını, başka türlü bir bilgiye sahip olmadıkları için kendilerinin de bu inancı sürdürdüklerini, dolayısıyla bu hususta kendilerinin bir günahı ve sorumluluğu olmaması gerektiğini belirterek sorumluluktan kurtulmaları da önlenmiştir. İlk dönem Selef âlimleriyle sûfî âlimler, Sünnî ve Şiî kelâm bilginlerinin çoğunluğu âyeti böyle yorumlamışlardır.

 b) Burada belirtilen sözleşme mecazi anlamda olup bu olay, dün-ya yaratılmadan önce değil, her insanın kendi bedeninin yaratılması sırasında gerçekleşmektedir. Bir görüşe göre zürriyetlerin baba sulbünde yaratılışı esnasında, başka bir görüşe göre anne rahmine yerleşip organik oluşumunu tamamlaması sürecinde Allah Teâlâ insanoğlunun doğasına ya da fıtratına kendisinin varlık ve birliğini tanıma, kavrama ve dolayısıyla kendisine inanma yeteneğini yerleştirmektedir. Şu halde Allah, her insanı, iman etmesi için yeterli zihnî ve psikolojik donanıma sahip kılmakta; iç ve dış âlemde kendi varlığına ve birliğine kılavuzluk edecek birçok kanıtlar yaratmaktadır; böylece O, sanki insanlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye sormakta, onlar da “evet” diyerek bunu tasdik etmektedirler. İnsanın doğasındaki iman kabiliyeti bu âyetlerde temsilî bir dille anlatılmış bulunmaktadır (Zemahşerî, II, 103). Nitekim başka âyetlerde de buna benzer anlatımlar mevcuttur. Meselâ Fussılet sûresinin 11. âyetinde göğün ve yerin Allah’ın yasalarına göre işleyişi, “Dahası O, duman halinde olan semaya iradesini yöneltti; ardından ona ve arza, ‘İsteyerek veya istemeyerek (varlık sahnesine) gelin!’ buyurdu. ‘Boyun eğerek geldik’ dediler” şeklinde anlatılmıştır. Mu‘tezile ve Mâtürîdî âlimleriyle bazı Eş‘arî ve Şiî âlimlerinin de bu görüşte oldukları bildirilmekte, Fahreddin er-Râzî’nin de bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır (XV, 47). Başta İbn Teymiyye olmak üzere sonraki Selefîler, Allah’ın insandan ahid ve mîsâk almasını, insanın psikolojik muhtevasına kendi varlık ve birliğini tanıma kapasitesi vermesi şeklinde anlamışlardır. Nitekim Hz. Peygamber’in, “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar” anlamındaki hadisi de (Buhârî, “Cenâiz”, 93; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 18) bunu anlatmaktadır.

İlk görüş doğru kabul edildiğinde ruhların bedenlerden önce yaratıldığını da kabul etmek gerekmektedir. Ancak ikinci görüşü benimseyenler bunun doğru olmadığını savunurlar. Konu insanın bilgi alanını aştığı ve gayb alanına girdiği için âyetlerde bildirileni tasdik ederek insanlardan bir şekilde iman sözü alındığına inandıktan sonra bunun mahiyetinin ne olduğu hususunda kesin bir görüşü kabul etmek gerekli değildir. İşin hakikatini Allah bilir. 174. âyette işaret buyurulduğu üzere insana düşen görev, Allah’ın rab olduğu gerçeğini kavrayabilecek güçte yaratıldığına ve bu hususta kendisinden söz alındığına iman edip verdiği söze sadık kalmaktır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 623-652

 
بطل Betale : باطِلٌ Bâtıl hakk kavramının zıddıdır. Araştırıldığında ya da incelendiğinde hiçbir sübûtunun olmadığı ortaya çıkan şeyi ifade eder. Aynı kökten Türkçede de kullandığımız إبْطالٌ iptal kelimesi bir şeyin bozulup bertaraf edilmesi hakkında kullanılır ve bunun hak ya da batıl olması farketmez. İlgisi dünyevi ya da uhrevi fayda getirecek şeylerden başka tarafa çevrilmiş olana da بَطَّالٌ denir. Kuran-ı Kerim’de ismi fail olarak geçen türevlerinden مُبْطِلٌ sözcüğü ise hiçbir hakikati olmayan bir şey söyleyen kimseler ve hakkı ifsad edip ortadan kaldırmaya çalışanlar hakkında kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 36 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri batıl, battal, iptal ve butlandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ

 

 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَقُولُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

اَشْرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اٰبَٓاؤُ۬نَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  اَشْرَكَ  fiiline mütellıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete, izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir.  ذُرِّيَّةً  kelimesi  كُنَّا ‘nin haberi olup lafzen mansubtur. 

مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru  ذُرِّيَّةً  ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  فإن أخطأنا من بعدهم فهل تهلكنا (Onlardan sonra hata yaparsak, bizi helak eder misin?) şeklindedir.

تُهْلِكُنَا  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُهْلِكُنَا  fiiline müteallıktır.

فَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمُبْطِلُونَ  fail olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْمُبْطِلُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ

 

Ayet, önceki  تَقُولُٓوا  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle,  اَوْ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Buradaki  اَوْ  kelimesi, iki şıkkı birleştirmek anlamında değil fakat ikisinden birinin mevcudiyeti anlamındadır. (Ebüssuûd)

تَقُولُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli ise  اِنَّـمَٓا  kasr edatıyla tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. 

Kasr, fiil ile fail arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  اَشْرَكَ  sıfat/maksûr,  اٰبَٓاؤُ۬نَا  mevsuf/maksûrun aleyhdir. 

Zikredilen mevsufta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat başka mevsuflarda bulunabilir.  اِنَّـمَٓا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Makabline matuf  وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, S. 124)

ذُرِّيَّةً - اٰبَٓاؤُ۬نَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَبْلُ -  بَعْدِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri  فإن أخطأنا من بعدهم [Onlardan sonra biz hata yaparsak] olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mahzuf şart ve cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ’nın sılası  فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

الْمُبْطِلُونَ  kelimesindeki tarif, ahd-i ilmîdir.