A'râf Sûresi 180. Ayet

وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...

En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ ve Allah’ındır
2 الْأَسْمَاءُ isimler س م و
3 الْحُسْنَىٰ en güzel ح س ن
4 فَادْعُوهُ o halde O’na du’a edin د ع و
5 بِهَا onlarla
6 وَذَرُوا ve bırakın و ذ ر
7 الَّذِينَ kimseleri
8 يُلْحِدُونَ eğriliğe sapan(ları) ل ح د
9 فِي hakkında
10 أَسْمَائِهِ O’nun isimleri س م و
11 سَيُجْزَوْنَ onlar cezasını çekeceklerdir ج ز ي
12 مَا şeylerin
13 كَانُوا oldukları ك و ن
14 يَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل
 

“En güzel isimler” diye çevirdiğimiz esmâ-i hüsnâ (el-esmâü’lhüsnâ), “Allah Teâlâ’nın hepsi de en güzel ve en mükemmel olan niteliklerine, özelliklerine delâlet eden isimleri” anlamına gelir. Buna göre Allah’ın sıfatlarını ifade eden kelimeler de esmâ-i hüsnâ içine girmektedir. Bu anlamda sadece Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın 100’den fazla ismi yer almakta; ayrıca hadislerde O’na başka isimler de nisbet edilmektedir. Esmâ-i hüsnâ deyimi geniş anlamıyla bütün bu isimleri ve sıfatları içine almakla birlikte terim olarak daha çok –bir hadiste topluca zikredilen– doksan dokuz ismi kapsadığı kabul edilir (Buhârî, “Tevhîd”, 12; Müslim, “Zikir”, 5).

 Bu âyette ve “el-esmâü’l-hüsnâ” deyiminin geçtiği diğer âyetlerde (İsrâ 17/110; Tâhâ 20/8; Haşr 59/24) Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının güzellikle nitelendirilmesinin sebebi konusunda Ebû Bekir İbnü’l-Arabî şu görüşleri ileri sürmektedir: 1. Bu isimler, Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder, kullarda da saygı hissi uyandırır. 2. Zikir ve dua olarak okunduğunda kabule vesile olur, sevap kazandırır. 3. Kalplere huzur verir, rahmet ümidi aşılar. 4. En yüce varlık olan Allah’ın isimlerini, anlamlarını kavrayarak okumak, okuyanın değerini de yüceltir. 5. Bu isimler Allah hakkında zorunlu, mümkün ve imkânsız olan inançları ve kanaatleri ifade ettiği için bu isimleri bilip okumak doğru inancın oluşmasına da katkıda bulunur.

 Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın zâtına –bazan ardarda sıralanarak– birçok isim nisbet edilmiştir. Ancak bu tür kelimeler ve kavramlar, hakkında kullanıldıkları varlığın kendisi değil, O’nun hatırlatıcısı ve kısmen tanıtıcısı durumundadır. İslâm bilginlerinin birçoğu “İsim müsemmânın gayrıdır” derken bunu anlatmak istemişlerdir. Bizim kullandığımız kelimeler Allah’ın yüce zâtını aynıyla ifade etmez; esasen insan zihni Allah’ı kuşatıcı bir tamlıkta kavramaktan âciz olduğu için O’nun hakkında kullandığı isimlerin ve sıfatların bize anlattıkları da sınırlıdır. Ama bütün bu kelimelerle ifade edilmek istenen de hep O’dur. Ayrıca Kur’an’da ve hadislerde yüce Allah özellikle bu isimlerle anıldığı için bunlar Allah hakkında kullanıldığında daima aşkın anlamlar içerir; onun için müminin bunları telaffuz etmesi zikir, tesbih, dua gibi kelimelerle ifade edilen bir ibadet değeri taşır. 

Birçok hadis mecmuasında yer alan (bk. Wensinck, Miftâhu künûzi’ssünne, “İsm” md.) bir hadiste Hz. Peygamber, Allah’ın doksan dokuz isminin bulunduğunu, bunları ezberleyip benimseyen (anlamlarını öğrenip bu isimlerin telkin ettiği inancı özümseyen) kimselerin cennete gireceğini müjdelemiştir. Esmâ-i hüsnânın neler olduğu ve sayısı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Ayrıca Tirmizî ve İbn Mâce’nin Sünen’lerinde (Tirmizî, “Da‘avât”, 83; İbn Mâce, “Duâ”, 10) bu açıklamadan sonra doksan dokuz ismin listesi de verilmiştir.

 Ancak bu rivayette geçen isimlerin bazıları Kur’ân-ı Kerîm’de bulunmamaktadır, bu sebeple bazı âlimler anılan iki kaynaktaki listenin hadisin aslından olmayıp râvinin kişisel tesbiti ve eklemesi olduğunu savunmuşlardır. İbn Hacer el-Askalânî, Kur’ân-ı Kerîm’deki isimlerden yeni bir doksan dokuz esmâ-i hüsnâ listesi oluşturmuştur.

 Konumuz olan âyette kalbini yani aklını, diğer duyu ve bilgi vasıtalarını veriliş amacına uygun ve sağlıklı kullananların ulaşacağı doğru tanrı inancının özet bir ifadesi yer almaktadır. Buna göre “En güzel isimler Allah’ındır.” Şu halde insan, bu isimlerle Allah’a yakarışta bulunmalı, yalnız Allah’a verilebilecek olan bu güzel isimleri O’ndan başkasına vermemeli, yani başka hiçbir şeyi O’na denk tutmamalı, Allah’tan başkasını tanrısal bir yücelikte görmemelidir. Fakat insanlar arasında Allah’ın isimleri hakkında inkâra sapanlar da bulunmaktadır. Burada “inkâr”kelimesiyle çevirdiğimiz ilhâd, “haktan sapmak, itidalden ayrılmak” anlamına gelir. Kelimenin bu âyetteki anlamının üç noktada yoğunlaştığı anlaşılmaktadır:  a) Bu isimleri ancak Allah hakkında kullanılması gereken anlamlarıyla Allah’tan başkası için kullanmak. b) Allah’ı, baba oğul gibi sadece yaratılmışlara özgü isim ve sıfatlarla anmak. c) Allah’ın isimlerini tamamen inkâr etmek veya böyle bir sonuç doğuracak şekilde te’vil ve tahrif etmek (Taberî, IX, 133-134; Râzî, XV, 71-72. Esmâ-i hüsnâ hakkında geniş bilgi için bk. Topaloğlu, “Esmâ-i hüsnâ”, DİA, XI, 404-418).

 Âyette bu şekilde Allah’ın yetkinlik ve aşkınlığının, zatına mahsus en üstün niteliklerinin ifadeleri olan güzel isimlerini gerçek anlamlarından saptıranlar kınanmakta, onların bu kötü niyetli tutumlarının cezasını görecekleri uyarısında bulunulmaktadır. Bu âyet, inkârcıların ve müşriklerin ulûhiyyetle ilgili inançlarının bozukluğunu göstermesi yanında; bazı insanların riyâ, tabasbus, aşırı hayranlık, saygı, çıkar sağlama veya başka bir sebeple yönetici, lider, kahraman, şeyh gibi bazı kişileri överken iltifatın dozunu kaçırarak, övdüğü kişiyi âdeta tanrısal bir konumda gösteren ifadeler kullanmaları konusunda da önemli ve yararlı bir uyarı değeri taşımaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 632-634

 

وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْاَسْمَٓاءُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْحُسْنٰى  kelimesi  الْاَسْمَٓاءُ’nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat: 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 

1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. Burada   الْحُسْنٰى   kelimesi müfred sıfat olarak gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  ادْعُوهُ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

بِهَا  car mecruru  ادْعُوهُ  fiiline müteallıktır.


وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  ذَرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُلْحِدُونَ  fiili fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪  car mecruru  يُلْحِدُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُلْحِدُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  لحد ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.


  سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Fiil cümlesidir.  سَيُجْزَوْنَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

يُجْزَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا’nun  dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi olan  و  cemi müzekker muttasıl zamiri mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى

 

وَ   istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

Car-mecrur  لَهُ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Bu takdim bu isimlerin sadece O’nun hakkı olması sebebiyle önemi dolayısıyladır. 

الْاَسْمَٓاءُ ,الْحُسْنٰى  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb sanatı babındandır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى  tabiri Kur’an-ı Kerim’de 4 kere geçmiş, hepsi de marife olarak gelmiştir. Bu da o isimlerin kemâl vasıfta olduğunu ifade eder. 

Ayetteki “En güzel isimler Allah’ındır.” ifadesi, Kur’an-ı Kerim’de dört yerde geçmiştir.

1. Bu surede...

2. İsra (Benî İsrail) Suresinin sonundaki, “De ki: Gerek Allah diye çağırın gerek Rahman diye dua edin. Hangi (ismi ile) çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.” (İsra Suresi, 110) ayetinde...

3. Ta-Ha Suresinin başlarındaki, “Allah O’dur ki kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. En güzel isimler O’nundur.” (Ta-Ha Suresi, 8) ayeti...

4. Haşr Suresinin sonundaki, “O, öyle Allah’tır ki vücuda getireceği her şeyi hikmeti muktezasınca (gereğince) takdir edendir, onları var edendir, varlıklara suret verendir. En güzel isimler O’nun…” (Haşr Suresi, 24) ayeti… (Fahreddin er-Râzî)


 فَادْعُوهُ بِهَاۖ 

 

 

فَادْعُوهُ بِهَاۖ  cümlesinde  فَ, mahzuf şartın başına gelen rabıtadır.  فَ ’nin, sebebi müsebbebe bağlayan rabıta olduğu da söylenmiştir. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şartın takdiri,  إذا دعوتموه  (O’na dua ettiğiniz zaman) şeklindedir. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

 

 وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ

 

وَ ’la gelen cümle,  فَادْعُوهُ بِهَاۖ  cümlesine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ذَرُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

وَذَرُوا  fiili  وضع  fiiline benzer. Terk etmek, bırakmak demektir, ama ondan daha şiddetlidir, külliyen terk demektir (et-Tahkîk). Değersizlik manası vardır. (Müfredât).


 سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir.

Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Fiile dahil olan istikbal harfi  سَ tekid ifade etmiştir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سَيُجْزَوْنَ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  كَانُوا يَعْمَلُونَۚ,  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde mübhem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)

كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Esma-i hüsnayı iyi öğrenelim ki Allah Teâlâ’yı tanıyalım.

“Allah’ın 99 ismi vardır, yüzden bir eksik. Kim bunları sayarsa (ihsâ) cennete girer.” (Buhârî, Tevhîd, 12; Şurût, 18; Müslim, Zikir, 5; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübra, Nu’ût, 1.)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi,  durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)

سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi, dinden çıkanları terk etme emri için ta’liliye menzilesinde gelmiştir. Bu yüzden fasılla gelmiştir. Yani onların dinden çıkmalarına ehemmiyet vermeyin ve üzülmeyin demektir. Çünkü Allah onları yaptıklarının kötülüğüyle cezalandıracaktır. Onların dinden çıkmaları amel olarak isimlendirildi. Çünkü bu kalplerinin ve dillerinin işlediği fiillerdir. (Âşûr)  

Daha sonra Cenab-ı Hakk, سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Onlar, yapmakta olduklarının cezasına uğrayacaklardır…” buyurmuştur.. Bu ifade, Allah’ın isimleri hakkında mülhid olan (dinden çıkmış) kimseler için bir tehdit, bir vaiddir (cezadır). Mutezile, “Bu ayet, fiilin kula ait olduğuna; ilâhi cezanın da kulun ameli ve fiiline göre olduğuna delalet eder.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)