اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
“Aralarından biri olan o peygamberde…” şeklinde çevirdiğimiz “bi-sâhibihim” sözü müşriklerin Resûlullah’ı çocukluğundan beri yakından tanıdıklarını, hatta vaktiyle onu sayıp sevdiklerini, dolayısıyla kendisine delilik isnat etmelerinin haksızlık olduğunu çok iyi bilmeleri gerektiğini anlatır. Gerek burada gerekse başka âyetlerde (bk. Hicr 15/6; Mü’minûn 23/70; Sebe’ 34/8, 46) bildirildiği üzere Mekke müşriklerinin Hz. Muhammed’e yönelttikleri en yaygın itham ve iftiralardan biri de onda delilik bulunduğu iddiası idi. Eski dönemlerde diğer bazı peygamberler hakkında da aynı suçlamanın yapıldığına bakılırsa (meselâ bk. Mü’minûn 23/25; Şuarâ 26/27; Kamer 54/9) bunun, tarihin çeşitli dönemlerinde inkârcıların Allah yolunun davetçilerini susturmak için kullandıkları müşterek bir taktik ve iftira şekli olduğu anlaşılmaktadır. Âyette müşriklerin bu iddiaları reddedilirken “düşünmediler mi?” sorusunun sorulması ilgi çekicidir. Çünkü bir insanın akıllı veya deli olduğu, onun davranışlarıyla, ortaya koyduğu fikirlerin doğru ve tutarlı olup olmadığı ile ölçülebileceği gibi böyle birinin düşünce, görüş ve inancını ölçebilmek için de doğru ve tutarlı düşünebilmek gerekir. Bir insanın ortaya koyduğu inanç ve fikirleri (dolayısıyla peygamberin tebliğ ettiği ilkeleri) çürütmenin yolu, o insanı (ve peygamberi) deli diye suçlamak olamaz. Çünkü bu suçlama boş, içeriksiz, dayanaksız bir iddiadır. Doğru dürüst düşünenler bunun böyle olduğunu bilir. Şu halde Hz. Muhammed’i deli diye suçlayan müşrikler bu yargıya doğru düşünmek suretiyle varmış değillerdi. Gerçekte onların bu tutumlarının arkasında inatçılık, gurur ve kibir, düşmanlık duyguları, çıkar hesapları gibi sübjektif sebepler vardı. İşin aslı şu idi: Hz. Peygamber onların gerek inançları gerekse yaşayışları bakımından yanlış yolda olduklarını söylüyor, zulümlerine ve haksızlıklarına karşı çıkıyor, bu yoldan dönmemeleri halinde dünya ve âhirette başlarına nelerin geleceğini bildirerek onları kesin ve açık seçik beyanlarla ikaz ediyordu; onlar ise bu söylenenlerin doğruluğu ve haklılığı üzerine düşünüp taşınacakları yerde onu delilikle itham ediyorlardı. Halbuki onu çocukluğundan beri tanıyor ve takdir ediyorlardı. Ne zaman ki Hz. Peygamber onlara gerçekleri tebliğ etmeye başladı, o zaman onların tutumları da değişti. Sonuç olarak âyet-i kerîmede, insanların bir düşünceyi kabul veya reddederken duygularını,menfaat ve sempatilerini veya antipatilerini değil, yine düşüncelerini kullanmaları gerektiğine işaret edilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 637-638
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ
Hemze inkâri istifham, وَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَتَفَكَّرُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. بِصَاحِبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ harf-i ceri zaiddir. جِنَّةٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
Zaid olan مِنْ harf-i ceri لَيْسَ ’ye benzeyen مَا ’dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak manası) ifade eder. Buradaki zaid olan مِنْ harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi, cümlenin başına لَيْسَ ’ye benzeyen nefy مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَفَكَّرُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِنْ harfi لَيْسَ gibi amel eden harflerdendir. İsim cümlesinin başına gelerek mübtedayı kendilerine isim olarak alır ve ref eder, haberini de haberleri olarak alır ve nasb eder. İsim cümlesini olumsuz hale getirirler. Genel olarak “değil, yoktur” anlamındadır.
اِنْ harfinin لَيْسَ gibi isim ve haber alabilmesinin şartları:
1. Haberi isminden önce gelmemelidir.
2. İsmiyle haberi arasında car mecrur veya zarf dışında yabancı kelime bulunmamalıdır.
3. Cümlede إِلَّا kullanılarak olumsuzluğu bozulmamalıdır. Ancak “اِلَّا” ile beraber kullanılışı yaygındır. O zaman لَيْسَ gibi amel etmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا hasr edatıdır. نَذ۪يرٌ haber olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ ’un sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ ) dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada مُب۪ينٌ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ
Mukadder müstenefeye matuf olan ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze inkârî manadadır.
Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İstifham onların hallerine taaccüb (hayret) ve onları inkâr içindir. (Âşûr)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
يَتَفَكَّرُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi ve zaid harf, tekid unsurlarıdır.
بِ harfi zaiddir, olumsuz cümlede tekid anlamı verir. مِنْ harfinin istiğrak anlamı vardır. En ufak bir cinnet bile söz konusu değil demektir.
ما بِصاحِبِهِمْ مِن جِنَّةٍ sözündeki ما nefydir. ما nefy harfin devamında مِن gelmesi istiğrak (umum) manasını tekid içindir. (Âşûr)
الصّاحِبُ kelimesi; aslında yolculuk ve benzeri bir durumda başkasına eşlik eden kişi demektir. Allah Teâlâ’nın Yusuf Suresi 39. ayetindeki يا صاحِبَيِ السِّجْنِ sözündeki gibi. Zevce de sahip olarak isimlendirilmiştir. Mecazen yanındakiyle birlikte büyük bir olay ve haber olan kişi için kullanılır. (Âşûr)
Kur’an’daki ziyade harfler; müradifler ve tekrarlar bulunduğu gibi bazı yanlış fikirlerin reddinin de delilidir. Kur’an’da “zaid” dedikleri şeylerin belâğî, tefsîrî ve te’vîlî önemleri vardır. Müradif olduğu zannedilen şeyler, aynı değil benzer manadadır. “Tekrar” dedikleri şey ise tefennün (çeşitlendirme) babındandır (Vakafat, s.148)
Tefekkür (düşünme), manaları kalp ile aramaktır. Çünkü kalbin düşünmesi, “nazar”, “akletme”, “teemmül” ve “tedebbür” diye ifade edilir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetin lafzında bir hazif vardır ve takdiri, “Onlar düşünüp de anlamadılar mı ki arkadaşları Muhammed’de delilikten hiç bir eser yoktur.” şeklindedir. جِنَّةٍۜ “Cinnet” kelimesi جِلْسَة (oturuş) ve رِكْبَة (biniş) kelimelerinin vezninde olduğu gibi “bir çeşit delilik” demektir. Bunun başına مِنْ harf-i cerinin getirilmiş olması, Hz. Peygamberde (s.a.) deliliğin hiçbir çeşidinin olmadığını gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
Nefy siyakında nekre, umum ve şümula dalalet eder. (Halidi, Vakafat, s. 88)
صَاحِبِ müşterek lafızdır. Onlar Peygamber Efendimize “sahip” dedikleri için ayette de bu isim geçmiştir.
Zaid مِنْ ekseriyetle nefy, nehiy veya istifham edatlarıyla birlikte kullanılır. Cer ettiği kelime nekre olur. مِنْ çoğunlukla fail, mef’ul ve mübtedanın başına zaid olarak gelir. Manaya yeni bir anlam katmaz sadece tekid için gelir. Bu tür tekid, Kur’an’da değişik şekillerde gelmektedir. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Beyanî istînaf olarak gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi ve kasr, tekid unsurlarıdır.
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ maksûr/mevsûf, نَذ۪يرٌ maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Mevsûf sıfata tahsis edilmiştir.
Resul sıfatlarını uyarı ve beyana hasreder. Bu izafî kasrdır. Kasr-ı kalptir. Yani onların zannettikleri gibi mecnun olmayan apaçık bir korkutucu demektir. (Âşûr)
Nefy ve istisna ile kasr çoğunlukla nefy siyakında (sonrasında) gelir.
نَذ۪يرٌ ,مُب۪ينٌ için sıfattır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mevsufun bu özelliğinin sabit ve sürekli kalıcı olduğunu ifade etmiştir.