A'râf Sûresi 186. Ayet

مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ  ...

Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur. Allah, onları azgınlıkları içinde bırakır, bocalayıp dururlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kimi
2 يُضْلِلِ saptırırsa ض ل ل
3 اللَّهُ Allah
4 فَلَا artık olmaz
5 هَادِيَ yol gösteren ه د ي
6 لَهُ onun için
7 وَيَذَرُهُمْ ve bırakır onları و ذ ر
8 فِي içinde
9 طُغْيَانِهِمْ azgınlıkları ط غ ي
10 يَعْمَهُونَ bocalayıp dururlar ع م ه
 

“Egemenlik” diye çevirdiğimiz melekût kelimesi, yüce Allah’ın gökler üzerindeki mutlak yönetimini, hükümranlığını ifade eder (ayrıca bk. En‘âm 6/75). Bir önceki âyette Hz. Peygamber’in risâletinin hak olduğu, onun üstün kişiliği kanıt gösterilerek ifade edilirken burada da insanların, yüce Allah’ın evren üzerindeki mükemmel yönetimine bakıp düşünerek bundan Hz. Peygamber’in öğretisinin gerçek olduğuna dair deliller çıkarmaları istenmektedir. Göklerin düzeninde olduğu gibi Allah’ın yarattığı diğer bütün şeylerde de –ibretle ve insafla bakılırsa– Allah’ın varlığına, birliğine inanıp Hz. Muhammed’in bildirdiklerini tasdik etmeye götüren kanıtların bulunduğu görülür. Ayrıca âyet, Hz. Peygamber’in tebliğlerine karşı direnmeyi sürdürdükleri takdirde,–benzer şekilde davranan eski inkârcı kavimler gibi– müşriklerin de sonlarının geleceği uyarısında bulunmaktadır. Onları gökler ve diğer yaratılmışlar üzerinde zihin yormaya, kendi âkıbetlerini düşünmeye çağıran bu sözler; yahut Hz. Peygamber’in uyarıları, açıklamaları, başta Kur’an âyetleri olmak üzere onun ağzından çıkan bütün sözler insanlar için böylesine hayırlı ve yararlı uyarılardır. Şu halde insanlar bu sözlere inanmayacaklarsa başka hangi söze inanacaklar? Allah’ın ve resulünün sözlerinden daha doğru, daha hayırlı ve yararlı başka bir söz olabilir mi? 

Burada asıl muhatap Hz. Peygamber’in dönemindeki müşrik Araplar olmakla birlikte, âyetin hükmü ve uyarısı, ilâhî yasaları tanımayan bütün âsi topluluklar için geçerlidir. Bütün bu uyarıların amacı da insanları hidayete, yani inançta, yaşayışta, insanlıkta en doğru ve en güzel olana ulaştırmaktır. Fakat eğer insanlar Hz. Peygamber’in bu yoldaki çağrısını iyi niyetle karşılayıp üzerinde düşünmek yerine koyu bir inkâr psikolojisiyle bunları peşinen reddederlerse Allah da onları dalâlet çukuruna düşürür. Allah’a rağmen hiçbir şey yapılamayacağı için bunları içine düştükleri bu çukurdan, bu sapkınlıktan kurtarıp doğru yolu bulmalarını sağlayacak bir güç de asla yoktur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 638

 

مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ 

 

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يُضْلِلْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. 

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  هَادِيَ  kelimesi  لَا nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.

لَهُ  car mecruru  لَا nın mahzuf haberine müteallıktır. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi, başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına rabıt (cevap) ف’si gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari fiil olarak geldiğinde de umumiyetle başına rabıt (cevap) ف’si gelmez. Bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına rabıt (cevap) ف’si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.  يَذَرُهُمْ   merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي طُغْيَانِهِمْ  car mecruru  يَعْمَهُونَ  fiiline müteallıktır.

يَعْمَهُونَ  fiili  يَذَرُهُمْ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.

يَعْمَهُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ 

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet, şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلِ اللّٰهُ  cümlesi, şarttır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

فَلَا هَادِيَ لَهُۜ  cümlesi şartın cevabıdır. Menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَهُۜ ’nun müteallakı olan haber  لَا , mahzuftur.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ  (Allah kimi saptırırsa) ifadesinde sebebe isnad şeklinde bir mecaz-ı mürsel vardır. Sapma fiilini kullar tercih etmiş, Allah da sonucu yaratmıştır.

يُضْلِلِ - هَادِيَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Şartın cevabı isim cümlesi olarak geldiği için cevabın başına  فَ  harfi gelmiştir. 


 وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.

 وَيَذَرُهُمْ  ifadesi bir istînaf cümlesi olmak üzere merfû olup, kendisinden önceki ifade ile bir ilgisi yoktur. (Yani onun üzerine atfedilmiş değildir.) (Fahreddin er-Râzî)

Âşûr ise önceki cümleye matuf olduğunu söylemiştir. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de sapkınlıklarının devam edeceğine işaret vardır. (Âşûr)

İltifat yoluyla gaibden mütekellime dönüş vardır. (Âşûr)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَعْمَهُونَ۟  cümlesi  نَذَرُهُمْ  fiilinin mef’ûlunden haldir. Hal ıtnâb babındandır. Tetmim ıtnâbıdır. 

ف۪ي طُغْيَانِهِمْ, amili olan  يَعْمَهُونَ ‘ye önemine binaen takdim edilmiştir.

ف۪ي طُغْيَانِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  طُغْيَانِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  طُغْيَانِ  hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin azgınlığın içine ne kadar çok daldıklarına işaret etmek için bu üslup kullanılmıştır.

طُغْيَانِهِمْ  izafeti, hem muzâfı hem de muzâfun ileyhi tahkir içindir.

Hal cümlesi  muzari fiil olduğu zaman başında  و  bulunmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)