A'râf Sûresi 197. Ayet

وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  ...

Allah’tan başka taptıklarınızın ise size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de yardım edemezler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler ise
2 تَدْعُونَ yalvardıklarınız د ع و
3 مِنْ
4 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
5 لَا
6 يَسْتَطِيعُونَ güçleri yetmez ط و ع
7 نَصْرَكُمْ size yardım etmeye ن ص ر
8 وَلَا ne de
9 أَنْفُسَهُمْ kendilerine ن ف س
10 يَنْصُرُونَ yardım edebilirler ن ص ر
 

Müşriklerin, birtakım nesneleri tanrılık vasıflarıyla niteleyip putlaştırarak bunlardan medet ummalarının ne kadar saçma olduğunu bir kez daha vurgulayan bu iki âyet, Mekke müşrikleri ve din konusunda onlara benzer bir yol izleyen her dönemdeki insanlar için yeni bir uyarı anlamı taşımaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 647

 

وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَدْعُونَ  fiili,  نَ  harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf aid zamirine müteallıktır. Takdiri;  تدعونهم متميّزين عن الله (Allah’tan ayrı olarak onlara dua edersiniz) şeklindedir.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا يَسْتَط۪يعُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

نَصْرَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَنْفُسَهُمْ  kelimesi amili  يَنْصُرُونَ  olan mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَنْصُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

 

وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ

 

Ayet  وَ ’la  اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ  ayetine atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  … تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilerin biliniyor olmasının yanında onlara tahkir ifade eder.

دُونِه۪  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

دُونِه۪  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah’la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)

Menfi muzari fiil sıygasında gelen  لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ  cümlesi müsneddir. Müsnedin  muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  cümlesi, aynı üslupta gelmiş ve sıla cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümlede, takdim-tehir sanatı vardır.  اَنْفُسَهُمْ, amili olan  يَنْصُرُونَ  fiiline, önemine binaen takdim edilmiştir.

نَصْرَكُمْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ  cümlesiyle  وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

دُون  kelimesi غير ’dan daha kapsamlıdır. Hem yanında hem dışında anlamları taşır. غير  kelimesinin ise yanında manası yoktur.

نَصْرَكُمْ -  يَنْصُرُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Îrabdan mahalli olan cümleler birbirine atfedilir. Îrab hükmünde, ikinci cümlenin birinciye iştirak etmesi istendiğinde bu atıf yapılır. Ancak aralarında bir münasebet olması gereklidir.

Burada  لَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  cümlesi; mübteda olan ism-i mevsûlun haberi makamında olan  لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ  cümlesine  و  ile atfedilmiştir. Çünkü her iki cümle de aynı mübtedanın haberidir. Aralarındaki birleştirici yön de putların tahkiridir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersler, Meânî İlmi)

Cenab-ı Hakk’ın reddettiği kimselerin işlerini ıslah etmekle “Sizin, O’nu (Allah’ı) bırakıp taptıklarınızın ise sizin imdadınıza yetişmeye güçleri yetmediği gibi kendilerine bile faydaları dokunmaz.” buyruğu hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür:

Birinci görüş: Bundan maksat, putları böylesi sıfatlarla tavsif etmektir.

Buna göre şayet onlar, “Bu hususlar, önceki ayetlerde de ele alınmıştı; o halde bunları tekrarlamanın faydası nedir?” derlerse biz deriz ki:

Vahidî, bu hususta şöyle demektedir: “Bu vasıflar tekrarlanmıştır; zira önceki ayetlerde bunlar azarlanmak üslubunda zikredilmiştir. Halbuki burada ise kendisine ibadet etmek caiz olanla olmayanın arasını ayırmak için zikredilmiştir. Buna göre sanki ‘ibadete müstehak olanın, salihlerin işlerini üzerine alması gerekir. Halbuki bu putlar böyle değildir. Öyleyse bu putlar ilâh olamazlar.’ denilmek istenmiştir.”

İkinci görüş: Bahsedilen bu haller, Allah'tan başkasına tapan o müşriklerin sıfatlarıdır. Yani kâfirler, Hz. Peygamber ve ashabını tehdit edip duruyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk, “Onlar hiçbir şeye kadir olamazlar. Aksine onlar, cehalet ve ahmaklıkta öylesi bir dereceye varmışlardır ki şayet sen onları hakka davet edecek olsan, onlara aklî ve nakli delillerin en kuvvetlisini izhar edecek olsan, onlar akıllarıyla kesinlikle bu hususu bilip anlayamazlar.” buyurmuştur.

Buna göre şayet, “Müşriklerden bahsedilmedi. Burada bahsedilen putlardır. Binaenaleyh bu söylenen şey nasıl doğru olabilir? denilirse biz deriz ki: Müşriklerden Hakk Teâlâ’nın ‘De ki: Çağırın ortaklarınızı, sonra bana istediğiniz tuzağı kurun.’ buyruğunda bahsedilmişti.” (Fahreddin er-Râzî)