A'râf Sûresi 201. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ  ...

Şüphe yok ki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah’ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 اتَّقَوْا (Allah’tan) korkanlar و ق ي
4 إِذَا zaman
5 مَسَّهُمْ kendilerine dokunduğu م س س
6 طَائِفٌ bir vesvese ط و ف
7 مِنَ -dan
8 الشَّيْطَانِ şeytan- ش ط ن
9 تَذَكَّرُوا düşünürler ذ ك ر
10 فَإِذَا ve o zaman
11 هُمْ onlar
12 مُبْصِرُونَ (gerçeği) görürler ب ص ر
 

Bir önceki âyette Hz. Peygamber’e (onun şahsında ümmetine), insanlarla ilişkilerinde kolaylık göstermeye, affedici ve hoşgörülü olmaya dayalı bir tutum sergilemesi emredildikten sonra burada da eğer Hz. Peygamber (dolayısıyla herhangi bir mümin), kendini bilmezlerin uygunsuz davranışları karşısında öfkeye kapılıp bu ince tutumunu terkederek sertleşmesine, cahillerin kötülüklerine kötülükle karşılık vermesine yol açacak bir kışkırtma duygusuna kapılırsa, bunun şeytandan gelen bir fitleme olduğunu bilerek şeytana kapılmaktan Allah’a sığınması, bu fitlemeye aldırmayıp sabırlı, affedici ve hoşgörülü olmaya devam etmesi gerektiği bildirilmekte; nitekim takvâ sahiplerinin de böyle yaptıkları yani içlerine şeytandan kaynaklanan kötü, zararlı ve yıkıcı bir duygu veya düşünce doğduğunda hemen zihnî melekelerini harekete geçirerek doğru olanı bulma yolunda düşünüp taşındıkları; Allah’ın böyle durumlar karşısında nasıl davranmak gerektiğine dair uyarılarını, irşadlarını hatırlayarak basîretli yaklaşımlarıyla gerçeği, doğru ve isabetli tutumun ne olduğunu görüp ona göre hareket ettikleri ifade buyurulmaktadır. Şu halde Kur’ân-ı Kerîm’in “en yüksek şeref ve değer” kabul ettiği (Hucurât49/13) takvâ erdemine sahip olmanın şartlarından biri de kötülüğe kötülükle cevap vermemek, cahillerin seviyesine düşmemek, aksine olabildiğince kolaylık, özveri, barış ve uzlaşmadan yana olmaktır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 651

 
طوف Tavefe: طَوْفٌ bir şeyin etrafında yürümek/dönmektir. Bu ayette geçen طأئِفٌ kelimesi insanın etrafında dolaşıp onu avlamak isteyen şeytandır. طُوفانٌ tufan ise insanı kuşatan her türlü felakettir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 41 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tâife, tavaf, tûfan ve tayfadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّقَوْا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اتَّقَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenler ile aynıdır.

c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسَّهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَسَّهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

طَٓائِفٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنَ الشَّيْطَانِ  car mecruru  طَٓائِفٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.

طَٓائِفٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  طوف  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı  تَذَكَّرُوا ‘dur.  تَذَكَّرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur. Mahallen meczumdur.

Şart fiili ve cevabı,  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا ‘ isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُبْصِرُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُبْصِرُونَ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّقَوْا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

تَذَكَّرُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ

 

İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tazim ifade eder. 

İsmi mevsûlün sılası olan  اتَّقَوْا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.  

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı,Kadr/1) 

الشَّيْطَانِ ‘deki marifeliğin cins için olması da ahd için olması da caizdir. Bununla  askerlerinin ve ona tabi olanların vesvese vermeleri itibarıyla iblis kastedilmiştir.  (Âşûr)

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  تَذَكَّرُوا , faide-i haber ibtidaî kelam olan muzari fiil sıygasındadır. Aynı zamanda zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî  kelamdır. 

Ayetin fasılası  فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ , haber cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Mufacee harfinin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِذَا ; müfacee harfidir. İsim cümlesine dahil olduğunda aniden olan, beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları olur. 

فَاِذَا  tabiri, düşününce hemen gerçeği gördüklerini ifade eder.

Dalalet manası için müstear olan  العَمى  kelimesinin zıddı olan  الإبْصارُ  kelimesi de ihtida için müsteardır. (Âşûr)

الإبْصارَ ‘ın yani hidayetin onlarda bundan önce de sabit olduğuna delalet etmek için fiil değil ism-i fail gelmiştir. Bu teceddüt eden bir şey değildir. Bunun için onlar hakkındaki bu haber devam ve sübuta delalet eden isim cümlesiyle gelmiştir. (Âşûr) 

اتَّقَوْا  fiilinin kökü  وقى ’dır. Vikaye, bir şeyi, onu rahatsız edecek ve ona zarar verecek şeylerden korumak demektir. Takva da insanın kendi canını korkulan şeylerden sakındırmasıdır. Gerçek anlamı budur. Bunun yanında bazen korku ve takva birbirinin yerine kullanılır. Şeriat terminolojisinde takva, insanın kendisini günahlardan sakındırması anlamında kullanılmıştır. Bu da sakıncalı olan şeylerin terk edilmesi ile gerçekleşir. Gerçek anlamda tamamlanması da bir takım helalleri terk etmeyi gerektirir.

مَسَّ  kelimesi, aslında elini bir cisim üzerine koymaktır. İsabet veya hafif bir isabet için müstear olmuştur. (Âşûr) 

مَسَّ  fiili azlık,  طَٓائِفٌ  kelimesindeki nekrelik, azlık ifade eder.

Ufak bir vesvese durumunda bile Allah’a sığınmaya teşvik vardır.

Ayetin sonu başka ayetlerle birlikte  ونَۚ  harfleriyle bittiği için lüzûm mâ lâ yelzem sanatı vardır. Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)