A'râf Sûresi 24. Ayet

قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ  ...

Allah, dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ buyurdu ق و ل
2 اهْبِطُوا inin ه ب ط
3 بَعْضُكُمْ bır kısmınız ب ع ض
4 لِبَعْضٍ diğerinize ب ع ض
5 عَدُوٌّ düşman olarak ع د و
6 وَلَكُمْ sizin içindir
7 فِي
8 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
9 مُسْتَقَرٌّ yerleşme ق ر ر
10 وَمَتَاعٌ ve geçinme م ت ع
11 إِلَىٰ kadar
12 حِينٍ bir süreye ح ي ن
 

Âdem ve Havvâ şeytana uymakta ısrar etmeyip günahlarının farkına vararak pişmanlıklarını Allah’a arzetmişler ve Bakara sûresinde (2/37) belirtildiği üzere Allah da onların tövbelerini kabul etmiş ve onları imtihan yurdu olan dünyaya göndermiş; insan soyunun yeryüzüne dağılıp orada karar kılmaları ve barınmaları, orada yaşayıp orada ölmeleri, yeniden orada dirilmeleri takdir edilmiştir. Böylece, gerek bu âyetten gerekse ilgili diğer âyetlerden (bk. Bakara 2/36, 38; Tâhâ 20/123), Âdem ile eşinin, işledikleri günahın bir sonucu olmak üzere cennetten çıkarıldıkları ve bu olayın insanlığın kaderini etkilediği anlaşılmaktadır. Fakat Âdem ile Havvâ’nın bu yüzden daha başka zahmetlere de mâruz kalacaklarının bildirildiği yolunda Tevrat’ta verilen bilgiler (Tekvîn, 3/16-19) Kur’an’da geçmemektedir. Bu arada, kardeşlik ve dostluklar gibi sürtüşme ve düşmanlıklar da dünya hayatının bir parçası olarak takdir edilmiştir. Burada anılan düşmanlığın, hem insanoğlu ile şeytan arasındaki ebedî düşmanlığı hem karı-koca arasındaki çekişmeleri hem de Âdem ve Havvâ’nın soyu arasındaki çatışmaları ifade ettiği düşünülebilir. Bu sebeple onlara –bir yoruma göre İblîs de kastedilerek– “İnin oradan!..” buyurulmuştur. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in “dârüsselâm” (barış yurdu) diye tanımladığı cennette düşmanlık olamazdı.

 

 Kuşkusuz Âdem ve Havvâ’nın cennette saf ve günahsız olmaları iradeye dayanmadığı için –kötü bir durum sayılmasa bile– ahlâkî bir değer de ifade etmiyor, sadece içgüdüsel bir karakter taşıyordu. Ancak öyle anlaşılıyor ki, “…şu ağaca yaklaşmayın …” şeklindeki yasaklamayla birlikte yasağa uyup uymama hususunda kendilerine irade ve tercih yeteneği de verilmiş; böylece insanlığın atası ve annesi, yasaklanmış ağaçtan yeme olayında içgüdüsel davranmaktan bilinçli ve iradeli davranma aşamasına geçmişler; kötülüklerinin farkına vararak af dilemişler ve bağışlanmışlardır. Bu durumda ilk günahla başlayan ve cennetten çıkarılma ile devam eden süreç, insanlık için ahlâkî bakımdan bir düşüşü değil, bir yükselişi, öteki canlılardan farklı olup adına “insan” denen ve özgür davranabilen, yanlışlık yapabilen, fakat yanlışlarının farkına vararak özür dileyip tövbe eden, iyiliğe yönelme bilinç ve iradesini gösterebilen bir varlık kategorisinin başlayışını da ifade etmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 511-512

 

قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  اهْبِطُوا’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اهْبِطُوا  fiili  ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ  cümlesi  اهْبِطُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.  بَعْضُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِبَعْضٍ  car mecruru  عَدُوٌّ ‘e müteallıktır. عَدُوٌّ  haber olup lafzen merfûdur. 


وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُسْتَقَرٌّ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.  مُسْتَقَرٌّ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

مَتَاعٌ  kelimesi  وَ ile  مُسْتَقَرٌّ  kelimesine atfedilmiştir.  اِلٰى ح۪ينٍ  car mecruru  مَتَاعٌ ’un  mahzuf sıfatına müteallıktır.

مُسْتَقَرٌّ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.
 

قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ

 

Müstenefe cümlesidir.  Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu hitap, Âdem ile Havva ve zürriyetleri içindir. Yahut hem ikisi hem de İblis içindir. Bu görüşe göre daha önce İblis’e bu emir verilmiş iken burada Âdem ve Havva ile beraber olduğu halde tekrar edilmesi, onların birlikteliklerinin ebedi olduğunun bilinmesi içindir. Yahut Allah Teâlâ’nın onlara ayrı ayrı söyledikleri burada haber verilmektedir.Başka ayetlerdeki zikri ile yetinilerek burada Âdem ile Havva’nın tövbelerinin kabul edildiği belirtilmemiştir. (Ebüssuûd, Âşûr)

بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ  cümlesi  وَ  olmadan gelen müekked hal cümlesidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Hal manayı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Hal-i müekkide: Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kasdedildiği zamandır. Mesela: هذا اخوك عطوف “Bu, çok şefkatli kardeşindir.” cümlesinde olduğu gibi. Bunun gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و’sız gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

لِبَعْضٍ  haber olan عَدُوٌّ’a önemine binaen takdim edilmiştir.

Önceki ayetteki tesniye zamirinden  اهْبِطُوا’da cemi zamire iltifat edilmiştir.

بَعْضُ - لِبَعْضٍ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

 

 وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

 

 وَ  atıf veya istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.

لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مُسْتَقَرٌّ muahhar mübtedadır.  مَتَاعٌ, temâsül nedeniyle mübtedaya atfedilmiştir.

اهْبِطُوا [İnin] emri Âdem, Havva ve İblis’e yöneliktir. بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ ifadesi hal konumundadır yani [düşman olarak inin] demektir ki İblis ikisine düşmanlık etmiş, ikisi de İblis’in düşmanı olmuştur. ٌّمُسْتَقَرٌّ istikrar ve istikrar yeri demektir. ٌمَتَاعٌ  yaşamdan faydalanma anlamındadır. [Bir zamana kadar yaşama] yani ecellerinizin sona ermesine kadar. (Keşşâf)

وَلَكُمْ  şeklindeki müsnedin takdimi sıfat değil, haber olduğuna tenbih içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

مُسْتَقَرٌّ  ve  مَتَاعٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ح۪ينٍ, kısa veya uzun, zamandan bir müddeti ifade eder. Bu ayette nekre gelmiştir. Miktarın, cinsin ve fertlerin farklılığı ile sınırlanmamıştır. Bu kelimeyle kastedilen,

sahibine lezzetleri idrak ettiren hayat süresidir. (Âşûr)