قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟
Âdem ve Havvâ şeytana uymakta ısrar etmeyip günahlarının farkına vararak pişmanlıklarını Allah’a arzetmişler ve Bakara sûresinde (2/37) belirtildiği üzere Allah da onların tövbelerini kabul etmiş ve onları imtihan yurdu olan dünyaya göndermiş; insan soyunun yeryüzüne dağılıp orada karar kılmaları ve barınmaları, orada yaşayıp orada ölmeleri, yeniden orada dirilmeleri takdir edilmiştir. Böylece, gerek bu âyetten gerekse ilgili diğer âyetlerden (bk. Bakara 2/36, 38; Tâhâ 20/123), Âdem ile eşinin, işledikleri günahın bir sonucu olmak üzere cennetten çıkarıldıkları ve bu olayın insanlığın kaderini etkilediği anlaşılmaktadır. Fakat Âdem ile Havvâ’nın bu yüzden daha başka zahmetlere de mâruz kalacaklarının bildirildiği yolunda Tevrat’ta verilen bilgiler (Tekvîn, 3/16-19) Kur’an’da geçmemektedir. Bu arada, kardeşlik ve dostluklar gibi sürtüşme ve düşmanlıklar da dünya hayatının bir parçası olarak takdir edilmiştir. Burada anılan düşmanlığın, hem insanoğlu ile şeytan arasındaki ebedî düşmanlığı hem karı-koca arasındaki çekişmeleri hem de Âdem ve Havvâ’nın soyu arasındaki çatışmaları ifade ettiği düşünülebilir. Bu sebeple onlara –bir yoruma göre İblîs de kastedilerek– “İnin oradan!..” buyurulmuştur. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in “dârüsselâm” (barış yurdu) diye tanımladığı cennette düşmanlık olamazdı.
Kuşkusuz Âdem ve Havvâ’nın cennette saf ve günahsız olmaları iradeye dayanmadığı için –kötü bir durum sayılmasa bile– ahlâkî bir değer de ifade etmiyor, sadece içgüdüsel bir karakter taşıyordu. Ancak öyle anlaşılıyor ki, “…şu ağaca yaklaşmayın …” şeklindeki yasaklamayla birlikte yasağa uyup uymama hususunda kendilerine irade ve tercih yeteneği de verilmiş; böylece insanlığın atası ve annesi, yasaklanmış ağaçtan yeme olayında içgüdüsel davranmaktan bilinçli ve iradeli davranma aşamasına geçmişler; kötülüklerinin farkına vararak af dilemişler ve bağışlanmışlardır. Bu durumda ilk günahla başlayan ve cennetten çıkarılma ile devam eden süreç, insanlık için ahlâkî bakımdan bir düşüşü değil, bir yükselişi, öteki canlılardan farklı olup adına “insan” denen ve özgür davranabilen, yanlışlık yapabilen, fakat yanlışlarının farkına vararak özür dileyip tövbe eden, iyiliğe yönelme bilinç ve iradesini gösterebilen bir varlık kategorisinin başlayışını da ifade etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 511-512
قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, ف۪يهَا تَحْيَوْنَ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
ف۪يهَا car mecruru تَحْيَوْنَ fiiline müteallıktır. تَحْيَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. ف۪يهَا car mecruru تَمُوتُونَ fiiline müteallıktır. تَمُوتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. مِنْهَا car mecruru تُخْرَجُونَ۟ fiiline müteallıktır. تُخْرَجُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
تُخْرَجُونَ۟ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dır.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli muzari fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Car mecrur ف۪يهَا, amili olan تَحْيَوْنَ fiiline önemine binaen takdim edilmiştir.
Üç mecrurun da müteallıklarına takdimi, onların yerleşmesi ve metalanması için yaratılan yeryüzünün önemi dolayısıyladır. Zira yeryüzü tüm işlerin merkezidir. Bu takdim dikkate almaya yönelik bir vesiledir. Yeryüzü bütün bu haller için bir mekândır. Yeryüzü tek bir yerdir. Ancak sakinlerin işleri ve halleri çok farklı olabilir. (Âşûr)
Aynı üsluptaki müteakip وَف۪يهَا تَمُوتُونَ ve وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟ cümleleri mekulü’l-kavle matuftur.
ف۪يهَا تَحْيَوْنَ cümlesiyle ف۪يهَا تَمُوتُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Ayetin başında قَالَ cümlesinin tekrar edilmesi; sonraki kelamın öncesi ile birlikte olmadığını bildirmek ya da daha fazla önem verildiğini göstermek içindir.Yani “İndiğiniz dünyada yaşayıp öleceksiniz; kıyamet günü mükâfat ve ceza görmek üzere yine oradan çıkarılacaksınız.” demektir. (Ebüssuûd)
تَحْيَوْنَ ve تَمُوتُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.