A'râf Sûresi 26. Ayet

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ  ...

Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا بَنِي oğulları ب ن ي
2 ادَمَ Adem
3 قَدْ muhakkak
4 أَنْزَلْنَا indirdik ن ز ل
5 عَلَيْكُمْ size
6 لِبَاسًا giysi ل ب س
7 يُوَارِي örtecek
8 سَوْاتِكُمْ çirkin yerlerinizi س و ا
9 وَرِيشًا ve süslenecek elbise ر ي ش
10 وَلِبَاسُ ve giysisi ل ب س
11 التَّقْوَىٰ takva و ق ي
12 ذَٰلِكَ bu
13 خَيْرٌ en iyisidir خ ي ر
14 ذَٰلِكَ işte bu(nlar)
15 مِنْ -ndendir
16 ايَاتِ ayetleri- ا ي ي
17 اللَّهِ Allah’ın
18 لَعَلَّهُمْ belki
19 يَذَّكَّرُونَ düşünüp öğüt alırlar ذ ك ر
 

Önceki âyetlerde Hz. Âdem hakkında kısa fakat son derece ibretli bilgiler verildikten sonra burada da “Âdem’in çocukları”na yani genel olarak insanlığa hitap edilerek, Allah’ın yarattığı nimetlerin en önemlilerinden olmak üzere, bütün tarih boyunca ve bütün insanlarca hem bedenin korunması hem ahlâkın korunması hem de bir ziynet ve prestij aracı olarak kullanılan elbisenin önemine dikkat çekilmiştir. Burada, böylesine önemli olan bu nimetin sahibine teşekkür edilmesi gerektiğine bir işaret vardır. Çünkü giyinme ve örtünme sadece insana özgü bir davranış ve insan olmanın bir alâmetidir; medeniyetin de en eski tezahürlerindendir. Bu sebeple Kur’an’da “Biz elbise indirdik”; “Demiri indirdik” (Hadîd 57/25); “Allah hayvanlardan size sekiz çift indirdi” (Zümer 39/6) gibi ifadelerdeki “indirme” (inzâl) kelimesi, belirtilen nimetlerin birer ilâhî lutuf olduğuna, insanların bu nimetlerin değerini ve kullanma zaruretini fıtrî olarak kavradığına işaret eder. Âyette elbisenin ve örtünmenin önemine dikkat çekilmekle, dolaylı olarak Kâbe’yi çıplak vaziyette tavaf eden müşrikler de eleştirilmiştir. 

 Sözlükte “kuş tüyü” mânasına gelen âyet metnindeki rîş kelimesi burada mecazi olarak “ziynet elbisesi” anlamında kullanılmıştır. Âyette üç türlü elbiseden söz edilmiştir: 1. Sadece örtünme ihtiyacını karşılayacak olan basit ve sade elbise. 2. Örtünmenin yanında ziynet maksadı da taşıyan kaliteli, temiz ve düzgün elbise. 3. “Takvâ elbisesi.” Burada, sırf örtünme amaçlı elbise yanında ziynet amacı ve değeri taşıyan elbisenin de Allah’ın lutfu ve nimeti olarak anılması, pejmürde kılık kıyafeti zühd ve takvâ gereği sayan anlayışın isabetsizliğinin kanıtıdır. Takvâ elbisesi tefsirlerde “vücudu koruyan elbise; zırh, miğfer vb. savaş giysileri, mecazi olarak sâlih amel; iffet; iyi huy; tevhid” gibi değişik şekillerde açıklanmıştır (Râzî, XIV, 52). Âyette takvânın “hayâ” ile ilişkisine işaret edilmekte; ayrıca dolaylı bir üslûpla takvâ, günah duygularını örtüp kapatan, dizginleyen ve böylece günah işlemeyi önleyen bir koruyucu, ruhu bezeyen bir erdem şeklinde takdim edilmektedir. Yani elbise bedeni kapattığı, koruduğu ve süslediği gibi takvâ da hem ruhumuzun kötü duygularını örter hem de ruhumuzu süsler. Böyle olunca takvâ sahibi kişinin kaba, haşin, haksız, isyankâr, şehvet düşkünü, aç gözlü, edepsiz, hayasız … olması düşünülemez.

 

 Takvâ hakkındaki âyetlerin bir bütünlük içerisinde incelenmesi halinde açıkça görüleceği üzere (geniş bilgi için bk. Bakara 2/197), Kur’ân-ı Kerîm’in büyük önem verdiği bu kavram, başlıca şu iki temel anlamı içermektedir: a) Takvâ, itikadî konularda yanlış ve bâtıl inançlara kapılmaktan, ahlâkî ve amelî konularda ruhu kirleten kötü duygulardan, fena huylardan; eksik, kusurlu, zararlı ve haksız davranışlardan, İslâm dininde esasları belirlenmiş olan hayat tarzına uymayan bir yaşayıştan sakınmak, uzak durmaktır. b) Takvâ, bütün faaliyetlerde, ödevlerin yerine getirilmesinde, her türlü kötülüklerin terkedilmesinde öncelikle Allah’tan ittika etmektir; yani Allah korkusunu, O’na karşı saygılı olmayı ön plana çıkararak bu saygıyı, davranışların ve hayatın temeli yapmaktır. Takvâ bütün bu erdemleri kapsayan en geniş kapsamlı fazilettir. Bu sebeple maddî elbisenin vücudu koruması ve ziynetlendirmesi gibi âyetteki deyimiyle takvâ elbisesi de ruhumuzu fenâlıkların bütün çeşitlerinden koruyup örten ve faziletlerin bütün çeşitleriyle bezeyip süsleyen bir elbisedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 513-514

 

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ 

 

يَا  nida harfidir.  بَن۪ٓي  münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir.  اٰدَمَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Gayri munsarif olduğu için cer alameti nasbtır. Münadadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Nidanın cevabı  قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ’dur.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline müteallıktır.  لِبَاساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يُوَار۪ي  fiili  لِبَاساً’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.  يُوَار۪ي  fiili,  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

سَوْاٰتِكُمْ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ر۪يشاً۠  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  لِبَاساً’e matuftur.

وَ  istînâfiyyedir.  لِبَاسُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  التَّقْوٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder  kesra ile mecrurdur.

İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. Veya bedeldir. (Mahmut Safi)

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsmi tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوَار۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  وري ’dur.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مِنْ اٰيَاتِ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَذَّكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر’dir.

Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan ….قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً  cümlesi ise, tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Bu hitap, bütün insanlar içindir. (Ebüssuûd)

Burada  اَنْزَلْنَا  [indirmek], yaratmak anlamındadır. Nitekim, “...Sizin için enamdan sekiz eş indirdi.”, “...Biz demiri de indirdik.” ayetlerinde de indirmek fiili, yaratmak anlamında kullanılmıştır.(Ebüssuûd)

27. ayetteki يا بَنِي آدَمَ قَدْ أنْزَلْنا عَلَيْكم لِباسًا ve يا بَنِي آدَمَ لا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطانُ  cümlesi ile 31. ayetteki  يا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكم عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ  cümlesi, şeytanın Âdem (a.s.) ve karısını ayartmasını anlatan kıssayla yakından ilişkilidir. Ya da söylenen sözlerin sayılması üslubuyla 25. ayetteki  قالَ فِيها تَحْيَوْنَ  sözüyle ilişkilidir. (Âşûr)

Müspet muzari fiil cümlesi  لِبَاساً ,يُوَار۪ي  için sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Rivayete göre cahiliye Arapları, Beytullah’ı çırılçıplak tavaf ediyor ve: “Biz, Kâbe’yi, içinde Allah’a isyan ettiğimiz elbiselerle tavaf etmeyiz!” diyorlardı. İşte bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Bu rivayete göre bu kıssanın zikredilmesi veya insanın avret yerlerinin açılması, şeytanın insana yaptığı ilk kötülük olduğunu ve şeytanın, onların ebeveynini azdırdığı gibi kendilerini de azdırabileceğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat vardır.

لِبَاساً  ve  وَر۪يشاً۠ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ر۪يشاً۠, avret mahallini örten fazladan bir ziynet elbisesidir. Kuşun ziyneti olan tüyden istiare edilmiştir. Süs elbisesi için  ر۪يشاً۠  de denilmiştir. (Âşûr)

“Rîşsüs elbisesidir. Bu, kuşun tüyü manasına gelen kelimesin­den mecazî olarak kullanılmıştır. Çünkü tüy, kuşun elbisesi ve süsüdür. Yani “Biz si­ze iki elbise indirdik, birisi edep yerlerinizi örter diğeri de size süs olur.” demektir. Çünkü ziynet (süslenme), meşru bir maksattır. (Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)


وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ

 

وَ, istînâfiyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh az sözle çok anlam ifade yollarından olan izafetle gelmiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil  ذٰلِكَ خَيْرٌ  cümlesi,  لِبَاسُ  için haberdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَلِبَاسُ التَّقْوٰى [takva elbisesi] ifadesinde istiare vardır. İnsanın Allah’tan sakınması, O’nun emirlerine uymakta titizlik göstermesi şeklindeki hayat tarzı elbiseye benzetilmiştir. Câmi’, her ikisinin de insanı zararlardan koruması ve güzelleştirmesidir. (Âşûr)

Bu ayetlerin öncesinde Âdem’e (a.s.) verilen nimetler, şeytanın onu ve zevcesini bir ağaçla kandırması, o ağaçtan yiyen Âdem (a.s.) ve zevcesinin vücutlarının çıplaklığını fark etmeleri ve yapraklarla örtmeye başlamaları anlatılmaktadır. Sonra yeryüzüne inmeleri... Bunlardan sonra bu ayet-i kerimede takva libasından bahsedilerek Allah Teâlâ’nın üzerlerindeki nimeti hatırlatılmıştır. Çıplaklıklarını fark edince örtünmenin takva babından ne kadar önemli bir şey olduğu ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki ayette ise tekrar Âdem (a.s.) ve şeytan kıssasına dönülmüştür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Bu yüce mana O’na layıktır. Allah’a karşı takvalı olmaya teşvik için istitrâddır. Çünkü bu; insanlar için ziynetin faydasından daha hayırlıdır. Buradaki ism-i işaret, muşârun ileyhi tazim içindir. (Âşûr)

لِبَاسُ التَّقْوٰى  ve ر۪يشاً۠  tabirlerinde istiare vardır. Her iki kelimeyle elbise manası kastedilmiştir. Kuşun tamamını örten kanadına benzetilerek elbiseye  ر۪يشاً۠  denilmiştir. Burada takva ile giyinmekten bahsedilmiş, önceki ayette de şeytana uyup soyunmaktan bahsedilmiştir.

 

 ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır.

Ayetin başındaki azamet zamirinden, bu cümlede gaib zamire iltifat edilmiştir.

لِبَاسُ - ذٰلِكَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümlede teracci harfi  لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ, ümit harfidir.  ادرس لعلك تنجح “Çalış, umulur ki başarırsın.” deriz. Onun başarılı olmasını ümit ederiz, ancak bu konu kesin değildir, çünkü geleceği bilemeyiz.

Bu harf Allah’ın verdiği bir haberde yer aldığında ümide değil, kesinliğe delalet eder. Çünkü Allah bir şeyin olmasını ümit etmez. O sadece kesin olarak sonuçlandırır. Zira O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. Geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği bilir. (Halidi, Vakafat, Maide/100)

İnsanların edep yerlerini örtmeleri için elbiselerin yaratılması; Allah Teâlâ’nın lütfunun büyüklüğünü ve rahmetinin genişliğini gösteren ayetlerindendir. Umulur ki insanlar bu büyük nimeti takdir eder veya öğüt alır da çirkinliklerden sakınırlar.

يَذَّكَّرُونَ  fiilinin aslı  يَتَذَكَّرُونَ  şeklindedir.  تَ  harfi  ذَّ  harfine idgam olmuştur.

Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (M. Ebu

Musa, bunlar sebep bildirir, lam-ı ta’lil manasındadır).

لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ  ifadesinde gayb zamirine iltifat vardır. Yani Allah bu ayeti umulur ki Allah’ın kudretinin büyüklüğünü ve yaratma, kudret ve lütufta bulunma fiillerinde tek olduğu konusunda düşünürseniz diye yaratmıştır. Bu iltifat, Âdemoğullarından düşünmeyenlere tarizdir. Kur’an’da bu makamda gayb zamiriyle çoğunlukla Arap müşrikleri kastedilir ve sanki konuşma anında onlar orada yoktur. (Âşûr)