A'râf Sûresi 40. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ  ...

Âyetlerimizi yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete de giremezler! Biz suçluları işte böyle cezalandırırız.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَذَّبُوا yalanlayan ك ذ ب
4 بِايَاتِنَا bizim ayetlerimizi ا ي ي
5 وَاسْتَكْبَرُوا ve kibirlenenler ك ب ر
6 عَنْهَا onlara
7 لَا
8 تُفَتَّحُ açılmayacak ف ت ح
9 لَهُمْ onlara
10 أَبْوَابُ kapıları ب و ب
11 السَّمَاءِ gök س م و
12 وَلَا ve
13 يَدْخُلُونَ onlar giremeyeceklerdir د خ ل
14 الْجَنَّةَ cennete ج ن ن
15 حَتَّىٰ kadar
16 يَلِجَ geçinceye و ل ج
17 الْجَمَلُ deve ج م ل
18 فِي içinden
19 سَمِّ deliği س م م
20 الْخِيَاطِ iğne خ ي ط
21 وَكَذَٰلِكَ ve işte böyle
22 نَجْزِي cezalandırırız ج ز ي
23 الْمُجْرِمِينَ suçluları ج ر م
 

Allah’ın âyetlerini yalan ve asılsız saymak suretiyle ulûhiyyet, tevhid, nübüvvet, âhiret gibi temel dinî öğretileri inkâr edenler için “göğün kapıları açılmayacak”tır. Fahreddin er-Râzî âyetin bu ifadesiyle ilgili muhtemel anlamları şu şekilde sıralamaktadır: 1. Onların amelleri, duaları ve itaat cinsinden diğer faaliyetleri kabul edilmez. 2. Gökler, müminlerin ruhlarına açılırken onların ruhlarına açılmaz. 3. Onların göğe yükselmelerine ve cennete girmelerine izin verilmez. 4. Onlara bereket ve hayır inmez. 

 Râzî’nin düşüncesine göre âyet şuna delâlet ediyor: Ruhlar, ya gökten üzerlerine türlü hayırlar indirilmek ya da amelleri göklere yükseltilmek suretiyle mutlu olurlar. Bu da göklerin, ruhlar için sevinç ve mutluluk yeri olduğunu, hayır ve bereketlerin göklerden indiğini, ruhların da göklere yükselerek mutlulukların en mükemmeline ulaşıp kurtuluşa ereceklerini gösterir. Şu halde “Onlara göğün kapıları açılmayacak” ifadesi, uyarı ve tehditlerin en önemlisini oluşturmaktadır. Devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl imkânsız ise inkârcılara göğün kapılarının açılması ve cennete ulaşmaları da öylece imkânsızdır. Farklı bir okunuşa göre meâlinde “deve” anlamı verilen kelime “urgan” mânasına geldiğinden bu mânayı esas alan müfessirlere göre meâli, “urgan iğne deliğinden geçinceye kadar…” şeklindedir.

 

 Yine Râzî’nin açıklamalarına göre tenâsüh (reenkarnasyon) inancını savunanlar bu âyeti görüşlerine delil göstermişlerdir (bk. Bakara 2/28). Onlara göre âsi ruhlar, vücudun ölümünden sonra bedenden bedene geçerek azap görmeye devam ederler; nihayet deve gibi iri bir bedende hayat sürdükten sonra iğne deliğinden geçebilecek küçüklükteki bir canlınınbedenine girerler ve o zaman bütün günahlarından arınmış olarak cennete kavuşur, mutluluğa ulaşırlar. Ancak, tenâsüh bâtıl bir inanç olduğu gibi bu görüş de temelsizdir (XIV, 76-77). 

 Kur’an dilinde semâ kelimesi bilinen anlamı yanında, yüksek âlemlerin tamamını kapsayacak bir genişlikte de kullanılır. Bu âlemlerin türlü mertebeleri olup melekler, sâlih (iyi ve faydalı) ruhlar orada bulunur; vahiy semadan gelir. Arz âlemine fışkıran cismanî ve ruhanî hayır ve bereketlerin, musibet ve şerlerin kaynağı o âlemlerdedir (krş. Bakara 2/59; A‘râf7/96; İsrâ 17/95; Zâriyât 51/23; ayrıca bk. Bakara 2/29). “Onlara göğün kapıları açılmayacak” cümlesi, bütün ilâhî ve saf hayırlardan mahrumiyeti dile getiren kapsamlı bir ifadedir (İbn Âşûr, VIII/2, s. 126).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 525-526

 
بابٌ bir şeyin girişine denir. Farklı mahallerin medhallerini/ girişlerini ifade eder. Şehrin , sarayın ya da evin kapısı gibi. Çoğulu أبْوَابٌ şeklinde gelir. Cennet veya cehenneme vasıl olmada/erişmede vasıta edilen sebeplere de أبْوابُ الجَنَّةِ veya أبْوابُ الجَهَنَّمِ denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli babdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَذَّبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَكْبَرُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  عَنْهَٓا  car mecruru  اسْتَكْبَرُوا  fiiline müteallıktır.

لَا تُفَتَّحُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تُفَتَّحُ  meçhul merfû muzari fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  تُفَتَّحُ  fiiline müteallıktır.  اَبْوَابُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

السَّمَٓاءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi  كذب ‘dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.

اسْتَكْبَرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر  ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


 وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَدْخُلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

الْجَنَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَلِجَ  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde يَدْخُلُونَ  fiiline müteallıktır.  يَلِجَ  mansub muzari fiildir.  الْجَمَلُ  fail olup lafzen merfûdur.

ف۪ي سَمِّ  car mecruru  يَلِجَ  fiiline müteallıktır.  الْخِيَاطِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


  وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ

 

وَ  itiraziyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  kelimesi “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نَجْزِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الْمُجْرِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُجْرِم۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ

 

Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu, bahsi geçen kişileri tahkir amacına matuftur. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَاسْتَكْبَرُوا  cümlesi sılaya, tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

اِنَّ ’nin haberi olan  لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki …وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى  cümlesi de haber olan cümleye atfedilmiştir.

بِاٰيَاتِنَٓا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette zımnî teşbih vardır. Devenin iğne deliğinden geçmesinin mümkün olmadığı gibi onların da cennete girmeleri mümkün değildir.

يَلِجَ - يَدْخُلُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اسْتَكْبَرُوا; büyük olmadığı halde büyükmüş gibi görünmek, öyle davranmaktır. Olumsuz bir davranıştır. Ayetleri değersiz görmüşlerdir.

“Onlar için göğün kapıları açılmaz.” ifadesi amelin kabul olmayışından kinayedir. Yani onların ne duaları, ne de amelleri kabul olunur demektir. (Sâbûnî)

Şerîf er-Radî, bu ibarede istiare olduğunu söylemiştir. Kastedilen onlar cennete giremeyecekler, ona giden yol onlar için kolaylaşmış olacak ama orayı amelleriyle de kazanamayacaklar manasıdır.

”Ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler.” cümlesinde zımnî teşbih vardır yani onlar hiçbir halde cennete giremezler demektir. Bu, onların cennete girmelerinin imkânsızlığını ifade eden bir temsildir. (Sâbûnî)

الْجَمَلُ  kelimesinin deve ve halat şeklinde iki manası vardır. Tevriye sanatı düşünülebilir. Tevriyede bir kelimenin biri uzak mana biri yakın mana olmak üzere iki manası olur. Yakın mana “deve”dir, çünkü ilk anda akla o gelir. Ama gemi halatı iğne deliğinden geçene kadar manasını düşünmek de mümkündür. Böyle anlaşılırsa tevriye var demektir.

Bu ifadede bedî’ sanatlarından mübalağa (iğrâk) vardır.

Burada  الْجَمَلُ  kelimesinin iki manası olduğu göz önünde tutulmalıdır. Erkek deve ve kalın ip/urgan manaları vardır. Mana şöyledir: Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve onlardan yüz çevirenlere semanın kapıları açılmaz yani duaları ve amelleri kabul edilmez ve her iki manasıyla “cemel” iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Her iki manasıyla da cemelin küçücük iğne deliğinden girmesi âdeten mümkün olmadığı için bu kişiler cennete giremezler. Cemelin iğne deliğinden geçmesi aklen mümkün, âdeten muhaldir. Allah Teâlâ isterse kudretiyle iğnenin deliğini yeterince büyütür veya cemeli yeterince küçültür ve cemel içinden geçebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri, Bedî’ İlmi)

Mantıksal bir akıl yürütme metoduyla kâfirlerin cennete giremeyecekleri vurgulanmıştır. Ayetten yapılabilecek çıkarım ise şöyledir: 

Öncül: Deve, iğne deliğinden geçmedikçe kâfirler cennete giremez. 

Öncül: Deve, iğne deliğinden asla geçemez. 

Sonuç: O halde kâfirler asla cennete giremez. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

[Göğün kapıları asla açılmayacak] onlar adına hiçbir salih amel göğe yükselmeyecektir. Cennetin gökte olduğu söylenmektedir ki buna göre mana, “Onlara göğe yükselme izni verilmez; cennete girmek için onlara yol verilmez.” şeklindedir. Bir başka görüşe göre ise bunlar öldüğünde ruhları, müminlerin ruhunun yükseldiği yere yükselmez. Bir diğer görüşe göre onlara bereket inmez, yağmur dualarına icabet edilmez. Bu manada Allah Teâlâ, “Bunun üzerine, bardaktan boşanırcasına yağan bir suyla gök kapılarını açtık.” (Kamer Suresi, 11) buyurmuştur. (Keşşâf)

”Büyüklenmek” ifadesinin manası, batıl olan şeyler ile yükselmeyi istemektir. Bu kelime, beşer hakkında zemm ve kınanmaya delalet eder. Nitekim Cenab-ı Hakk, firavun ile ilgili olarak [Kendisi de askerleri de o yerde haksız olarak büyüklük tasladılar. (Kasas Suresi, 39)] buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî) 

Bu ayet delalet eder ki ruhlar ancak ya kendilerine gökten birtakım hayırların inmesiyle veyahut da amellerinin göklere yükselmesiyle mutlu olabilirler. Bu da göklerin, ruhların neşelenme yerleri ve mutlu olacakları mekânlar olduğuna delalet eder ki buradan her türlü hayır ve bereket iner. Ve yine ruhlar, en mükemmel mutluluğu elde etmeleri halinde buraya yükselebilirler. Durum böyle olunca Cenab-ı Hakk’ın “Onlar için, gök kapıları açılmayacak!” buyruğu, en büyük vaîd ve tehditlerden olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

Örf bakımından “iğne deliği” küçüklükte, “deve” büyüklükte meseldir. Bir şeyin ufaklığında, inceliğinde mübalağa edileceği zaman “iğne deliği gibi” denilir. İrilikte mübalağa için de “deve gibi” denir. Özellikle arap dilinde bu çok bilinir. “Halat” da misal olabilirse de deve kadar mesel değildir. Bu yönden olmayacak bir şeyi anlatmak için irilikte mesel olan devenin, incelikte mesel olan iğne deliğine girmesiyle darb-ı mesel şüphesiz ki daha belağatlıdır. Bir de deve, girebileceği yere kendi girer. Halat ise sokmaya dayanmaktadır. Şimdi devenin iriliğinden başka bizzat hareketli bir hayat sahibi olması, sonra boynu, hörgücü, ayaklarıyla, özel şekliyle de bütün eğri büğrülüğü ve acayipliği ile göz önüne getirildiği zaman iğne deliğine girmesinde uzaklık fikri ve mümkün olmayanı hayal etme öyle bir kuvvetle ortaya çıkar ki bu kuvvet halatta yoktur. Hasılı her iki takdirde mana, o kâfirlerin cennete girememelerini bir müddet gayesi ile sınırlamak değil, onun mümkün olmadığını açık bir temsil ile anlatmaktadır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)


وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Amili  نَجْزِي’dir. Takdiri,  جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette cem’ ma’at-taksim sanatı vardır.

Son cümlede zamir makamında zahir isme iltifat edilerek onların mücrim olduğu vurgulanmıştır.

كَذَّبُوا - اسْتَكْبَرُوا - الْمُجْرِم۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[İşte böyle] feci bir şekilde [cezalandırırız mücrimleri!] Bu ifadeyle suç işlemenin cezaya sebebiyet vereceği ve suç işleyen herkesin cezalandırılacağı bildirilmektedir. Bunu tekrarlayarak, “İşte böyle cezalandırırız Biz zalimleri!” demiştir; zira bütün suçlular aynı zamanda kendilerine zulmetmektedir. (Keşşâf)

40 ve 41. ayetlerden maksat, kâfirlerle ilgili ilahi tehdit hakkındaki hükmü tamamlamaktır. (Fahreddin er-Râzî)