وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَتْ | dediler ki |
|
2 | أُولَاهُمْ | öncekiler |
|
3 | لِأُخْرَاهُمْ | sonrakilere |
|
4 | فَمَا | yoktur |
|
5 | كَانَ |
|
|
6 | لَكُمْ | sizin |
|
7 | عَلَيْنَا | bize |
|
8 | مِنْ | hiç |
|
9 | فَضْلٍ | üstünlüğünüz |
|
10 | فَذُوقُوا | o halde siz de tadın |
|
11 | الْعَذَابَ | azabı |
|
12 | بِمَا | karşılık |
|
13 | كُنْتُمْ | olduklarınıza |
|
14 | تَكْسِبُونَ | kazanıyor |
|
İnsanlar ve cinler (yükümlülük altındaki gözle görülmeyen varlıklar; bk. En‘âm 6/100) âhiret hayatına adım attıklarında, ilâhî ferman uyarınca, her “ümmet”, benzer inanç ve değerleri paylaşmış; benzer hayat felsefesini benimseyip yaşamış ve yaşatmış olan eski topluluklara katılır. Böylece, insanlık tarihi boyunca Allah’ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayıp sapık inançlar ve ideolojiler türetenlerle bunları benimseyip yaşatanlar âhirette bir araya gelince, artık inkârcıların kendi kendilerinin aleyhlerinde şahitlik edecekleri ölçüde hak ve bâtıl, iyi ve kötü apaçık ortaya çıktığı için sonrakiler öncekilere veya inkârları ve kötülükleri yaşatanlar bunları türetenlere, kendilerini ayartıp saptırdıkları gerekçesiyle lânet okuyup suçlarının iki katıyla cezalandırılmalarını isterler; diğerleri de onların kendilerinden farklı yanlarının bulunmadığını yani onların da kendileri kadar suçlu olduklarını belirtirler. Mutlak hâkim olan Allah da buyurur ki: “Zaten hepiniz için bir kat daha azap vardır.” Çünkü iki kat suç işlemişlerdir; yani öncekiler ve önderler hem kötü oldukları hem de kötülük yollarını açtıkları için, diğerleri ise onlara uymaları yanında, fikirleri, malları, güçleri, mevkileri, tutum ve davranışlarıyla onları destekleyip yüreklendirdikleri, güçlerine güç kattıkları, bâtıl ideolojilerini yaşatıp yaydıkları ve sonrakilere kötü örnek oldukları için iki kat suçludurlar ve iki kat ceza göreceklerdir.
Bu âyetler, aldatıcı dünya zevk ve menfaatleri akıl ve basîretlerini bağladığı için nefislerinin isteklerini akıllarının hükmü zannedenler, bu suretle ilâhî ve fıtrî gerçeklerle bağdaşmayan inanç ve fikirleri hakikat diye kabul edip savunanlarla aynı sebepler yüzünden onların bâtıl fikirlerini yaşatıp yaygınlaştırma yönündeki emellerine alet olan kitleleri uyarma amacı taşıması bakımından önemlidir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 523-524
وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟
Fiil cümlesidir. قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اُو۫لٰيهُمْ fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِاُخْرٰيهُمْ car mecruru قَالَتْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, mukadder şart cümlesi ve cevabıdır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنتم ضالين بسببنا فما كان (Bizim yüzümüzden dalalete düştüyseniz …yoktur.) şeklindedir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.
لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. عَلَيْنَا car mecruru فَضْلٍ ‘e müteallıktır.
مِنْ zaiddir. فَضْلٍ lafzen mecrur, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. ذُوقُوا fiili ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte ذُوقُوا fiiline müteallıktır. كُنْتُمْ nakıs fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَكْسِبُونَ۟ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
تَكْسِبُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟
Cümle önceki ayetteki قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette henüz gerçekleşmemiş olaylar mazi fiille gelmiştir.
Bu ayetin benzeri Kur’an’da çoktur. Muzari yerine mazi fiil gelmesi; mazi menzilesine konması (yani, kesinlik ifadesi) içindir. Zîra Allah’ın sözünde asla değişiklik olmaz. قَالَتْ fiilinin mekulü’l-kavli olan فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ , takdiri إن كنتم ضالين بسببنا [Bizim yüzümüzden dalalete düştüyseniz….] olan mukadder şartın cevap cümlesidir.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. كَانَ ’nin muahhar ismi olan مِنْ فَضْلٍ ‘e dahil olan مِنْ harfi, cümleyi tekid etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Mahzufla birlikte mekulü’l-kavl, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَا كَانُ ‘li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79)
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟ cümlesi, فَ ile makabline atfedilmiştir. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu ayet önceki ayetteki قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ cümlesinin mukabilidir. Aralarında mukabele sanatı vardır.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Azabı tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Gerçek anlamda tatmak duyu organı ile algılamak demektir. Burada tatma fiili kişinin azabı ne kadar kuvvetle hissettiğini ifade eder. Câmi’ hissetmektir.
كُنْتُمْ - مَا كَانَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İki farklı anlamdaki مَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اُخْرٰيهُمْ - اُو۫لٰيهُمْ arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Burada الْعَذَابَ kelimesi marife olarak gelmiştir. Ahd-i sarihidir.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Azabı tatmak] ifadesinde istiare vardır. Tatmak dil ile olur. Burada, insanın başına gelen acı manasında kullanılmıştır.
فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ [Sizin bize karşı hiçbir üstünlüğünüz yok.] Öncüleri bu sözlerini Yüce Allah’ın takipçilere hitaben söylediği söze, yani لِكُلٍّ ضِعْفٌ [Azap hepiniz için katmerlidir.] sözüne atfen söylemişlerdir. Yani artık sizin bize bir üstünlüğünüzün bulunmadığı ve hepimizin katmerli azaba müstehak olma konusunda eşit olduğumuz kesinleşmiştir. فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟ [Öyleyse, kendi kazandıklarınızın karşılığı olan azabı tadın.] ifadesi, öncülerin sözünün devamı olabileceği gibi Yüce Allah’ın hepsine hitaben söylediği söz de olabilir. (Keşşâf)