A'râf Sûresi 49. Ayet

اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ  ...

“Sizin, ‘Allah bunları rahmete erdirmez’ diye yemin ettikleriniz şunlar mı?” (Sonra cennetliklere dönerek) “Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de değilsiniz” derler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَهَٰؤُلَاءِ bunlar mıydı?
2 الَّذِينَ kimseler
3 أَقْسَمْتُمْ yemin ettiğiniz ق س م
4 لَا
5 يَنَالُهُمُ onları erdirmeyecek diye ن ي ل
6 اللَّهُ Allah
7 بِرَحْمَةٍ hiçbir rahmete ر ح م
8 ادْخُلُوا girin د خ ل
9 الْجَنَّةَ cennete ج ن ن
10 لَا yoktur
11 خَوْفٌ korku خ و ف
12 عَلَيْكُمْ artık size
13 وَلَا ve değilsiniz
14 أَنْتُمْ siz
15 تَحْزَنُونَ üzülecek de ح ز ن
 

Dünyanın bütün azgın ve despotları, toplayıp biriktirdikleri servetlerinin ve emri altına aldıkları adamlarının çokluğundan cesaret alır; bu iki gücün verdiği cüretle hem gerçeği kabul etmeyi kendilerine yediremez hem de insanları küçük görür, kibir ve azamet duygusunun esiri olurlar; bu yüzden yoksul ve kimsesiz olan inançlı ve dürüst insanların, Allah’ın rahmet ve sevgisini kazanacak düzeyde değer taşıyacaklarına da inanmazlar. A‘râftaki o güzide topluluk, bu gafillerin ebedî hayatlarını mahveden büyük yanılgılarını kendilerine hatırlatırken, onların küçümsediği müminlere de cenneti ve oradaki mutlu hayatı müjdelerler.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 531

 

اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ

 

Hemze istifham harfidir. İsm-i işaret olan  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَقْسَمْتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَقْسَمْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

Kasemin cevabı  لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ’dur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنَالُهُمُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  بِرَحْمَةٍ  car mecruru  يَنَالُهُمُ  fiiline müteallıktır.

بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr)

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَقْسَمْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  قسم ’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ

 

Mukadder fiilin mekulü’l-kavlidir. Takdiri;  قال الله لهم : ادخلوا الجنّة (Allah onlara cennete girin dedi.) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  اُدْخُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْجَنَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ  cümlesi  اُدْخُلُوا’daki failin hali olarak mahallen mansubtur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  خَوْفٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

لَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir.

لَا  zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.

تَحْزَنُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.  تَحْزَنُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ 

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle fasılla gelmiştir. Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim ifade eder. Müsned, ism-i mevsûlle gelerek bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasını belirtmesi yanında, sonradan gelen habere dikkat çekmiştir. 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  اَقْسَمْتُمْ, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍ  şeklindeki cevap cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Burada işaret edilenler, kâfirlerin dünyada hakir gördükleri ve cennete girmeyeceklerine açıkça yemin ettikleri zayıf müminlerdir. (Ebüssuûd, Âşûr )


اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ

 

Fasılla gelen cümle, takdiri,  قال الله لهم  [Allah onlara dedi ki] olan mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Hal olarak fasılla gelen, sübut ifade eden  لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ  cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَيْكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan  خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre, umum ifade eder.

وَ ’la hal cümlesine atfedilen  وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ  cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.

Burada ayrıca  وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ  cümlesinde, اَنْتُمْ  munfasıl zamirinin kullanılışında da kasr oluşmuştur. ‘’Sadece Allah’ın hidayetine tâbi olanlar mahzun olmayacaklar, başkaları değil’ manası vermiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَحْمَةٍ  ve  خَوْفٌ (korku) kelimelerinin nekreliği azlık ifade eder.

Burada hitap değiştirilmiş, müminlere tevcih edilmiştir. Yani:

- Ey müminler! Siz onlara rağmen girin cennete; bundan sonra artık sizin için bir korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz.

Yahut araf tarafı, her iki tarafın hallerini de müşahede ettikten ve onlara söyleyeceklerini söyledikten sonra kendilerine:

- Allah Teâlâ’nın lütfuyla girin cennete! denilecektir.

En zahir olan görüşe göre burada araf tarafından maksat, iyi amellerde kusur etmiş olan müminler değildir. Çünkü bu sözler ve ilâhî marifet, henüz durumu (cennetlik mi cehennemlik mi olduğu) belli olmayan kimselere yaraşmaz.

Diğer bir görüşe göre ise araf  tarafı cehennem ehlini ayıplarken onların cennete giremeyeceklerine yemin ettiler. Çünkü cehennem ehli, araf ehlinin cennete giremeyeceklerine yemin etmişlerdi. İşte o zaman Allah Teâlâ ya da melekler, bu sözlerini reddetmek üzere onlara:

- Allah’ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bu cennet ehli mi? diyecektir. (Ebüssuûd)