اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
2 | اتَّخَذُوا | yerine koydular |
|
3 | دِينَهُمْ | dinlerini |
|
4 | لَهْوًا | bir eğlence |
|
5 | وَلَعِبًا | ve oyun |
|
6 | وَغَرَّتْهُمُ | ve kendilerini aldattı |
|
7 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
8 | الدُّنْيَا | dünya |
|
9 | فَالْيَوْمَ | bugün |
|
10 | نَنْسَاهُمْ | biz de onları unuturuz |
|
11 | كَمَا | gibi |
|
12 | نَسُوا | unuttukları |
|
13 | لِقَاءَ | karşılaşacaklarını |
|
14 | يَوْمِهِمْ | günleriyle |
|
15 | هَٰذَا | bu |
|
16 | وَمَا | ve |
|
17 | كَانُوا | ettikleri |
|
18 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
19 | يَجْحَدُونَ | bile bile inkar |
|
Cehennem ehli, belki bir ümitsizlik içinde, belki de A‘râf ehlinin cennete girdiğini görünce ümide kapılarak, yaşadıkları açlık ve susuzluğu yatıştırmak için cennet ehlinden su ve rızık (yiyecek) isterler; fakat Allah’ın, kâfirleri bu isteklerden mahrum kıldığı cevabını alırlar. Fahreddin er-Râzî’nin ifade ettiği gibi (XIV, 93), bu cevap, inkârcılar için tam bir yıkım olacaktır. Çünkü onlar dinlerini oyun ve alay konusu yapmışlar; dünyanın geçici zevklerine aldanarak âhirette bütün bunların başlarına geleceğini unutmuşlar; kendilerini uyaran âyetleri de inkâr etmişlerdir. Fakat Allah da onları unutmuş, yani cehenneme terkedip bütün isteklerini, feryatlarını cevapsız bırakmıştır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 532
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ
اَلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl önceki ayetteki الْكَافِر۪ينَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
د۪ينَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَهْواً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. لَعِباً kelimesi atıf harfi وَ ’la لَهْواً’e matuftur.
غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. غَرَّتْهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْحَيٰوةُ fail olup lafzen merfûdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ ’nun sıfatı olup mukadder damme ile merfûdur.
اتَّخَذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial bâbındadır. Sülâsîsi أخذ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ
فَ istînâfiyyedir. الْيَوْمَ zaman zarfı, نَنْسٰيهُمْ fiiline müteallıktır. نَنْسٰيهُمْ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
كَ harf-i cerdir. مَا ve masdar-ı müevvel, كَ harf-i ceriyle birlikte mahzuf masdarın sıfatına müteallıktır. Takdiri; ننساهم نسيانًا مثلَ نسيانهم (Onların unutması gibi Biz de onları nuttuk.) şeklindedir.
نَسُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِقَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. يَوْمِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا işaret ismi, يَوْمِهِمْ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
وَ atıf harfidir. مَا masdar harfi olup önceki masdara matuftur.
كَانُوا ; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. Damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَجْحَدُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru يَجْحَدُونَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَجْحَدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ
Önceki ayetteki الْكَافِر۪ينَۙ için sıfat konumundaki اَلَّذ۪ينَ, bahsi geçenleri tahkir ve sonraki habere dikkat çekmek için gelmiştir. Sılası mazi fiil sıygasında gelerek hudûs ifade etmiştir.
لَهْواً ve لَعِباً’deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Aynı üsluptaki وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ [Dünya hayatı onları aldatmıştır.] ibaresinde istiare vardır. Dünya hayatına aldandıkları için dünya hayatı onları aldattı denilmesi güzel olmuştur. Onların bayağı arzularının meylettiği şeyler dünya hayatında bulunduğu için bu ifade caiz olmuştur. (Şerîf er-Radî)
Cenab-ı Hakk, غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا [Onları dünya hayatı aldattı.] buyurmuştur. Bu mecazî bir ifadedir. Çünkü gerçekte dünya hayatı aldatmaz. Aksine bu ifadeden murad, dünya hayatı sırasında kişide aldanmaların meydana gelmesidir. Çünkü insan, ömrünün uzun, yaşantısının güzel, malının çok, makamının kuvvetli olmasını arzular durur. Onun bu tür şeyler hakkındaki aşırı arzusundan dolayı dini talep edemez hale gelir, sırf dünyayı elde etme arzusu ve çabasına batar gider. (Fahreddin er-Râzî)
فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ
فَ istînâfiyyedir. Beyanî istînâf cümlesidir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Zaman zarfı الْيَوْمَ ’nin müteallakı نَنْسٰيهُمْ fiilidir.
كَ teşbih harfi, مَا masdariyedir. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ cümlesi, mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatına müteallıktır.
Ayetteki teşbihte benzetme yönü mahzuftur. Teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmel teşbihtir.
لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ [karşılaşma günü] ifadesi hesap gününden kinayedir.
يَوْمِهِمْ ,هٰذَاۙ için sıfattır. Aklî bir duruma işaret ettiği için هٰذَاۙ ’da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Bu ayette Allah’ın unutmasından bahsedilmektedir. Fakat Allah’a unutma izafe edilemez. Mükemmel bir üslup kullanılarak müşâkele sanatı için en güzel örneklerden birini oluşturan bu ayet, kâfirlerin, Allah’ın ayetlerini, kavuşacakları bugünü ve peygamberin tebliğini unutmalarına, görmezden gelmelerine ve sırt çevirmelerine bir ceza olsun diye ahirette umursanmayacaklarını açıkça ortaya koymaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
الْيَوْمَ - مَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
نَنْسٰيهُمْ - نَسُوا arasında iştikak cinası, reddü'l-acüz ale's-sadr ve müşâkele vardır. Bu müşâkelede müşâkal lafız öne geçmiştir.
فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ, onların bu günü (bu günle buluşmayı, karşılaşmayı) unutmaları sebebiyle şiddetli bir tehdittir. Çünkü bir insana yokmuş gibi davranmak en büyük cezadır.
لَعِباً - غَرَّتْهُمُ - لَهْواً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Dinlerini oyun ve eğlence edindiler.” ifadesinde taksim sanatı vardır.
وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
وَ atıf, مَا masdariyedir. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
Car mecrur بِاٰيَاتِنَا , amili olan يَجْحَدُونَ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olması, ayetlere şan ve şeref kazandırmıştır.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)