وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُوراً وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتاًۚ فَاذْكُـرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاذْكُرُوا | düşünün ki |
|
2 | إِذْ | hani |
|
3 | جَعَلَكُمْ | sizi yaptı |
|
4 | خُلَفَاءَ | hükümdarlar |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | بَعْدِ | sonra |
|
7 | عَادٍ | Ad’dan |
|
8 | وَبَوَّأَكُمْ | ve sizi yerleştirdi |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
11 | تَتَّخِذُونَ | ediniyorsunuz |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | سُهُولِهَا | O’nun düzlüklerinde |
|
14 | قُصُورًا | saraylar |
|
15 | وَتَنْحِتُونَ | ve yontup yapıyorsunuz |
|
16 | الْجِبَالَ | dağlarını |
|
17 | بُيُوتًا | evler |
|
18 | فَاذْكُرُوا | artık hatırlayın |
|
19 | الَاءَ | ni’metlerini |
|
20 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
21 | وَلَا |
|
|
22 | تَعْثَوْا | karışıklık çıkarmayın |
|
23 | فِي |
|
|
24 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
25 | مُفْسِدِينَ | bozgunculuk yapıp |
|
Semûd, Hz. Sâlih’in peygamber olarak gönderildiği eski bir Arap toplumunun adıdır. Nûh’un oğlu Sâm’ın soyundan gelmiştir. Dedeleri Semûd’un adıyla anılır. Suriye ile Hicaz arasında bulunan Hicr’de yaşamışlardır. Kur’an’da Ashâbü’l-Hicr diye de anılırlar (Hicr 15/80). Arap kaynaklı olmayan bazı vesikalarda da bu isimde bir kavmin varlığından ve yaşadıkları bölgeden söz edilmektedir (bk. H. H. Brau, “Semûd”, İA, X, 474-475). Bunlar, Vâdilkurâ’da kayaları oyarak evler (Fecr 89/9), düz arazide de saraylar yapan bir Arap toplumu idi. Sâlih peygamberin şeceresi İslâm kaynaklarında Nûh oğlu Sâm oğlu İrem oğlu Âmir (Âbir) oğlu Semûd oğlu Hâzir oğlu Ubeyd oğlu Mâşih (Mâsih) oğlu Esif (Âsif) oğlu Ubeyd oğlu Sâlih şeklinde Hz. Nûh’a bağlanır. Kavminin helâk edilmesi üzerine Sâlih ve ona inanan topluluğun Mekke’ye göç ettikleri rivayet edilir. Sâlih’in davetinin özünü de Allah’a kulluk edip O’ndan başkasını tanrı tanımama ilkesi oluşturuyordu. Zamanla tevhid inancından sapmış olan Semûd kavmi, kendilerini yeniden hidayete kavuşturması için gönderilen Sâlih’i yalancılıkla suçlayarak aksini kanıtlaması için mûcize göstermesini istediler (bk. Şuarâ 26/154). Sâlih de “Size rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da size bir mûcize olarak Allah’ın şu devesidir” dedi. Kur’ân-ı Kerîm’de fazla bilgi bulunmayan bu mûcize hakkında tefsirlerde ayrıntılı bilgi veren uzun rivayetler kaydedilirse de (Taberî, VIII, 224-225; Râzî, XIV, 162) Kur’ân-ı Kerîm’e, sahih hadislere ve güvenilir vesikalara dayanmayan bu rivayetlerin doğruluğu şüphelidir. Hz. Sâlih, çok özel bir yaratık olduğu anlaşılan bu deveye ilişmemeleri, kötülük etmemeleri hususunda kavmini uyarmış; ayrıca Allah’ın kendilerine lutfettiği bazı nimetleri sıralayarak bunları hatırda tutmalarını ve ülkede karışıklık çıkarmamalarını, zihinleri bulandırmamalarını istemiştir.
Kuran Yolu/Diyanet Tefsiri
Nehate نحت : نَحْتٌ kuru ağaç parçası, taş ve maden gibi sert cisimleri yontmak/işlemektir.Bu köke ait نَحِيتَةُ sözcüğü ise insanın üzerine yontulduğu tabiatı/doğasıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekli naht (sanatı)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
سهل Sehele: سَهْلٌ engebeli ve sert yer anlamına gelen حَزْنٌ kelimesinin zıddıdır. Çoğulu سُهُولٌ şeklinde gelir. Düz ve toprağı yumuşak yer anlamındadır. Bu kökten gelen Süheyl ismi bir yıldız adıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri suhûlet, Süheyl, ishal, tashil, müshil, (ehlen ve) sehlendir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ
Mukadder müstenefe cümlesine matuftur. Takdiri; تدبروا (Tedebbür edin.) şeklindedir. Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اذْكُرُٓو fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذْ zaman zarfı اذْكُرُٓوا fiiline müteallıktır. جَعَلَكُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَعَلَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
خُلَـفَٓاءَ ikinci mef’ûlun bihtir. فعلاء vezninden olduğu için gayri munsariftir ve tenvin almamıştır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ بَعْدِ car mecruru خُلَـفَٓاءَ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. عَادٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُوراً وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتاًۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. بَوَّاَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِي الْاَرْضِ car mecruru بَوَّاَكُمْ fiiline müteallıktır.
تَتَّخِذُونَ fiili, بَوَّاَكُمْ ‘deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubtur. تَتَّخِذُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ سُهُولِهَا car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle müteallıktır.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قُصُوراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. تَنْحِتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
الْجِبَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. بُيُوتاً mukadder hal olup fetha ile mansubtur.
بَوَّاَكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi بوأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَتَّخِذُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاذْكُـرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن عرفتم فضل الله عليكم فاذكروا آلاء الله (Allah’ın sizin üzerinizdeki fazlını anladıysanız Allah’ın nimetlerini düşünün.) şeklindedir.
اذْكُرُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اٰلَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْثَوْا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru تَعْثَوْا fiiline müteallıktır. مُفْسِد۪ينَ kelimesi hal olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُفْسِد۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُوراً وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتاًۚ
Cümle takdiri …تدبروا [Düşünün.] olan istînâfa وَ ’la atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ cümlesi, zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Aynı üslupta gelen وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ cümlesi, …جَعَلَكُمْ cümlesine matuftur. Vasıl sebebi tezâyüftür.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlesi وَبَوَّاَكُمْ ‘deki mef’ûl zamirden haldir.
Aynı üsluptaki وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتاًۚ cümlesi, temâsül sebebiyle hal cümlesine atfedilmiştir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.
قُصُوراً ve بُيُوتاًۚ kelimelerindeki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
ذِكْرٌ - وَاذْكُرُٓوا - فَاذْكُرُٓوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
جَعَلَكُمْ - الْخَلْقِ ve قُصُوراً - بُيُوتاًۚ ve الْجِبَالَ - سُهُولِهَا kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْجِبَالَ - سُهُولِهَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu ayet ve 69.ayet arasında tekrarlar sebebiyle ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir.
Semûd kavmi, yazın vadilerde kışın da dağlarda yaşıyorlardı. Bu, onların nimet ve refah içinde yüzdüklerine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
فَاذْكُـرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
فَ , takdiri إن عرفتم فضل الله عليكم (Allah’ın sizin üzerinizdeki fazlını anladıysanız) olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اذْكُرُٓوا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰلَٓاءَ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا تَعْثَوْا cümlesi, her ikisi de inşâ cümlesi olması nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Cihet-i câmia: tezâyüf ve akliyyedir.
وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ [Yeryüzünde fesat çıkarmayın] ifadesinde arz kelimesinin açıkça zikredilmesi, fesadın çirkinliğini göstermekte mübalağa ifade eder. مُفْسِد۪ينَ kelimesi hal-i müekkidedir. Bu üslubun fesahat yönü şöyledir:
مُفْسِد۪ينَ lafzı fesadı yasaklamayı pekiştirir ve o yasağa karşı gafil davranma ve onu unutma gibi mahzurları da ortadan kaldırır. (Safvetü't Tefâsir, Âşûr)
Hal konumundaki مُفْسِد۪ينَ dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
تَعْثَوْا - مُفْسِد۪ينَ ve خُلَـفَٓاءَ - اٰلَٓاءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâla’nın üzerimizdeki nimetlerinin hakkı şükür ve gafil olmamaktır.
Nimetler masiyetle yok olur.
مُفْسِد۪ينَ ‘den maksat, onların dişi deveyi kesmelerini yasaklamadır. Ama daha uygun olan, bu ifadeyi zahirî manasına hamletmektir. Bu da fesadın her türlüsünden men etme manasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
الأرْضِ kelimesindeki tarifin ahd için olması caizdir. Yani أرْضِكم هَذِهِ (Bu arzınız) demektir ki kastedilen Hicr bölgesidir. Cins için olması da caizdir. Çünkü Allah onları yeryüzünde belirli bir bölgeye yerleştirmiştir ki bu bölge arzın bölgelerinden biridir. (Âşûr)