قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحاً مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dediler |
|
2 | الْمَلَأُ | ileri gelenler |
|
3 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
4 | اسْتَكْبَرُوا | büyüklük taslıyorlar |
|
5 | مِنْ | -nden |
|
6 | قَوْمِهِ | kavmi- |
|
7 | لِلَّذِينَ | kimseler |
|
8 | اسْتُضْعِفُوا | zayıf görülen |
|
9 | لِمَنْ | kimselere (karşı) |
|
10 | امَنَ | inanan |
|
11 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
12 | أَتَعْلَمُونَ | siz biliyor musunuz? |
|
13 | أَنَّ | gerçekten |
|
14 | صَالِحًا | Salih’in |
|
15 | مُرْسَلٌ | gönderildiğini |
|
16 | مِنْ | tarafından |
|
17 | رَبِّهِ | Rabbi |
|
18 | قَالُوا | dediler |
|
19 | إِنَّا | doğrusu biz |
|
20 | بِمَا |
|
|
21 | أُرْسِلَ | gönderilene |
|
22 | بِهِ | onunla |
|
23 | مُؤْمِنُونَ | inananlarız |
|
Kur’an’da yeri geldikçe eski toplumların, gurur ve kibre kapılarak hak dini kabul etmemekte direnip büyüklük taslayan zorbaları hakkında müstekbir; bunların zayıf ve âciz gördüğü, baskı altına alıp yönlendirmek istedikleri kitle hakkında da müsted‘af deyimleri kullanılır. İşte zorbalar kesimi, Sâlih’e inananlar arasındaki yoksul ve kimsesiz müminleri inançları dolayısıyla kınamış; onların inandığı şeyleri kendilerinin reddettiklerini açıkça bildirmişlerdir. Sonunda kibir ve inatları yüzünden basîreti bağlananlar, verdikleri sözü çiğneyerek deveyi kestiler. Bu, onların asla yola gelmeyeceklerinin açık bir ifadesiydi. Bu sebeple şiddetli bir depremle eski inkârcı kavimlerin âkıbetine mâruz kaldılar. Fahreddin erRâzî, 79. âyetteki sözleri, inkârcıların helâk olması üzerine Sâlih peygamberin üzüntüsünden dolayı söylemiş olabileceğini belirtir (XIV, 167).
Hz. Peygamber Tebük Gazvesi sırasında askerleriyle birlikte Semûd kalıntılarının bulunduğu Hicr’e gelmiş, askerler Semûd halkının içtiği kuyulardan su içmişler, ardından hamur yoğurup ekmek yapmışlar, yemek hazırlamışlar; fakat Resûlullah yemeği dökmelerini, ekmekleri develere yedirmelerini emretmiş, sonra onları konakladıkları yerden kaldırarak devenin su içtiği kuyunun başına götürmüş; önceki davranışının sebebini açıklarken de, “Onların yaşadığı felâketin sizin de başınıza gelmesinden kaygılandım” buyurmuştur (Müsned, II, 117). Başka bir rivayette Resûlullah’ın yine Hicr’de bulunduğu bir sırada Hicr halkının başına gelenlerden duyduğu üzüntüyü dile getiren ve yanındakileri, bu olaydan ibret alıp ders çıkarmaya teşvik eden sözler söylediği belirtilmektedir (Buhârî, “Megåzî”, 80; Müslim, “Zühd”, 38; Müsned, II, 58, 72).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 549-550
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحاً مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَلَأُ fail olup lafzen merfûdur.
الَّذ۪ينَ Cemi müzekker has ism-i mevsûlu, الْمَلَأُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اسْتَكْبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَوْمِه۪ٓ car mecruru اسْتَكْبَرُوا ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle قَالَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اسْتُضْعِفُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اسْتُضْعِفُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i cerinin iadesiyle bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ مِنْهُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْهُمْ car mecruru اٰمَنَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır.
Mekulü’l-kavli, اَتَعْلَمُونَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Hemze istifham harfidir. تَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. İsim cümlesinin manasını masdara çevirir ve tekid eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَعْلَمُونَ fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubtur. صَالِحاً kelimesi اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
مُرْسَلٌ ise اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّه۪ car mecruru مُرْسَلٌ ‘e müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
مُرْسَلٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اِنَّ ’nin ismi olarak gelen mütekellim zamiri نَا , mahallen mansubtur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte مُؤْمِنُونَ ‘ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُرْسِلَ بِه۪ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُرْسِلَ meçhul mazi mebni fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِه۪ car mecruru اُرْسِلَ fiiline müteallıktır.
مُؤْمِنُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُرْسِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحاً مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Bu cümle, Salih (as)’nin sözlerinin hikâye edilmesinden kaynaklanan gizli bir sualin cevabıdır.
Cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.
الْمَلَأُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl قَالَ , لِلَّذ۪ينَ ‘ye müteallıktır. Sılası اسْتُضْعِفُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Yine mecrur mahalde, قَالَ fiiline müteallık, müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası اٰمَنَ مِنْهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
İki farklı grubu temsil eden الَّذ۪ينَ ’ler arasında tam cinas ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları , مَنْ ve الَّذ۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mevsûllerde, müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli … اَتَعْلَمُونَ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ صَالِحاً مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ , faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, iki mef’ûle müteaddi olan اَتَعْلَمُونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
الْمَلَأُ ; göz dolduran kişiler, dalkavuklar demektir.
ُالْمَلَأُ eşraf ve yöneticiler demektir. Bunun, beraberinde kadınların olmadığı erkekler anlamında olduğu da söylenmiştir. (Ebüssuûd)
66. ayetle benzerliği sebebiyle iki ayet arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا [Güçsüz görülenlere] yani kâfir liderlerin zayıf düşürüp zelil kıldığı kimselere; لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ [yani aralarındaki iman edenlere…] Bu لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا ‘dan bedeldir. مِنْهُمْ ’daki zamir, ya kavme ya da “güçsüz görülenler”e râcidir. Bu iki ihtimal durumunda anlam farklılığı da çıkar. Zira kavme râci olursa, o zaman “iman edenler” “güçsüz görülenler”i izah etmekte; “güçsüz görülenler”in müminlerden ibaret olduğuna delalet etmektedir. Buna karşılık, zamir “güçsüz görülenler”e râci olursa, o zaman güçsüz görülme niteliği iman edenlere özgü olmayacak; gerek iman edenlerden gerekse kâfirlerden güçsüz görülen kimseler olduğu anlamına gelecektir. (Keşşâf)
الْمَلَأُ kelimesinin, “kalpleri heybetleri ile, korku ile dolduran kimseler” manasındadır. Buna göre ayetin manası, “mele”, yani kavmin ileri gelenleri, mustazaflara, yani, Salih (as)’e iman eden fakir kimselere şöyle dediler:” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Bil ki Allah Teâlâ, o kâfirleri, “kibirlenen ileri gelenler”; o müminleri de “zayıf düşürülenler” diye vasıflandırmıştır. Onların büyüklenmeleri, kınamayı gerektiren bir fiilden dolayıdır. Müminlerin mustazaf olmalarının manası ise, başkalarının onları zayıf görmesi ve küçümsemesi demektir. Halbuki bu, onlardan sadır olan bir fiil olmayıp, aksine başkalarından südur eden bir fiildir. Binaenaleyh bu, o müminler hakkında kınamayı ifade eden bir sıfat olamaz. Aksine bu kınama ve zemm, onları hakir görüp zayıf addeden kimselere aittir. (Fahreddin er-Râzî)
”Mücahid, utüvv kelimesinin, bâtıla iyice dalmak, içine girmek manasına geldiğini söylemiştir. (Fahreddin er-Razi)
Müminlerin, onların sualine uygun bir cevap vermemeleri, mesela: "- Evet!" yahut,
"- Salih'in Allah Teâlâ tarafından gönderildiğini biliyoruz." gibi bir cevap vermemeleri, - hakkı ortaya koymak, sürekli ve sabit olan imanlarını hemen açıklamak ve bunun açık bir gerçek olduğuna, dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Her iki vasfa sahip olan kişiler için de ism-i mevsûlun tercih edilmesinde sılada zikredilen şeylerin onların sözü olduğuna ima vardır. لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا sözündeki lâm; قَالَ fiilinin müteaddiliği içindir. Zayıf bırakılanların verdikleri cevabın isim cümlesi şeklinde olması imanın onlarda sabit olduğuna delalet eder. Böylece cevabı kendilerinin şüphede olmalarını isteyen kibirlilere bırakmadılar, aksine onların resullere iman etmediklerini ifade ettiler. Verdikleri haberi إنَّ ile tekid ederek kibirlilerin kendi imanlarından şüphe etme vehmini izale ettiler. Zayıf bırakılanların evet şeklinde cevap vermekle yetinmeyip sıla cümlesiyle cevap vermesi; sıla cümlesi dolayısıyla Salih (as)’ın getirdiği tevhid, ba’sin ispatı ve imanın onlarda yerleşmiş olması gibi manaların hepsinin isim cümlesinin ifade ettiği sübut ve devam manalarını taşıması ve beliğ bir icazla idmâc yapılmasıdır. (Âşûr)
قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Beyanî istînaf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mazi fiil sıygasındaki faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مُؤْمِنُونَ , مَٓا ‘ye müteallıktır. Sılası اُرْسِلَ بِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Ayette üslub-u hakîm sanatı vardır.
Bu üslup; muhataba beklediği şeyi, ya da sorduğu sorunun cevabını değil, daha önemli ya da gerekli olduğuna tenbih için beklemediği bir şeyi söylemek ya da cevabı vermek olarak tarif edilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu ayette Salih (as)’in inkârcılarının iman edenlere sordukları sorunun uygun cevabı; “evet biliyoruz” şeklindedir. Fakat onlar, kendileriyle istihza eden bu soru cümlesine onun Allah tarafından gönderilen bir elçi olduğunun zaten konuşulmaya bile gerek olmayan ve içinde şüphe barındırmayan bir mevzu oluğunu ima ederek, “doğrusu biz onunla gönderilene inanıyoruz” şeklinde cevap vermişler ve meselenin imanî yönüne vurgu yapmışlardır. (Hasan Uçar, Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اسْتَكْبَرُوا - اسْتُضْعِفُوا kelimeleri ve الْمَلَأُ - اسْتُضْعِفُوا arasında da tıbâk-ı hafî vardır.
قَالَ - قَالُٓوا , مُرْسَلٌ - اُرْسِلَ , اٰمَنَ - مُؤْمِنُونَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.