A'râf Sûresi 73. Ayet

وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...

Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Gerçekten size Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi. İşte size bir mucize olarak Allah’ın şu devesi.. Bırakın onu da Allah’ın mülkünde yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi elem dolu bir azap yakalar.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِلَىٰ ve
2 ثَمُودَ Semud(kavmin)e de
3 أَخَاهُمْ kardeşleri ا خ و
4 صَالِحًا Salih’i (gönderdik) ص ل ح
5 قَالَ dedi ki ق و ل
6 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
7 اعْبُدُوا kulluk edin ع ب د
8 اللَّهَ Allah’a
9 مَا yoktur
10 لَكُمْ sizin
11 مِنْ hiçbir
12 إِلَٰهٍ tanrınız ا ل ه
13 غَيْرُهُ O’ndan başka غ ي ر
14 قَدْ elbette
15 جَاءَتْكُمْ size geldi ج ي ا
16 بَيِّنَةٌ açık delil ب ي ن
17 مِنْ tarafından
18 رَبِّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
19 هَٰذِهِ işte şu
20 نَاقَةُ devesi ن و ق
21 اللَّهِ Allah’ın
22 لَكُمْ size
23 ايَةً bir mu’cizedir ا ي ي
24 فَذَرُوهَا bırakın onu و ذ ر
25 تَأْكُلْ yesin (içsin) ا ك ل
26 فِي
27 أَرْضِ arzından ا ر ض
28 اللَّهِ Allah’ın
29 وَلَا sakın
30 تَمَسُّوهَا ona dokundurmayın م س س
31 بِسُوءٍ bir kötülük س و ا
32 فَيَأْخُذَكُمْ yoksa sizi yakalar ا خ ذ
33 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
34 أَلِيمٌ acıklı ا ل م
 

Semûd, Hz. Sâlih’in peygamber olarak gönderildiği eski bir Arap toplumunun adıdır. Nûh’un oğlu Sâm’ın soyundan gelmiştir. Dedeleri Semûd’un adıyla anılır. Suriye ile Hicaz arasında bulunan Hicr’de yaşamışlardır. Kur’an’da Ashâbü’l-Hicr diye de anılırlar (Hicr 15/80). Arap kaynaklı olmayan bazı vesikalarda da bu isimde bir kavmin varlığından ve yaşadıkları bölgeden söz edilmektedir (bk. H. H. Brau, “Semûd”, İA, X, 474-475). Bunlar, Vâdilkurâ’da kayaları oyarak evler (Fecr 89/9), düz arazide de saraylar yapan bir Arap toplumu idi. Sâlih peygamberin şeceresi İslâm kaynaklarında Nûh oğlu Sâm oğlu İrem oğlu Âmir (Âbir) oğlu Semûd oğlu Hâzir oğlu Ubeyd oğlu Mâşih (Mâsih) oğlu Esif (Âsif) oğlu Ubeyd oğlu Sâlih şeklinde Hz. Nûh’a bağlanır. Kavminin helâk edilmesi üzerine Sâlih ve ona inanan topluluğun Mekke’ye göç ettikleri rivayet edilir. Sâlih’in davetinin özünü de Allah’a kulluk edip O’ndan başkasını tanrı tanımama ilkesi oluşturuyordu. Zamanla tevhid inancından sapmış olan Semûd kavmi, kendilerini yeniden hidayete kavuşturması için gönderilen Sâlih’i yalancılıkla suçlayarak aksini kanıtlaması için mûcize göstermesini istediler (bk. Şuarâ 26/154). Sâlih de “Size rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da size bir mûcize olarak Allah’ın şu devesidir” dedi. Kur’ân-ı Kerîm’de fazla bilgi bulunmayan bu mûcize hakkında tefsirlerde ayrıntılı bilgi veren uzun rivayetler kaydedilirse de (Taberî, VIII, 224-225; Râzî, XIV, 162) Kur’ân-ı Kerîm’e, sahih hadislere ve güvenilir vesikalara dayanmayan bu rivayetlerin doğruluğu şüphelidir. Hz. Sâlih, çok özel bir yaratık olduğu anlaşılan bu deveye ilişmemeleri, kötülük etmemeleri hususunda kavmini uyarmış; ayrıca Allah’ın kendilerine lutfettiği bazı nimetleri sıralayarak bunları hatırda tutmalarını ve ülkede karışıklık çıkarmamalarını, zihinleri bulandırmamalarını istemiştir. 

 

Kuran Yolu/Diyanet Tefsiri

 

وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِلٰى ثَمُودَ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri;  أرسلنا (Gönderdik) şeklindedir. 

اَخَاهُمْ  mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

صَـالِـحاً  kelimesi  اَخَاهُمْ ‘den bedel olup lafzen mansubtur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اعْبُدُوا اللّٰهَ ‘dır.  اعْبُدُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile masubtur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  اِلٰهٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaid olan  مِنْ  harf-i ceri  لَيْسَ ’ye benzeyen  مَا ‘dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak manası) ifade eder. Buradaki zaid olan  مِنْ  harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına  لَيْسَ ’ye benzeyen nefy  مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَيْرُهُ  kelimesi mübteda olan  اِلٰهٍ  kelimesinin sıfatıdır.   اِلٰهٍ  kelimesinin mahallen merfû oluşu dolayısıyla merfû olarak gelmiştir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ ) dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Burada sıfat müfred olan sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ 

 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَٓاءَتْكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بَيِّنَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ 

 

İşaret ismi  هٰذِهِ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَاقَةُ  haber olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَكُمْ  car mecruru  اٰيَةً ‘in mahzuf haline müteallıktır.  اٰيَةً  kelimesi  نَاقَةُ اللّٰهِ  ifadesinden hal olup fetha ile mansubtur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz , müstetir veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنتم أهلا للإيمان فذروها (Eğer iman ehli iseniz onları terk edin.) şeklindedir.

ذَرُوهَا  fiili ن ‘un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  

تَأْكُلْ  talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

ف۪ٓي اَرْضِ  car mecruru  تَأْكُلْ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَمَسُّوهَا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِسُٓوءٍ  car mecruru  تَمَسُّوهَا   fiiline müteallıktır.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada sebep fe (فَ)’ sinden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri;  لا يكن منكم مس بسوء فأخذكم  بعذاب (Sizden hiçbirinize zarar gelmesin, çünkü O sizi azapla yakalayacaktır.) şeklindedir.

يَأْخُذَكُمْ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عَذَابٌ  fail olup lafzen merfûdur.  اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ  ‘un sıfatıdır.


 

وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur  اِلٰى عَادٍ , takdiri  أرسلنا [gönderdik] olan fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَخَاهُمْ  [içlerinden biri] demektir. Nitekim “Araplardan biri” anlamında yâ eha’l-’arab

 يا اخَا العرب  derler. Onlardan birinin peygamber olarak seçilmiş olmasının sebebi, kendi içlerinden olan ve doğruluğunu, güvenilirliğini ve her halini gayet iyi bildikleri bir kimsenin söylediklerini daha iyi anlayacak olmalarıdır. (Keşşâf)


  قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.

Nidanın cevabı  اعْبُدُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قَالَ يَا قَوْمِ  ifadesinde atıf harfi hazfedilmiş, Nûh kıssasında denildiği gibi  فَقَالََ denilmemiştir. Bu, farazî olarak soru soran bir kimsenin “Peki, Hûd onlara ne dedi?” şeklinde sorduğu düşünülen bir soruya cevap şeklindedir. Bu yüzden cevap, bağlaçsız [dedi ki: ey kavmim! Sadece Allah’a kulluk edin] şeklinde verilmiştir. (Keşşâf)


مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. 

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مَا  nafiyedir.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Muahhar mübteda olan  اِلٰهٍ , zaid  مِنْ  sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.  اِلٰهٍ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre umum ifade eder.

اِلٰهٍ , غَيْرُهُۜ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

غَيْرُهُۜ  izafeti,  غَيْرُ  kelimesinin tahkiri içindir.

اِلٰهٍ - اللّٰهَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin ilk cümleleri, 65. ayetin üç cümlesinin tekrarıdır. Bu ayetler arasında ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri  Ahkaf/29)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

ما لَكم مِن إلَهٍ غَيْرُهُ  cümlesi Semud'un müşrik olduğuna işaret eder ki bu mana Hud Suresi ve diğer surelerde açıkça ifade edilmiştir. (Âşûr)


 قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ 

 

Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir.  قَدْ  ile tekid edilen mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  بَيِّنَةٌ  ’daki tenvin tazim ve nev ifade eder.

رَبِّكُمْۜ  izafeti, emre itaati teşvik amacıyla gelmiştir.

جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ  [size ayetler geldi] ifadesinde mecazî isnad ve tecessüm sanatı vardır.

قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ [Muhakkak size bir beyyine geldi] cümlesinde apaçık manasındaki sıfat olan [beyyine] kelimesi zikredilmiş, mevsuf olan ayetler hazfedilmiştir. Bu hazifler sebebiyle îcaz-ı hazif sanatı vardır.

البَيِّنَةُ  davanın doğruluğuna delildir. Ayetle eş anlamlıdır. (Âşûr)


هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Bu izafette ayrıca, lafza-i celâle muzâf olan  نَاقَةُ  şan ve şeref kazanmıştır.

Hal olan  اٰيَةً  dolayısıyla cümlede ıtnâb’ın tetmim şekli vardır. 

نَاقَةُ اللّٰهِ  ifadesindeki deve Allah’ın devesi olduğu için, sıradan bir deve değildir. Aynı şekilde  اَرْضِ اللّٰهِ  izafetinde de arz şeref kazanmıştır. Deve de arz da bizim değildir.


هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ “O deveyi, “Allah’ın dişi devesi” diye, Allah’a izafe etmenin hikmeti nedir?” denilirse, deriz ki: “Bu hususta da şu izah yapılmıştır: Denilmiştir ki, Cenab-ı Allah bunu, tıpkı “Beytullah” (Allah’ın evi) ifadesinde olduğu gibi, onu, şerefini ve yüce özelliğini göstermek için, kendisine izafe etmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr) 

اٰيَةً  kelimesi  هَذِهِ ناقَةُ اللَّهِ  sözündeki işaret isminden hal olarak gelmiştir. Çünkü işaret isminde fiil manası vardır. Tenbih harfiyle birlikte gelişi fiili benzeyişini arttırır. (Âşûr)


 فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ 

 

فَذَرُوهَا  cümlesine dahil olan  فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen veya sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Takdiri;  إن كنتم أهلا للإيمان فذروها (Eğer iman ehli iseniz … terk edin) olan şart cümlesi mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ  cümlesi, talebin cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasındadır.

اَرْضِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  اَرْضِ , şan ve şeref kazanmıştır.

اَرْضِ  kelimesinin ism-i celâle izafe edilmesine gelince, yeryüzünün Allah'a ait olduğu ve dişi devenin de O’nun yaratıklarından biri olarak yerin ve bitkilerinden yiyerek faydalanmaya hakkı olduğunu ifade etmektir. (Âşûr) 

Burada “arz”dan murad edilen izafetin gerektirdiği gibi arazi cinsidir. (Âşûr) 


وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

فَذَرُوهَا  cümlesine  وَ ’la atfedilen cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesine dahil olan  فَ  sebep bildiren masdar harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan, takdiri …  لا يكن منكم مس بسوء  (Sizden hiçbirinize zarar gelmesin...) olan, masdara matuftur. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar cümlesinde müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. 

اَل۪يمٌ  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede tetmim ıtnâbı vardır. 

عَذَابٌ - اَل۪يمٌ - بِسُٓوءٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ifadesindeki  اَل۪يمٌ  kelimesi ism-i fail kalıbındadır. İşârî olarak, verdiği azabın şiddetinden dolayı, azap verirken kendisi bile acımaktadır şeklinde düşünülebilir.

سُٓوءٍ  (kötülük) kelimesinin nekre olması azlık ve küçüklük ifade eder. Ona en ufak bir kötülükte bulunmayın demektir. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre, umuma işaret eder.

أخذَ  fiilinin azaba isnadı aklî mecaz ve tecessüm sanatıdır.