A'râf Sûresi 87. Ayet

وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ  ...

“Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilen gerçeğe inanmış, bir kısmı da inanmamışsa, artık Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 كَانَ ise ك و ن
3 طَائِفَةٌ bir kısmı ط و ف
4 مِنْكُمْ içinizden
5 امَنُوا inanmış ا م ن
6 بِالَّذِي kişiye
7 أُرْسِلْتُ benimle gönderilen ر س ل
8 بِهِ ona
9 وَطَائِفَةٌ ve bir kısmı da ط و ف
10 لَمْ
11 يُؤْمِنُوا inanmamış ise ا م ن
12 فَاصْبِرُوا sabredin ص ب ر
13 حَتَّىٰ kadar
14 يَحْكُمَ hükmedinceye ح ك م
15 اللَّهُ Allah
16 بَيْنَنَا aramızda ب ي ن
17 وَهُوَ ve O
18 خَيْرُ en iyisidir خ ي ر
19 الْحَاكِمِينَ hükmedenlerin ح ك م
 

Medyen, Mısır ile Filistin arasında, Sînâ yarımadasının kuzeyindeki bölgenin adıdır. Hz. Şuayb döneminde buralarda Araplar’ın Emur (Amoriler) koluna mensup kabileler oturuyordu.

 

 İslâmî kaynaklarda Medyen’le ilgili daha farklı bilgiler de verilmektedir. Bir görüşe göre Medyen’in, Hz. İbrâhim’in oğlunun ismi olduğu, zamanla onun soyundan gelenlerin de bu isimle anıldığı söylenir. Akabe körfezinin doğu kıyısındaki Maan yakınlarında bulunan eski bir şehir bu adı taşımaktaydı (bk. Yâkut, Mu‘cemü’l-büldân, Beyrut 1410/1990, V, 92-93; Fr. Buhl, “Medyen Şuayb”, İA, VII, 473-474; a.mlf., “Şu‘ayb”, İA, XI, 579-580). İbn Kesîr’e göre Medyen halkı “Eyke halkı” diye de anılırdı. Bunlar ağaçlara taptıkları için gür ağaçları ifade etmek üzere kullanılan Eyke ismiyle anılmışlardır (III, 443; VI, 168).

 Medyen halkı Şuayb aleyhisselâm döneminde Mısır krallarına bağlıydı. Araplar’la yakın ilişkileri neticesinde zamanla Araplaşmışlardır (İbn Âşûr, VIII, 239-240). Aynı soydan gelen Şuayb’ın şeceresi kaynaklarda İbrâhim oğlu Medyen oğlu Yeşcur oğlu Mîkâil oğlu Şuayb şeklinde verilir. Şeceresi hakkında farklı bilgiler de vardır (bk. Şevkânî, II, 256). Tevrat’ta ismi, Çıkış, 2/18’de Reuel; Çıkış, 3/1’de Midyan kâhini Yetro; Sayılar 10/18’de Reuel oğlu Hobab gibi farklı şekillerde verilmektedir. Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Mûsâ Mısır’dan çıktıktan sonra Medyen’e gelmiş, Hz. Şuayb ile tanışarak on yıl kadar onun işinde çalışmış; sonunda  

Şuayb Mûsâ’yı kızıyla evlendirmiştir. Şuayb da Nûh’un davetini tekrarlayarak Medyen halkını Allah’a kulluk etmeye ve O’ndan başka tanrı tanımamaya çağırmış; ayrıca onlara, âyette mahiyeti hakkında bilgi verilmeyen bir “beyyine” (mûcize veya belge) göstermiştir. 

Medyen’in, inkârcılıkları yanında, başta gelen toplumsal hastalıkları ticaret ahlâkının bozulması ve din hürriyetinin ortadan kalkmasıydı. Bu yüzden peygamberleri onları bundan menetti; ölçü ve tartıda adaletli olmaya; insanların haklarını nicelik veya nitelik olarak eksiltmeden, zarar vermeden ödemeye; ülkenin düzenini bozup halkın huzurunu kaçırmaktan, gerçeği arayan insanların yollarını keserek onları tehdit etmekten, Allah yolunda gitmelerini engellemekten ve içlerinde kuşku uyandırmaktan vazgeçmeye çağırdı. Bu son ifadelerden anlaşıldığına göre Medyen’in inkârcı insanları, Hz. Şuayb ile görüşüp onun mesajını öğrenmek üzere huzuruna gelmek isteyen insanların yollarını kesiyor, onları tehdit ediyor, içlerine kuşku salıyor, peygamberle görüşmelerini engelliyorlardı. 

Fahreddin er-Râzî’ye göre 85. âyetteki Allah’a ibadet buyruğu ile peygamberin getirdiği “beyyine”yi ifade eden kısım “Allah’ın emrine saygı” (et-ta‘zîm li-emrillâh) ilkesinin; ardından gelen üç buyruk da “Allah’ın yarattıklarına şefkat” (eş-şefkatü alâ halkıllâh) ilkesinin kapsamına girer (XIV, 174). Ölçü ve tartıda dürüstlük buyruğu müşterinin haklarını, “insanların mallarının değerini düşürmeyin” buyruğu da satıcının haklarını korumayı hedefler (İbn Âşûr, VIII/2, s. 243-244). Aynı âyetin sonunda, insanların bu buyruklara uymalarının bizâtihi kendi iyiliklerine olduğu da belirtilmek suretiyle gerek iman, gerekse ahlâk kurallarının insanların yine kendilerine dünya ve âhiret saadeti kazandıracağına işaret edilmiş; buna mukabil 86. âyetin sonunda da inkârcılık ve haksız davranışlarıyla din ve dünya düzenini bozanların uğradıkları kötü âkıbet hatırlatılmıştır. 87. âyette ise Şuayb’ın davetine inananlardan da inanmayanlardan da bir süre sabredip beklemeleri istenmekte; hüküm verenlerin en iyisi olan yüce Allah’ın, mutlak adaletiyle kimin haklı olduğunu ortaya çıkaracağı bildirilmektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 554-556

 

وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

طَٓائِفَةٌ  kelimesi  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.

مِنْكُمْ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.

اٰمَنُوا  fiili  كَانَ ‘nin  haberi olarak mahallen mansubtur.  اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

الَّذ۪ٓي  müfret müzekker has ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اُرْسِلْتُ بِه۪ ‘dir. îrabtan mahalli yoktur.

اُرْسِلْتُ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  اُرْسِلْتُ  fiiline müteallıktır.  طَٓائِفَةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la birinci  طَٓائِفَةٌ ‘e matuftur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُؤْمِنُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


  فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ 

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اصْبِرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.   يَحْكُمَ  fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

حَتّٰى  sabır için gayeyi yani son noktayı ifade eder. (Âşûr)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  اصْبِرُوا  fiiline müteallıktır.  يَحْكُمَ  mansub muzari fiildir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  بَيْنَ  mekân zarfı,  يَحْكُمَ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ  haberdir.  الْحَاكِم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْحَاكِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  حكم  fiilinin ism-i failidir.

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfret müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfret müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنْ  şart harfi, burada her zaman olduğu gibi şartın vukuunda şek ifade etmez. Aksine asıl şart manasında gelmiştir. Çünkü asıl şart edatlarındandır. Bu harf mana olarak doğru olduğunda, şart fiilinin vuku bulma ihtimalinin kuvvetli olduğu durumlarda kullanılan  إذا  manasında kullanılır. Bu durumda şart fiilinin vuku bulma ihtimalinin azlığına delalet etmez. Burada olduğu gibi mazide gerçekleşmiş bir olay hakkında kullanıldığında nasıl şart fiilinin vuku bulma ihtimalinin azlığına delalet edebilir ki? (Âşûr)

Mazi fiil sıygasına gelen … اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي  cümlesi  كَانَ nin haberidir. Mazi fiil hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  اٰمَنُوا , بِالَّـذ۪ٓي ‘ya müteallıktır. Sılası  اُرْسِلْتُ بِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Menfi muzari fiil sıygasında gelen  لَمْ يُؤْمِنُوا  cümlesi,  اٰمَنُوا  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, atıf sebebi tezattır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ  , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ  cümlesine dahil olan  حَتّٰى , cümleyi gizli bir  أن ’le gaye bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde  فَاصْبِرُوا  fiiline müteallıktır. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

يَحْكُمَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Resule iman edin demek yerine, “benim gönderdiğime iman edin” buyurulması kinayedir. Onun Allah tarafından gönderilmiş olması önemlidir. Bu öneme vurgu yapmak için böyle gelmiş, onun şerefini ve değerini yükseltmiştir.

طَٓائِفَةٌ  , inanan ve inanmayan olarak ayrılmıştır. Bu taksim sanatıdır.

كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا  cümlesiyle  وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

طَٓائِفَةٌ  kelimesinin tekrarında, يَحْكُمَ - الْحَاكِم۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

اٰمَنُوا - لَمْ يُؤْمِنُوا  arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

Eğer sizin içinizden bir fırka, benimle gönderilen şeriatlere ve hükümlere iman eder de, diğer bir fırka da iman etmezse, artık Allah Teâlâ, batıl ehline karşı hak sahiplerini muzaffer kılıncaya kadar bekleyin. Şu halde bu ayet-i kerime, müminler için zafer vaadi, kâfirler için ise ceza tehdididir. (Ebüssuûd)


وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ

 

Cümle, Allah’ı övme sebebiyle tezyîldir. Çünkü O’nun hükmü mahza adalettir, hiçbir kasdî veya hataen zulüm taşımaz. Onun dışındaki hakimler hem hata yapabilir hem de zulmedebilir. (Âşûr)

وَ  haliyyedir. Beyanî istînâf olmasına da cevaz verilen son cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsned az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak, sübut ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ  [Allah aramızda hakemlik edinceye kadar] yani iki grup arasında hakemlik edip hak ehlini batıl ehline karşı muzaffer ve galip kılıncaya kadar  فَاصْبِرُوا  [sabredin] sabırla bekleyin. Bu ifade kâfirleri Allah’ın mutlaka cezalandıracağına dair bir tehdit olup [Öyleyse, bekleyin bakalım; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemedeyiz!] (Tevbe 9/52) ayeti gibidir. Ayrıca, müminlere yönelik bir öğüt, onları sabretmeye, müşriklerden gördükleri eziyetlere tahammül etmeye, Allah aralarında hükmedip müşrikleri cezalandırıncaya kadar beklemeye teşvik anlamında da olabilir. Yine ayetin her iki gruba hitap etmiş olması, yani “Allah aralarında hükmedip güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayırıncaya kadar müminler kâfirlerin eziyetlerine sabretsinler; kâfirler de müminlerin iman etmiş olmalarından duydukları rahatsızlığa dayansınlar” anlamında olması da mümkündür. وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ [Hâkimlerin en hayırlısı O’dur] çünkü O’nun hükmü hak ve âdildir; herhangi bir haksızlık içermesinden endişe edilmez. (Keşşâf)