قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dediler ki |
|
2 | الْمَلَأُ | ileri gelenler |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | اسْتَكْبَرُوا | büyüklük taslayan |
|
5 | مِنْ | -nden |
|
6 | قَوْمِهِ | kavmi- |
|
7 | لَنُخْرِجَنَّكَ | mutlaka seni çıkarırız |
|
8 | يَا شُعَيْبُ | Şu’ayb |
|
9 | وَالَّذِينَ | ve kimseleri |
|
10 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
11 | مَعَكَ | seninle beraber |
|
12 | مِنْ | -den |
|
13 | قَرْيَتِنَا | kentimiz- |
|
14 | أَوْ | ya da |
|
15 | لَتَعُودُنَّ | dönersiniz |
|
16 | فِي |
|
|
17 | مِلَّتِنَا | dinimize |
|
18 | قَالَ | dedi ki |
|
19 | أَوَلَوْ | bile mi? |
|
20 | كُنَّا | biz |
|
21 | كَارِهِينَ | istemezsek |
|
Millet kelimesi “din” anlamına gelir. Müşrikler Şuayb ve ona inananları, kendi dinlerine dönmemeleri halinde ülkelerinden süreceklerini kesin bir dille açıklayarak tehdit ettiler. Hz. Şuayb’ın “Biz istemesek de mi?” şeklindeki ifadesi, hiç kimsenin inancını değiştirmeye zorlanamayacağını, inancında ısrar ettiği için yurdundan da sürülemeyeceğini göstermesi bakımından özellikle ilgi çekicidir.
İnkârcı zorbaların “… dinimize döneceksiniz!” şeklindeki tehditkâr sözleriyle Hz. Şuayb’ın, “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek…” şeklindeki ifadesi, ilk bakışta Şuayb’ın daha önce onların dinine bağlı olduğu gibi bir kanaat doğuruyorsa da; bütün müfessirler âyetten böyle anlamın çıkarılmaması gerektiğini ısrarla vurgulamışlardır. Zira İslâm inancına göre peygamberlerin hepsi,peygamber olmadan önce de şirk ve küfürden korunmuşlardı. Buna göre Şuayb, kendi adına değil, ihtida etmiş olan arkadaşları adına böyle konuşmuş olabilir. Söz konusu ifadeler yukarıdaki temel inanç çerçevesinde, daha başka şekillerde de açıklanmıştır (bk. Zemahşerî, II, 129-130; Râzî, XIV, 177; Şevkânî, II, 257). 89. âyetin son cümleleri, zorbalıklarını insanların vicdanları üzerinde baskı kurmaya kadar götüren zalimler karşısında iyilerin Allah’a güven ve bağlılıklarını, sebatkâr ve yürekli tavırlarını sergilemesi bakımından anlamlı ve yol gösterici ifadelerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 556-557
ملّ Melle: Millet مِلَّة kelimesinin köküyle ilgili farklı görüşler mevcuttur. Biz önce her zamanki gibi Müfredat müellifi Râgıb El İsfahani’nin görüşüne yer verdik. Bunun ardından da Ebu Hilal El Askeri’nin fikirlerinden alıntı yaptık. (Hazırlayanın notu) Millet sözcüğü din sözcüğü gibidir. Aralarındaki fark ise millet kavramının sadece peygambere isnad edilebildiğidir. مِلَّة kelimesi aslen أمْلَلَ الكِتابَ yazıyı imlâ etti/yazdırdı ifadesinden gelmektedir. Yine مَلَّ fiilinin bir kullanımı da مَلَّ خُبْزَهُ- ekmeğini pişirdi- şeklindedir. مَلِيلٌ ateşe bırakılmış şey, مَلِيلَةٌ ise insanın içinde hissettiği hararettir. Orta harfinin kesra şeklinde okunduğu مَلِلْتُ ise usandı/bıktı manasına gelir. (Müfredat) Dîn ve Millet Arasındaki Fark: Millet, şeriatin bütününe, din ise şeriat mensuplarının her birinin sahip oldukları şeye verilen bir isimdir. Millet Allah’ı ikrar eden şeriatlerin ismidir, din ise bünyesinde bir şeriat barındırmasa bile insanların görüşlerine dayanan ve Allah’a yaklaştırdığına itikad edilen bir şeydir; şirk ehlinin dini gibi… Her millet bir dindir ancak her din bir millet değildir. Yahudilik bir millettir; çünkü bünyesinde bir takım şeriatler bulundurmaktadır. Oysa şirk bir millet değildir. Allah indinde din kuşkusuz İslam’dır. اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ Âl-i İmran, 3/19
Din kelimesi mutlak (kayıtlanmamış) olarak kullanıldığında karşılığında sevap olan genel tâat anlamına gelir. Mukayyed (kayıtlanmış) olarak getirilmesi durumunda ise anlamı değişir.
Arapçada millet kelimesinin aslı mell dir. Mell ise kurdun bir şeye atlayıp saldırmasıdır. Milletin böyle isimlendirilmesi ehlinin o millette sürekli olması sebebiyledir. Denilmiştir ki; millet kelimesinin aslı tekrardır. Bu mana tekrar tekrar gidilip gelinerek çiğnenen yol için söylenen ’tarîkun melîlun (işlek yol ) ifadesinden alınmıştır. Aynı şekilde melel kelimesinin bir şeyin nefse bıkkınlık verecek kadar çok tekrar etmesi; millet kelimesinin de felaketler karşısında birbirini koruyan topluluğun davranış biçimi olduğu söylenmiştir. Din kelimesinin aslı ise tâattir. Kök anlamının âdet sözcüğü olması da caizdir. Daha sonra insan bünyesinin âdet edinip sürekli hale getirdiği için tâat hakkında din denilmiş olabilir. (Furuku-l Lugavî)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri millet, milliyet, (beyne-l) milel, melül ve melildir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَلَأُ fail olup lafzen merfûdur.
الَّذ۪ينَ Cemi müzekker has ism-i mevsûlu, الْمَلَأُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اسْتَكْبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَوْمِه۪ٓ car mecruru اسْتَكْبَرُوا ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, mukadder kasem ve cevabıdır.
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. نُخْرِجَنَّكَ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
يَا nida harfidir. شُعَيْبُ münadadır.
Nida cümlesi tehdit için gelmiş muterize bir cümledir.
Nidanın cevabı ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا ‘dır.
اسْتَكْبَرُٓوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl , نُخْرِجَنَّكَ ‘deki muhatap zamirine matuf olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَرْيَتِنَٓا car mecruru نُخْرِجَنَّكَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. تَعُودُنَّ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Mahzuf ن ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
ف۪ي مِلَّتِنَا car mecruru تَعُودُنَّ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli hazfedilmiştir. Takdiri; أنعود فيها (Oraya geri döner miyiz?) şeklindedir.
Hemze istifham harfidir. وَ haliyyedir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nin ismi نَا mütekellim zamiridir.
كَارِه۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nin haberi olup nasb alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
كَارِه۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كره fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ
Müstenefe olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.
الْمَلَأُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli kasem üslubunda gelmiştir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَ ve نَّ ‘la tekid edilen لَنُخْرِجَنَّكَ şeklindeki cevap cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Nida üslubunda talebî inşâî isnad olan يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Melenin, iman etmiş kişileri ism-i mevsulle belirtmeleri, onları tahkir edip küçük gördüklerine işaret eder.
Muhayyerlik bildiren اَوْ atıf harfiyle gelen لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ cümlesi, ayetteki mahzuf ikinci kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. لَ ve نَّ ‘la tekid edilmiştir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Tekid nunu, çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu harf ( َّنَّ ) fiilin üç defa tekidini sağlar. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
Mele’, doldurmak demektir. Bu kelime cemaat ismi olup tekili yoktur. Ayette geçen İsrailoğullarının melesi; göz dolduranları, önde gelenleri demektir. Bunlar korku salarak gözleri ve ziynet olarak da meclisleri doldururlar veya evleri arzu edilen nimetlerle doludur.
Dilimizde kullandığımız imla kelimesinin Mele’e (ملأ) kökünden olduğu görüşü de vardır. Dolu manasına gelen kelimenin, harekeli, yani sesli harfleri bildiren noktaları doldurulmuş yazı sözcüğünün if’al vezni masdarı olması muhtemeldir.
Burada ülkeden çıkarma fiilinin önce Şuayb (as)’a, sonra ona inananlara isnad edilmesi asıl hedefin Şuayb (as) olduğuna dikkat çekmek içindir.
Ayetin sonundaki soru ya hakiki sorudur ya da inkâr içindir. (Ebüssuûd)
Burada da Şuayb (as) aslında kendisini oradan çıkarmak isteyen kavimden olmamasına rağmen ona لَتَعُودُنَّ şeklinde hitap edilmiştir. Bunda da tağlîb vardır. Yani Şuayb (as) kendisine iman eden müminlerle beraber o kavimdenmiş gibi kabul edilerek, kendilerine dönmesi istenmiştir. 89. ayet de bunun gibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Şuayb'ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, onun öğütlerini dinledikten sonra karşı gelmekle kalmadılar ve azgınlıkta o derece ileri gittiler ki, Şuayb ile ona uyan mü'minlerden kendi bâtıl dinlerine uymalarını istediler. Aksi takdirde kendilerini cezalandıracaklarını söylemek suretiyle onlari icbara cür'et ve bu beyanlarını yeminle teyid ettiler.
Bu kelâmda, ülkeden çıkarma fiilinin önce Şuayb'a ve ikinci olarak atıf yoluyla mü'minlere nisbet edilmesi, çıkarma işinde asıl hedeflerinin Şuayb olduğuna, dikkat çekmek içindir.
Onlar, Şuayb'a iki seçenek tanımakla beraber asıl maksatları Şuayb ile mü'minlerin, kendi dinlerine dönmeleridir. Yurtlarındandan çıkarmanın zikredilmesi ise, sırf onları dinlerine dönmeye icbar içindir. Bu: "Siz, bizim dinimize dönmezseniz, sizi aramızda barındırmayız" demektir.
Önceleri kendi dinlerinde olanlar, Şuayb'a iman etmiş olanlardir. Şuayb ise, hiçbir zaman onların bâtıl dininde olmamıştır. Böyle iken Şuayb hakkında da dinlerine dönme ifâdesinin kullanılması, cemaati, (kendisine iman eden mü'minleri) ferde galip kılmak kabilindendir. (Ebüssuûd)
قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli
mahzuftur. Takdiri; أنعود فيها (Oraya geri döner miyiz?) şeklindedir.
Hem şart hem istifham manası taşıyan cümle inşâî isnaddır. Hemze inkârî ve taaccüp manasındadır.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp inkâr, taaccüp ve tevbih amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümle mukadder fiilin zamirinden haldir.
لَوۡ ‘in cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hz Şuayb bu soruyu, -onların bâtıl sözlerini red - ve yalan yeminlerini tekzib için söylemiştir. Başka bir deyişle buradaki istifham inkâr içindir. Fakat bu istifham gerçek de olabilir.
Burada istememekten maksat, mü'minlerin, ülkelerinden sürülme tehdidine maruz kaldıktan sonraki haldir. Nitekim bu sürgün hali o kadar zor bir olaydır ki,
"Eğer Biz gerçekten onlara, "Kendinizi öldürün!", yahut "Yurtlarınızdan çıkın!" diye emretmiş olsaydık, onlardan pek azı müstesna bunu yapmazlardı." ayetinde görüldüğü gibi öldürülme ile beraber zikredilmiştir. Çünkü o kâfirler, mü'minlerin sürgün tehdidi karşısında bâtıla dönmemelerini uzak görüyor ve sürgün korkusuyla dönmeyi tercih edeceklerini umuyorlardı.(Ebüssuûd)