قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَدِ | muhakkak |
|
2 | افْتَرَيْنَا | atmış oluruz |
|
3 | عَلَى | üzerine |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | كَذِبًا | yalan |
|
6 | إِنْ | eğer |
|
7 | عُدْنَا | tekrar ona dönersek |
|
8 | فِي |
|
|
9 | مِلَّتِكُمْ | sizin dininize |
|
10 | بَعْدَ | sonra |
|
11 | إِذْ | ne zaman ki |
|
12 | نَجَّانَا | bizi kurtardı |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | مِنْهَا | ondan |
|
15 | وَمَا | değildir |
|
16 | يَكُونُ | mümkün |
|
17 | لَنَا | bizim için |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | نَعُودَ | dönmemiz |
|
20 | فِيهَا | ona |
|
21 | إِلَّا | dışında |
|
22 | أَنْ |
|
|
23 | يَشَاءَ | dilemesi |
|
24 | اللَّهُ | Allah |
|
25 | رَبُّنَا | Rabbimiz |
|
26 | وَسِعَ | kuşatmıştır |
|
27 | رَبُّنَا | Rabbimiz |
|
28 | كُلَّ | her |
|
29 | شَيْءٍ | şeyi |
|
30 | عِلْمًا | bilgice |
|
31 | عَلَى |
|
|
32 | اللَّهِ | Allah’a |
|
33 | تَوَكَّلْنَا | dayanmışız |
|
34 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
35 | افْتَحْ | aç(ığa çıkar) |
|
36 | بَيْنَنَا | aramızı |
|
37 | وَبَيْنَ | ve arasını |
|
38 | قَوْمِنَا | kavmimizin |
|
39 | بِالْحَقِّ | gerçekle |
|
40 | وَأَنْتَ | muhakkak ki sen |
|
41 | خَيْرُ | en iyisisin |
|
42 | الْفَاتِحِينَ | aç(ığa çıkar)anlanın |
|
Millet kelimesi “din” anlamına gelir. Müşrikler Şuayb ve ona inananları, kendi dinlerine dönmemeleri halinde ülkelerinden süreceklerini kesin bir dille açıklayarak tehdit ettiler. Hz. Şuayb’ın “Biz istemesek de mi?” şeklindeki ifadesi, hiç kimsenin inancını değiştirmeye zorlanamayacağını, inancında ısrar ettiği için yurdundan da sürülemeyeceğini göstermesi bakımından özellikle ilgi çekicidir.
İnkârcı zorbaların “… dinimize döneceksiniz!” şeklindeki tehditkâr sözleriyle Hz. Şuayb’ın, “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek…” şeklindeki ifadesi, ilk bakışta Şuayb’ın daha önce onların dinine bağlı olduğu gibi bir kanaat doğuruyorsa da; bütün müfessirler âyetten böyle anlamın çıkarılmaması gerektiğini ısrarla vurgulamışlardır. Zira İslâm inancına göre peygamberlerin hepsi,peygamber olmadan önce de şirk ve küfürden korunmuşlardı. Buna göre Şuayb, kendi adına değil, ihtida etmiş olan arkadaşları adına böyle konuşmuş olabilir. Söz konusu ifadeler yukarıdaki temel inanç çerçevesinde, daha başka şekillerde de açıklanmıştır (bk. Zemahşerî, II, 129-130; Râzî, XIV, 177; Şevkânî, II, 257). 89. âyetin son cümleleri, zorbalıklarını insanların vicdanları üzerinde baskı kurmaya kadar götüren zalimler karşısında iyilerin Allah’a güven ve bağlılıklarını, sebatkâr ve yürekli tavırlarını sergilemesi bakımından anlamlı ve yol gösterici ifadelerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 556-557
Riyazus Salihin, 376 Nolu Hadis
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar:
Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesden fazla sevmek.
Sevdiğini Allah için sevmek.
Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”
Buhârî, Îmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67.Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 10
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ
قَدِ tahkik harfidir. افْتَرَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتَرَيْنَا fiiline müteallıktır. كَذِباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. عُدْنَا şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي مِلَّتِكُمْ car mecruru عُدْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعْدَ zaman zarfı, عُدْنَا fiiline müteallıktır. اِذْ zaman zarfı, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَجّٰينَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَجّٰينَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مِنْهَا car mecruru نَجّٰينَا fiiline müteallıktır.
افْتَرَيْنَا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
نَجّٰينَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكُونُ tam muzari fiil olup ينبغي (Gerekir.) manasındadır. لَـنَٓا car mecruru يَكُونُ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَكُونُ ‘un faili olarak mahallen merfûdur.
نَعُودَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. ف۪يهَٓا car mecruru mahzuf hale müteallıktır. اِلَّٓا istisna harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, munkatı’ istisna olarak mahallen mansubtur.
يَشَٓاءَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. رَبُّنَا kelimesi lafza-i celâlinin sıfatıdır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:
1. Muttasıl istisna
2. Munkatı’ istisna
3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ
Fiil cümlesidir. وَسِعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عِلْماً temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler.
عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ
عَلَى اللّٰهِ car mecruru تَوَكَّلْنَا fiiline müteallıktır. تَوَكَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ , muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nidanın cevabı افْتَحْ بَيْنَنَا ‘dir. افْتَحْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir.
بَيْنَ mekân zarfı, افْتَحْ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَ mekân zarfı atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. قَوْمِنَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْحَقِّ car mecruru افْتَحْ fiiline müteallıktır.
وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ haber olup lafzen merfûdur.
الْفَاتِح۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْفَاتِح۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan فتح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً
İstînâfiyye olan ayetin ilk cümlesi tahkik harfiyle tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
افْتَرَيْنَا - كَذِباً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi …عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ , müspet mazi sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla beraber cümle إن عدنا فقد افترينا [Eğer dönersek muhakkak ki iftira ederiz.] takdirindedir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sıygasında gelerek sübut ve temekkün ifade eden نَجّٰينَا اللّٰهُ cümlesi zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
ف۪ي مِلَّتِكُمْ ibaresinddeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla مِلَّتِ içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü مِلَّتِ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
اَنْجَيْنَاهُ fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tef’îl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’ân Kelimelerinin Sırlı Dünyası, S. 113)
وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ
وَ ’la gelen cümle, قَدِ افْتَرَيْنَا cümlesine matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede يَكُونُ , tam fiildir.
Masdar harfi اَنْ ‘i takip eden … نَعُودَ ف۪يهَٓا cümlesi, masdar teviliyle يَكُونُ fiilinin failidir.
Ayetteki ikinci اَنْ ve akabindeki muzari fiil sıygasındaki يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, müstesna konumundadır.
Genel olarak شَٓاء fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah lafzının zamir değil de açık isim olarak gelmesi yalvarış ve yakarışlarını mübalağalı olarak ifade eder.
Hiçbir halde bizim sizin o bâtıl dininize dönmemiz söz konusu olamaz; ancak Allahü teâlâ'nın bizim o dine dönmemizi dilemesi müstesna. Ve Allahü teâlâ'nın bunu dilemesi de mümkün değildir. Nitekim bundan sonra gelen "Rabbena — Rabbimiz" ifâdesi de bu gerçeği bildirir. Çünkü Allahü teâlâ'nın onların Rabbi (terbiye edicisi) olduğunun belirtilmesi, onların haktan bâtıla dönmelerini dilemesinin imkânsızlığını ortaya koyar. Keza, daha önce geçen,
"Allah bizi ondan kurtardıktan sonra..." ifadesi de, bu hakikati bildirir. Çünkü Allahü teâlâ'nın, o mü'minleri bâtıldan kurtarması, onların tekrar o dine dönmelerini dilemeyeceğinin kesin delillerinden biridir.
Diğer bir görüşe göre bu, ancak Allahü teâlâ'nın bizim perişanlığımızı dilemesi hariç, demektir.
Bir görüşe göre de bu ayet-i kerime, küfrün de Allahü teâlâ'nın dilemesi olduğuna delildir.
Mezkûr görüşlerden hangisi olursa olsun, bundan maksat, Allahü teâlâ'nın dilemesine bağlı olarak, Şuayb ile etrafındaki mü'minlerin, küfre dönmelerinin imkân dahilinde olduğu ve gerçekleşme tehlikesi bulunduğu demek değildir. Aksine, bunun gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu beyan etmektir. Yani, bunun açık anlamı şudur:
"Bizim sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir; ancak Rabbimiz Allahü teâlâ'nın dilemesi müstesna ki O'nun bunu dilemesi zaten mümkün değildir."
Zikredilen bütün bu deliller, Allahü teâlâ'nın bunu dilemeyeceğini gösterir. (Ebüssuûd)
وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ
Ta’lil manasında istînâf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَسِعَ lafzı, her şeyi kuşatma manasına mecaz olarak gelmiştir. (Âşûr)
رَبُّنَا izafeti, veciz ifadenin yanında mütekellimin Allah Teâlâ’ya yakın olma ve rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret eder.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
عِلْماًۜ temyiz olarak mansubtur.
Temyiz, kapalı bir ifadenin arkasından onu açıklayan bir ifade getirmek suretiyle yapılan ıtnâbtır. Temyizli ifadeler düz anlatıma göre daha beliğdir. Çünkü bunda kapalıyı açma özelliği yanında kaplam ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır. (İsmail Durmuş, TDV. Itnâb md.)
Allahü teâlâ'nın ezelî ve ebedî, sınırsız ilmi,
- Olmuş ve olacak her şeyi,
- Kullarının bütün hallerini, azim, irade ve niyetlerini,
- Her kula layık olan şeyin ne olduğunu kuşatmıştır.
Bu itibarla O, bizi küfürden kurtardıktan sonra tekrar bizim küfre dönmemizi dilemesi imkânsızdır. Üstelik biz, sadece O'na sarılmışız.
İşte, " Biz Allah'a tevekkül ettik." cümlesi de, bunu ifade eder. Yani, bizi, üzerinde bulunduğumuz iman üzere bizi sabit kılması, bizi şirkten tamamen kurtarmak suretiyle bize olan nimetini tamamlaması hususunda sadece Allahü teâlâ'ya tevekkül etmiş bulunuyoruz. (Ebüssuûd)
عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ , amili olan تَوَكَّلْنَاۜ ‘ya takdim edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ ibaresinde عَلَى اللّٰهِ ibaresinin takdimi ihtisas ifade eder. Yani; ‘’O’ndan başkasına tevekkül etmeyiz’’, demektir.
Hazret-i Şuayb (as) sözünü şu iki şey ile bitirmiştir:
a) Allah'a tevekkül etmek. O "Biz ancak Allah'a güvenip dayandık" demiştir. Bu tabir "hasr" manası ifade eder, yani, "Biz, başkasına değil sadece ve sadece O'na güvenip dayandık" demektir. Sanki o, bu makamda bütün sebepleri bir kenara bırakıp, sebeplerin müsebbibi olan Allah'a yükselmiştir.
b) Dua... O şöyle demiştir: "Ey Rabbimiz, sen bizimle kavmimiz arasında hak olana hükmet" (Fahreddin er-Râzî)
رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mütekellimin münadaya yakın olma isteği sebebiyle hazfedilmiştir.
Nidanın cevabı olan افْتَحْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda olduğu halde dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Allah’ın rububiyet sıfatının tecellisini isteyerek yapılan bu duada رَبَّنَٓا izafetiyle muzâfun ileyh şeref kazanmıştır.
افْتَحْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin fasılası, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak, sübut ifade eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayeti kerimede 3 kere Allah ismi, 3 kere de رَبُّنَاۜ geçmiştir. Bu kelimelerde reddü'l-acüz ale's-sadr vardır. Bu tekrar, manaları zihinde yerleştirir. Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, C. 1, S. 234)
افْتَحْ - الْفَاتِح۪ينَ ve عُدْنَا - نَعُودَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَيْنَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu cümleler, Şuayb'ın (as), kâfirlerin, azgınlık ve inatta son derece aşırı gittiklerini anladıktan sonra onlara hitab etmekten vazgeçtiğini ve Allahü teâlâ'ya yöneldiğini, kendisi ile onlar arasında, her fırkanın haline uygun olan şeyle hükmetmesi için duâ ettiğini belirtir. Yani,
- bizim ile kavmimiz arasında hakkaniyetle hükmeyle;
-yahut bizin dâvamızın ne olduğunu ortaya çıkar ki, bizimle onlar arasındaki fark iyice anlaşılmış ve hak üzere olanla bâtıl üzere olan birbirinden ayrılmış olsun.
Her iki manaya göre de son cümle, makablinin muhtevası için açıklayıcı bir zeyl mahiyetindedir. (Ebüssuûd)