وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | kimin |
|
2 | خَفَّتْ | hafif gelirse |
|
3 | مَوَازِينُهُ | tartıları |
|
4 | فَأُولَٰئِكَ | işte onlar da |
|
5 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
6 | خَسِرُوا | ziyana sokan(lardır) |
|
7 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerini |
|
8 | بِمَا | ötürü |
|
9 | كَانُوا |
|
|
10 | بِايَاتِنَا | ayetlerimize |
|
11 | يَظْلِمُونَ | haksızlık etmelerinden |
|
Adaletin tahakkuku bakımından sorgulamanın maksadı cezalandırma veya ödüllendirme olup bu da amellerin nicelik ve niteliğine göre değişir. Bu nicelik ve niteliğin tesbiti de bir ölçüyü, tartıyı gerektirir.
Âyette bu ölçü-tartı vezin kelimesiyle ifade buyurulmuştur. “O gün ölçü-tartı haktır” ifadesindeki hak kelimesi “adalet” veya “eşitlik” mânasına kullanılmıştır (İbn Âşûr, VIII/2, s. 30). Buna göre âhiret mahkemesinde ameller adaletli bir şekilde değerlendirilecek, karşılık verilirken asla haksızlık edilmeyecektir; yahut herkesin yaptıklarının karşılığı denk bir şekilde ödenecek; iyiliklerin karşılığı fazlasıyla verilecek (bilgi için bk. En‘âm 6/160), kötülüklerin karşılığı ise denk cezalar şeklinde olacaktır.
Şu kadar var ki tövbe, şefaat vb. sebeplerle yahut sırf Allah’ın rahmetinin bir nişanesi olarak müminlerin bazı günahlarının affedilmesi ya da bazı sevaplarının arttırılması mümkün olacaktır. Zira bunda adalete aykırı bir durum yoktur. Her hâlükârda “tartıları ağır gelenler” yani iyilikleri daha çok olanlar kurtuluşa erecektir.
Bazı müfessirlere göre burada tartılacağı bildirilen şeyler, somutlaştırılarak tartılabilir nesneler haline getirilecek olan ameller; bazılarına göre de “amel defterleri”dir.
Yine buradaki tartı ve ölçünün hakiki anlamda terazi ile tartma anlamına geldiği veya bunun bir mecaz olduğu şeklinde değişik yorumlar vardır. Bu ölçü ve tartının nasıl ve ne ile olacağını Allah bilir. Biz insanlar için önemli olan, kendi niyet ve irademizin sonuçları durumundaki inanç, düşünce, duygu, söz ve davranışlarımızın Allah tarafından tesbit edildiği, bilindiği, vakti gelince de tek tek sayılarak önümüze konacağı, bunlardan sorguya çekileceğimiz ve tamamen adaletli bir yargılanma neticesinde bu amellerimizin nicelik ve niteliğine göre ya mükâfat veya ceza şeklinde bir sonuçla karşılaşacağımızdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 503
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. خَفَّتْ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. تْ te’nis alametidir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
مَوَاز۪ينُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَسِرُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
خَسِرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte خَسِرُٓوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
بِمَا كَانُوا sözündeki بِ harf-i ceri sebebiyyedir. (Âşûr)
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru يَظْلِمُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظْلِمُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَظْلِمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdurوَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ
فَ atıftır. Ayet önceki ayetteki şart cümlesine tezat sebebiyle atfedilmiştir. Şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Şart cümlesi خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelmiş olan cevap cümlesi ise, isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası …خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenleri tahkir kastına matuftur.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması bilinen kişileri tahkir kastının yanında kasr ifade eder.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ cümlesi, isim cümlesi formunda gelerek sübuta işaret etmiştir. Masdar-ı müevvelin müteallakı خَسِرُٓوا fiilidir. Cümlede كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlara olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, mübteda olan şart ismi مَنْ ’in haberidir.
فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesi, şartın cevabıdır. Cevap isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta فَ ’si gelmiştir.
Cevap cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilenleri tahkir ifade etmiştir.
اَنْفُسَهُمْ kelimesinde tecrîd sanatı vardır.
Car-mecrur, بِاٰيَاتِنَا amili olan يَظْلِمُونَ’ye önemine binaen takdim edilmiştir. (Âşûr)
بِاٰيَاتِنَٓا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
خَفَّتْ - مَوَاز۪ينُهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ ayeti ile önceki ayetteki فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ arasında mukabele sanatı vardır.
Önceki ayette geçen ثَقُلَتْ ile buradaki خَفَّتْ kelimeleri arasında tıbak-ı îcab vardır.
Nefislerini ziyana sokanlar ibaresinde istiare vardır.
خَسِرانَ, örfen satılık eşyanın fiyatındaki düşüklüktür. İnsana değil mala özgüdür. Buradan tartılardan ve tartıların ağır ve hafif oluşu zikredildikten sonra buna uyumlu olsun diye arkadan da hüsran kelimesi zikredilmiştir. Allah Teâlâ bu kişilerin nefislerini sahip oldukları eşyalar konumuna koymuştur. Çünkü onlar mallarına malik olmakla nitelendikleri gibi nefislerine malik olmakla da nitelenirler. Burada nefislerine zarar verdikleri ifade edilmiştir. Cehennem azabıyla cezalandırılmaları zorunlu olmuş, böylece bizzat kendileri telef olmuş eşya hükmünde olmuştur. (Şerîf er-Radî)