A'râf Sûresi 97. Ayet

اَفَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً وَهُمْ نَٓائِمُونَۜ  ...

Memleketlerin halkları geceleyin uyurken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَأَمِنَ emin midirler? ا م ن
2 أَهْلُ halkı ا ه ل
3 الْقُرَىٰ (o) ülkelerin ق ر ي
4 أَنْ
5 يَأْتِيَهُمْ kendilerine gelmeyeceğinden ا ت ي
6 بَأْسُنَا azabımızın ب ا س
7 بَيَاتًا geceleyin ب ي ت
8 وَهُمْ ve onlar
9 نَائِمُونَ uyurlarken ن و م
 

Müfessirler genellikle ehlü’l-kurâ ifadesini “geçmiş milletler” diye anlamışlarsa da; bunun, başta Mekkeliler olmak üzere bütün yerleşim birimlerinin insanlarını kapsadığını düşünmek Kur’ân-ı Kerîm’in maksadına daha uygun düşer (Elmalılı, III, 2220). Hatta göçebe insanları da bunun içinde düşünmek gerekir. Böylece söz konusu âyetler bütün insanlar için bir uyarı anlamı taşımaktadır. Buna göre Allah, inkârcıyı ve isyankârı vaktini haber vererek cezalandırmaz. Nitekim sözlükte “hile, tuzak” anlamına gelen mekr kelimesi, Allah’a nisbet edildiğinde “O’nun günahkârlara mühlet vermesi ve onları farkında olmadan, beklenmedik bir anda cezalandırması” veya bu şekilde “ansızın gelen ceza” mânasında kullanılır. Yukarıdaki âyetlerde bu şekilde cezaya uğrayıp yok olan, yurtları harabeye dönen, tarihe karışan eski toplumlardan birkaç örnek verildi. Bu durum karşısında, fıtratlarındaki akıl, fikir ve ibret alma yeteneklerini kullanmayıp hüsranı hak eden, kendilerine kötülük eden inkârcılar, sadece onlar, böyle bir ceza kaygısı ve beklentisi içinde olmadan, temelsiz bir güvenlik duygusuyla her türlü kötülüğü rahatlıkla işlerler. Bu âyetlerde açıkça belirtilmemekle birlikte, ifadenin gelişinden anlaşıldığına göre, müminler ise, inkârcıların aksine, yüce Allah’ın rahmeti gibi azabının da hak olduğuna inandıkları için, daima O’nun gazabına ve azabına uğrama endişesi içinde yaşarlar. Kur’ân-ı Kerîm’deki takvâ, havf, haşyet, rehbet, hazer gibi kelimelerle dile getirilen bu endişe, sarsılmaz imanın ruhlarda meydana getirdiği olumlu, yapıcı, insanı her türlü kötülüklerden alıkoyup iyilikler yapmaya sevkeden kaygı ve korku şeklindeki yüksek dinî ve ahlâkî duyguyu ifade eder. İyi mümin ve iyi insan gibi iyi ümmet ve iyi toplum da ancak bu yüce duygunun vicdanlara hâkim olmasıyla gerçekleşir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 561

 

اَفَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً وَهُمْ نَٓائِمُونَۜ

 

Hemze inkâri istifham,  فَ  atıf harfidir.  اَمِنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

اَهْلُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْقُرٰٓى  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  من  harf-i ceriyle birlikte  اَمِنَ  fiiline müteallıktır.

يَأْتِيَهُمْ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بَأْسُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَيَاتا  zaman zarfı  يَأْتِيَهُمْ  fiiline müteallıktır.

وَهُمْ نَٓائِمُونَ  cümlesi  يَأْتِيَهُمْ ‘deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubtur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Har-fi cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal  (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.

نَٓائِمُونَ  haber olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

نَٓائِمُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan نوم  fiilinin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَفَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً وَهُمْ نَٓائِمُونَۜ

 

فَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bu istifham, vâki olmuş bir şeyin inkârı ve çirkin sayılması manasındadır. (Ebüssuûd)

Masdar harfi  اَنْ  ve müteakip  يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً  cümlesi, masdar tevilinde olup takdir edilen  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  اَمِنَ ’ye müteallıktır. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بَأْسُنَا  izafeti, azamet zamirine muzâf olan  بَأْسُ ’nin şanı içindir.

يَأْتِيَهُمْ  fiilindeki mef’ûl zamirden hal olan  وَهُمْ نَٓائِمُونَۜ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Önceki ayetteki  اَهْلُ الْقُرٰٓى  ifadesinin bu ayette tekrarında reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. İnkârcıya daha fazla açıklamak için bu tekrar yapılmıştır.