وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاًۜ
Önceki âyetler, ilâhî mesajı alarak onu kendi mânevî dünyasına yansıtması ve insanlara tebliğ etmesi için Hz. Peygamber’i psikolojik yönden hazırlamaya yönelikti. Bu âyetler ise mânevî hazırlıkla birlikte tebliğin nasıl yapılması ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini öğretmektedir. Bunlar, daima Allah’ı anarak O’ndan yardım istemek, samimi kalp ile O’na yönelmek, O’nun gücüne dayanmak ve koruyuculuğuna güvenmek; inkârcıların kendisi hakkında söyledikleri “sihirbaz, kâhin, şair, mecnun” gibi yakışıksız sözlere, iftiralara aldırmamak, bunlara sabırla göğüs germek ve böyle durumlarda bu tür sözleri söyleyenlerle gereksiz ve verimsiz bir tartışma ve çatışma ortamına girmektense onlardan uzaklaşmaktır (krş. En‘âm 6/68). Mekke döneminin ilk zamanlarında inkârcıların, Resûlullah’a ve yeni müslüman olan az sayıdaki insana karşı tutumları daha çok sözlü sataşma şeklindeydi. Âyette Hz. Peygamber’in gittikçe şiddetlenecek olan bu olumsuz davranışlar karşısında takınacağı tavır belirlenmektedir. Buna göre Resûl-i Ekrem’in gerek üstün ahlâkı gerekse tebliğ görevi onun kötülüğe kötülükle karşılık vermesini engelleyecek; dolayısıyla o, –korktuğu, âciz olduğu için değil– görevi gerektirdiği için düşmanlarının haksız sözlerine, sataşmalarına katlanmayı bilecektir. Onun, bu tür saldırganlardan “uygun bir şekilde uzaklaşması” da fiziksel anlamda uzaklaşmaktan çok, onlarla tartışma ve çatışmaya girişmekten, karşılık vermekten kaçınmak şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim hicrete kadar Hz. Peygamber’in tutumu da burada belirtildiği şekilde olmuştur.
Betele بتل :
Yüce Allah (c.c.) Müzzemmil,73/8 ayetinde وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا buyurmuştur. Yani ibadette ve niyeti halis kılmada, kendini O'na öyle ada, öyle hasret ki sadece ve sadece O'na mahsus olsun.
تَبَتُّلٌ sözcüğünün evlenmeyi terk etmek manası da vardır. Onun için Hz. Meryem'e erkeklerle bağını kesmiş bakire anlamında الْعَذْراءُ الْبَتُولُ Betül Azra denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de biri fiil biri isim formunda olmak üzere 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli Betül'dür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اذْكُرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اسْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَبَتَّلْ atıf harfi وَ ‘la اذْكُرِ ‘a matuftur.
تَبَتَّلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اِلَيْهِ car mecruru تَبَتَّلْ fiiline mütealliktir. تَبْت۪يلاًۜ masdardan naib mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَبَتَّلْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بتل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاًۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اسْمَ mef’ûldur.
Veciz ifade kastına matuf اسْمَ رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olmasıyla Hz.Peygamber, yine Rabb ismine muzâf olmasıyla اسْمَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاً cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اذْكُرِ fiiline müteallik olan car mecrur اِلَيْهِ , ihtimam için, mef’ûlü mutlaktan naib mef’ûlun olan تَبْت۪يلاًۜ ‘e takdim edilmiştir.
تَبْت۪يلاًۜ - تَبَتَّلَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatarı vardır.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ [Rabbinin ismini zikret! ] Gecende, gündüzünde onu zikre devam et ve bu konuda hırslı ol! Allah’ı zikir; Peygamber’in (sav) gece ve gündüzünün uzun saatlerini verdiği tesbih, tehlil, tekbir, temcid, tevhid, namaz, Kur’an tilaveti, ilim öğrenme gibi her türlü güzel zikri içine alır. (Keşşâf)
Tesbih (sübhanallah), tehlil (la ilahe illallah), tahmid (elhamdulillah), namaz, Kur’an kıraati ve ilim tedrisatı vecihlerinden herhangi biriyle gece gündüz Rabbini anmaya devam et ve bütün himmet ve azminle O'nu tefekküre yönel. (Ebüssuûd)
Zikire gelince, bil ki Allah Teâlâ burada, "Rabbinin adını zikret" buyurmuş, bir başka ayette de, ["Rabbini içinden, yalvararak ve korkarak (fakat) yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an.’’] (Araf, 205) buyurmuştur. Çünkü işin başında bir müddet dil ile mutlaka o ismi zikretmek gerekir. Daha sonra o isim zail olur, geride müsemma kalır. Binâenaleyh işte ilk derece burada, ["Rabbinin adını an"] ayetiyle; ikincisi de, diğer sûredeki, "Rabbini içinden ... an" (Araf, 105) ayetiyle anlatılmıştır. Sen Rabbinin rubûbiyyetini mütalaa ettiğin makamda, ancak Rabbinin zikriyle meşgul olmuş olursun. O'nun rubûbiyeti ise, seni çeşitli şekillerde eğitmesi ve sana ihsanda (iyiliklerde) bulunması demektir. Bu makamda bulunduğun müddetçe, kalbin o'nun nimet ve ihsanlarını mütalaa etmek (düşünmek)le meşgul olur. Dolayısıyla da kalbin bizzat O'nunla içiçe olmaz, O'nda müstağrak olmaz. Bu durumda git gide yükseliş artar. Böylece de artık O'nun ulûhiyyetini zikreder hale gelirsin ki işte bu makama, Hak Teâlâ, ["Babalarınızı (atalarınızı) anışınız gibi, hatta ondan daha ileri bir derecede Allah'ı zikredin, anın"] (Bakara, 200) ayetiyle işaret etmiştir.(Fahreddin er-Râzî)
تَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاً [Ve her şeyinle O’na yönel!] Şayet “Neden تَبَتُّولاً yerine تَبْت۪يلاً denilmiş? dersen şöyle derim: Çünkü تَبَتَّلَ fiili, بَتَّلَ نفسه (kendini başka şeylerden kesti, ayırdı) anlamındadır. Fasıla uyumuna riayet için, تَبَتُّولاً ile aynı manada تَبْت۪يلاً getirilmiştir. (Keşşâf)
Tebettülün asıl manası, (ilgi ve alakayı) kesip (bir yere) yönelmek"dir. Nitekim ibadette, her şeyden alakayı kesip, sadece Allah'a yöneldiği için Hazret-i Meryem'e بَتُول /betül denilmiştir. Yine veren kimsenin malından kesilip alındığı için sadakaya "صَدَقَةٌ بَتْلَةٌ" denir. Leys, "تَبْت۪يل , bir şeyi bir şeyden ayırma, بَتُول ‘ün ise, erkeklere arzu duymayan, onlardan sıkılıp geri duran manasına geldiğini söylemiştir.
Zeyd b. Eşlem de, تَبَتُّول dünyayı içindeki her şey ile birlikte bırakıp, Allah'ın katında olan şeyi arama, onu elde etmeye çalışma manasına geldiğini söylemiştir.
Bil ki bu ayetin manası, bu zahir ehlinin dedikleri manaların üstündedir. Çünkü "O'na tebettül et" ayeti, "O'na yönel" demektir. Binaenaleyh ahiretin peşinde koşan kimse, Allah'a yönelmiş sayılmaz. Aksine ahirete yönelmiş olur. Allah'a ibadet etmekte meşgul olan, Allah'a değil, ibadete yönelmiş olur.(Fahreddin er-Râzî)
Tebtîlde olmayan incelik tebettülde vardır. Normalde burada, ya وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبَتَّلًا ya da, بَتِّلْ نَفْسَكَ اِلَيْهِ تَبْتٖيلًا denilmesi gerekirdi. Fakat Cenab-ı Hak böyle buyurmamış ve ayetteki ince ifadeyi tercih etmiştir. Bundaki incelik şudur: Bizzat maksûd olan tebettül (Allah'a yöneliş)dir. Tebtîle (yöneltme) gelince, bu bir tasarruftur. Tasarrufla meşgul olan ise Allah'a yönelmiş olmaz. Çünkü başkasıyla meşgul olan, "مُنْقَطِعٌ إلي لَلَّه" (başka her şeyden kesilmiş Allah'a yönelmiş) olamaz. Fakat tebettülün olabilmesi için, önce bir tebtîl lazımdır. Nitekim Hak Teâlâ, ["Bizim için cihat edenleri Biz yollarımıza sevk ederiz"] (Ankebût, 69) buyurmuş ve tebettülün her şeyden önce bizzat kastedilen bir şey, tebtîlin ise mutlaka gerekli bir şey olan, fakat bizzat kastedilen değil, bilvasıta (vasıta olarak) kastedilen bir şey olduğuna işaret etmek için, tebettülü ilk olarak, tebtîli ikinci olarak zikretmiştir. Bil ki O'na yöneliş (tebettül), ancak muhabbetin (sevginin) oluşmasından sonra elde edilir. (Fahreddin er-Râzî)