اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّا | elbette biz |
|
2 | أَنْذَرْنَاكُمْ | siz uyardık |
|
3 | عَذَابًا | bir azab ile |
|
4 | قَرِيبًا | yakın |
|
5 | يَوْمَ | o gün |
|
6 | يَنْظُرُ | bakar |
|
7 | الْمَرْءُ | kişi |
|
8 | مَا | işlere |
|
9 | قَدَّمَتْ | öne sürdüğü |
|
10 | يَدَاهُ | ellerinin |
|
11 | وَيَقُولُ | ve der |
|
12 | الْكَافِرُ | kafir |
|
13 | يَا لَيْتَنِي | keşke |
|
14 | كُنْتُ | ben olsaydım |
|
15 | تُرَابًا | toprak |
|
Âhiret gününün gerçek olduğu tekrar vurgulanmış; ancak insanların, Allah’a giden yolu seçip seçmeme hususunda serbest bırakıldıkları hatırlatılmıştır. 40. âyette insanların uyarıldığı bildirilen “yakın azap”tan maksat uhrevî cezadır. “Gelecek olan her şey yakındır” anlayışına göre bu cezaya da “yakın azap” denilmiştir. Ayrıca her bir insan bakımından kıyametin uzaklığının sadece onun ömrü kadar olduğu söylenebilir; çünkü ölümüyle birlikte kendisi için dünya hayatı ve bu hayata bağlı zaman ölçüsü de bitmiştir. Nitekim bazı hadislerde insanın kabre girmesiyle birlikte ruhunun da hayattaki ameline göre bir tür ödüllendirilme veya cezalandırılma sürecine gireceği bildirilmektedir. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 26; Buhârî, Cenâiz, 89) Nihayet dünyadaki zaman kavramının sadece yaşayanlar için bir anlam taşıdığı gerçeği dikkate alınırsa kabre girişle kıyametin kopması arasındaki “berzah” denilen dönemin “zaman” dışı veya farklı bir zaman boyutu olduğunu, dolayısıyla kabre giren için artık âhiretin uzakta olmadığını kabul etmek gerekir. Bu gerçekler ışığında baktığımızda âhiretin uzaklarda olduğu kanaati beşerin bir yanılgısından başka bir şey değildir. Bu sebeple sûrenin bu son âyetinde yüce rabbimiz, 37 ve 38. âyetlerde geçen rahmân isminin bir tecellisi olarak, kullarına rahmet sıfatıyla hitap etmekte; “yakın bir azap” konusunda onları vaktinde uyarmaktadır. Uyarının anlamı şudur: Sakın âhiretten kuşku duymayın! O bir gerçektir. Yönünüzü rabbinize dönmeniz, O’na doğru giden bir yol tutmanız için muhtaç olduğunuz fırsat ve özgürlüğünüz vardır. Uyarıldığınız azabı uzakta zannedip çok kısa ve çok değerli olan hayatınızı boş yere tüketmeyin; hayat kısa, şu halde âhiret ve hesap yakındır. O gün, baktığınızda karşınızda göreceğiniz şey, bu dünyadayken oraya gönderdikleriniz, yani kendi imanınız ve amelinizdir. O gün, inançsızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri dehşetli bir gün olacaktır.
اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّٓا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنْذَرْنَاكُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَنْذَرْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَذَاباً ikinci mef’ûlUn bih olup fetha ile mansubdur. قَر۪يباً kelimesi عَذَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْذَرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً
يَوْمَ zaman zarfı عَذَاباً ‘e mütealliktir. يَنْظُرُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَنْظُرُ damme ile merfû muzari fiildir. الْمَرْءُ fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. يَدَاهُ zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. Aynı zamanda muzâftır. Müsenna نْ ‘u izafetten dolayı mahzuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقُولُ atıf harfi وَ ‘la يَنْظُرُ ‘ya matuftur. يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. الْـكَافِرُ fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli يَا لَيْتَن۪ي ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا tenbih edatıdır. لَيْتَ temenni harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref yapar. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي harfi لَيْتَ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur.
كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi لَيْتَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabıdır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُ mütekellim zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تُرَاباً kelimesi كان ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّٓ ‘nin haberi olan اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir/1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنْذَرْنَاكُمْ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
عَذَاباً ’deki nekrelik, tasavvuru mümkün olmayan evsafta olduğunun işaretidir.
Mef’ûl olan عَذَاباً için sıfat olan قَر۪يباً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Azabın yakınlığı, gerçekleşeceği manasında mecaz olarak kullanılmıştır. Yoksa örfen uzaktır. (Âşûr)
Bu yakın azap, ahiret azabıdır. Onun yakın olması, kesin olarak gerçekleşeceği içindir. Veya dünya azabıdır. Çünkü iki azabın (dünyevî ve uhrevî azapların) en yakını budur. (Ebüssuûd)
عَذَاباً ’e müteallik olan يَوْمَ zaman zarfı, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ cümlesine muzaftır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَنْظُرُ fiilinin mef’ûlu olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan قَدَّمَتْ يَدَاهُ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada يَنْظُرُ ‘nun kullanımı umumiyet (ıtlakiyet) alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
الْمَرْءُ ‘ün marifeliği istiğrak ifade eden cins çindir. (Âşûr)
وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً cümlesi … يَنْظُرُ الْمَرْءُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً cümlesine dahil olan nida harfi tenbih manasındadır. لَيْتَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, talebî inşâî isnaddır. لَيْتَ nevasıhtandır. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref yapar. Temenni harfidir. Hasıl olması arzu edilen, sevilen ama bunun imkansız ya da çok zor olduğu durumlarda kullanılır.
مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ cümlesi ya ellerin tüm iş aletleri manasında mecazı mürseldir. Ya da temsil yoluyla muhtelif işler yapan âmil, kendi elleriyle bir zanaat yapan birine benzetilmiştir. (Âşûr)
لَيْتَ ‘nin haberi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. تُرَاباً , nakıs fiil كَانَ ’nin haberidir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)
الْـكَافِرُ kelimesi ile, zamir zikredilmesi gereken yerde zahir isim zikredilerek ıtnâb yapılmıştır.
Ayet hüsn-i intihâ sanatının en güzel örneklerindendir.
Gerçekten biz sizi yakın bir azapla uyardık, yani ahiret azabı ile. Yakınlığı muhakkak olmasındandır, çünkü her gelecek yakındır, bir de bunun başlangıcı ölümdür. O günde kişi iki elinin önceden yaptığına bakar, Önceden işlediği hayır veya şerri görür. Kişi lafzı geneldir, kâfir olduğu da söylenmiştir. Çünkü [gerçekten biz sizi uyardık] (Nebe'/40) buyurmuştur. O zaman kâfir lafzı daha çok kınamak için zamir yerine zahir olarak konulmuş olur. مَا edatı da mevsûledir, يَنْظُرُ ile mansubdur ya da istifhamiyyedir. قَدَّمَتْ ile mansubdur yani elinin neyi öne sürdüğüne bakar, demektir. Kâfir: Ah keşke toprak olsaydım, der dünyada yaratılmasaydım da mükellef olmasaydım yahut bugün toprak olsaydım da dirilmeseydim, der. (Beyzâvî)
" يَا لَيْتَن۪ي , keşke ben... ”ünleminde ünlenen gizlidir ve ”Yâ kavm, ey kavmim" demektir. Sırf pişmanlık ve uyarılanı belirtmeye yönelik olmaksızın tenbih için olması da caiz olur. (Rûhu’l Beyân)
Surenin, konunun sonuna işaret eden bu son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir. Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin 38 ve 40.ayetleri hariç, kısa seci üslubunda gelen bütün ayetlerindeki fasıla harfleri ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.