Enfâl Sûresi 1. Ayet

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  ...

(Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَسْأَلُونَكَ sana sorarlar س ا ل
2 عَنِ -den
3 الْأَنْفَالِ ganimetler- ن ف ل
4 قُلِ de ki ق و ل
5 الْأَنْفَالُ ganimetler ن ف ل
6 لِلَّهِ Allah’ındır
7 وَالرَّسُولِ ve Elçi(si)nindir ر س ل
8 فَاتَّقُوا korkun و ق ي
9 اللَّهَ Allah’tan
10 وَأَصْلِحُوا ve düzeltin ص ل ح
11 ذَاتَ hali
12 بَيْنِكُمْ aranızdaki ب ي ن
13 وَأَطِيعُوا ita’at edin ط و ع
14 اللَّهَ Allah’a
15 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
16 إِنْ eğer
17 كُنْتُمْ siz (gerçekten) iseniz ك و ن
18 مُؤْمِنِينَ inananlar ا م ن
 

“Ganimetler” diye çevrilen enfâl kelimesi, lugat mânası “fazlalık, fazladan” demek olan nefelin çoğuludur. Düşmandan elde edilen maddî değerler için fıkıhta üç terim kullanılmaktadır: Nefel, ganimet, fey. Savaşarak elde edilene ganimet, savaşmadan ele geçirilene fey denilmektedir. Nefel ise hem ganimet mânasında hem de ganimetin belli bir parçasını ifade etmek için kullanılmıştır. Açıklamakta olduğumuz âyette enfâl, ganimet mânasını ifade etmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in gerekli gördüğü hallerde bazı kimselere ganimetten bir şeyler verdiğini (tenfîl) bildiren hadislerde (Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 44) kelime dört mânada kullanılmıştır: a) Bir düşman askerini öldüren kimseye verilen “maktulün üzerinden çıkan zatî eşyası” (seleb). Bunda tahmîs uygulanmaz; yani beşte biri hazine için alınmazdı. b) Savaşa girip ganimet elde etmiş bulunan bir kıtaya, tahmîsten sonra ödül olarak verilen pay. c) Ganimetin beşte birinden verilen ödüller, yapılan yardımlar. d) Ganimetin bütününden çobanlık, istihbarat, kılavuzluk gibi hizmetleri üstlenen kimselere verilen pay (Ebû Ubeyd, s. 430). 

 Bedir Savaşı’nda ele geçirilen ganimetlerin kimlere ait olacağı ve nasıl paylaştırılacağı konusunda, bazı sahâbîler arasında tereddüt ve tartışma ortaya çıkınca Allah Teâlâ ganimetin nasıl paylaştırılacağını belirlemeden önce, bu tavrın ahlâkî sakıncasına işaret buyurmuş ve eğitmeye yönelik telkinlerde bulunmayı murat etmiş; savaşta ve barışta müminlerin asıl hedef ve vazifelerinin neler olduğunu, nelere öncelik vermeleri gerektiğini açıklamıştır. Buna göre her şey gibi ganimet de Allah’ındır. O’nun resulü vahyi tebliğ etme ve dini öğretme yanında örnek gösterme ve uygulama vazifesi ile de yükümlü kılınmıştır. Tam mânasıyla mülk olarak Allah’a ait bulunan ganimetin kullarına nasıl paylaştırılacağını açıklama ve bunu uygulama vazifesi de Resûlullah’a aittir. Müminler ganimet için savaşmamalı, ganimete göz dikmemeli, bir şey verilirse almalı, verilmezse hak iddia etmemelidir. Mülkiyeti Allah’a, kullanım ve dağıtım şekillerindeki tasarruf hakkı da Resûlullah’a ait bulunan bir madde üzerinde tartışan, bu arada birilerinin öfkelenmesine ve incinmesine sebep olanlara düşen vazife ise hemen gönül almak, ilişkileri yeniden normal çizgiye getirmek ve güzelleştirmektir. “Ganimetin Allah’a ve resulüne ait olması” böyle anlaşılınca ileride gelecek olan ve ganimetlerin beşe bölüneceğini, beşte birinin Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara ait olduğunu ifade eden âyetin bunu neshettiğini, hükmü değiştirdiğini söylemenin anlamı kalmamaktadır. Bu âyet konunun ahlâkî boyutunu, meseleye bir kul gibi yaklaşmanın örneğini vermekte, 41. âyet ise Allah’ın kendine ait olanı nasıl dağıtmayı murat ettiğini açıklamaktadır. Bazı tefsir ve fıkıh âlimlerine göre bu âyet, ganimet ile ilgili hüküm ve uygulamanın ilk aşamasını açıklamaktadır. Hz. Peygamber Bedir Savaşı’nda alınan ganimetlere bu âyetin hükmünü uygulamış, tamamı kendisine bırakılmış bulunan ganimetin beşte birini (tahmîs) ayırmadan hepsini gazilere dağıtmıştır. Sonra ganimetin beşte birini ayırmasını, geri kalanı savaşa katılanlara dağıtmasını bildiren 41. âyet gelmiş ve bu âyetin hükmünü değiştirmiştir (Ebû Ubeyd, s. 426). Burada neshi kabul etmeyen fakih ve müfessirlere göre iki âyeti, yukarıda açıklandığı şekilde anlayıp birleştirmek, birlikte uygulamak mümkündür, nesih söz konusu değildir, ayrıca Hz. Peygamber’in Bedir Savaşı’nda tahmîsi uygulamadığı yönündeki rivayet de sağlam bir rivayet zincirinden yoksundur (İbn Kesîr, III, 549-550).

 

Kuran Yolu/ Diyanet

 

Sa’d Bin Ebi Vakkas’dan şöyle rivayet edilir: Bedir günü kardeşim Umeyr şehid oldu. Ben de ona bedel Said Bin Âs’ı öldürdüm ve kılıcını aldım. Kılıcı Hz. Peygambere götürdüm, hibe olarak bana verilmesini istedim. Şöyle buyurdu: “Bu ne benim ne de senin. Ganimet malları içine onu at.” Ben de attım. Kardeşimin öldürülmesi ve ganimet olarak aldığımın benden alınması sebebiyle ancak Allahın bildiği duygular yaşadım. Çok az bir zaman geçmişti ki, Enfal sûresi nazil oldu. Rasûlullah bana şöyle dedi: “Benden kılıcı istemiştin, o zaman kılıç benim değildi. Ama şimdi benim oldu. Git ve onu al.”

(Ebu Dâvud , Cihad 144-145; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I , 80)

 

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ

 

Fiil cümlesidir.  يَسْـَٔلُونَكَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَنِ الْاَنْفَالِ  car mecruru يَسْـَٔلُونَكَ  fiiline müteallıktır.


قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli, الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ ‘dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

الْاَنْفَالُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru  mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

الرَّسُولِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. 


فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن آمنتم بهذا فاتّقوا الله (Eğer buna iman ettiyseniz Allah’a karşı gelmekten sakının.) şeklindedir.

اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اَصْلِحُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ذَاتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بَيْنِكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اتَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 


 وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَط۪يعُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  رَسُولَهُٓ  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن كنتم مؤمنين فاتّقوا الله وأصلحوا (Eğer iman ettiyseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin.) şeklindedir.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَط۪يعُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
 

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ

 

İbtidaîyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu cümlede îcaz-ı hazif vardır. Tak­diri; عن حكم الْاَنْفَالِ (Enfalin hükmü hakkında) şeklindedir.  

Ganimetlere “enfal” denilmiştir. Çünkü Müslümanlar, ganimetler hususunda, kendilerine ganimet almak helal kılınmamış olan diğer ümmetlere üstün kılınmışlardır. Nafile namaz da asıl olan farz namazlara ilave namazlar olduğu için “nafile” adını almışlardır. (Fahreddin er-Râzî)

سأل ; ‘sordu, istedi’ demektir.  سـَٔل عَنِ  ise, ‘bir şey hakkında sordu’ demektir. Bir fiilin farklı harf-i cerlerle farklı anlamları olmasına tazmin denir.

Resulüm, sana enfalden, ganimetlerden soruyorlar, enfali soruyorlar buyurulmayıp “enfalden soruyorlar” buyurulması gösterir ki asıl enfali soruyorlar veya ganimeti istiyorlar demek olmayıp enfalin durumunu, onunla ilgili hükmünü soruyorlar demek olduğuna işarettir ve bu cihet zaten verilen cevap ile açıklık kazanacaktır. Sonra bunun Araf Suresinin son ayetlerine ilgisi bakımından da kulluğa yönelik yani hakkıyla kulluk edebilme arzusundan doğan bir soru olduğundan da gaflet edilmemek gerekir. (Elmalılı)


قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلۡ  fiilinin mekulü’l-kavli mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Car mecrur  لِلّٰهِ ’nin müteallakı olan haber mahzuftur.

لِلّٰهِ - الرَّسُولِۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ  sözlerinde muhataptan gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.

الْاَنْفَالُ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الْاَنْفَالُ  kelimesi; ihsan, lütuf, fazlalık manasındaki  نفل  kelimesinin çoğuludur. 

Enfal’in Allah ve Resulüne ait olma konusu 41.ayette detaylandırılacaktır. 

 

 فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ

 

فَ  rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır.  فَاتَّقُوا اللّٰهَ  cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Takdiri,  إن آمنتم بهذا  (Eğer buna iman ettiyseniz) şeklindeki mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ  cümlesi cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. 

Yine aynı üslupta gelen  وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ  cümlesi cevap cümlesine matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayette, takva ile itaat arasında ıslah emrinin zikri, bu makama göre ıslaha çok önem verildiğini ve bunun da itaat emrine dahil olduğunu göstermek içindir.

“Eğer gerçek müminler iseniz” ifadesi, muhatapların, emirleri acele uygulamaları için büyük bir teşvik anlamı ifade eder.

İmandan murad, kâmil imandır. Yani kâmil mümin iseniz... Çünkü kâmil iman, üç haslet üzerinde durur: Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat etmek, günahlardan sakınmak ve insanların arasını adalet ve ihsan ile düzeltmek. (Ebüssuûd)


اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.

Takdiri, إن كنتم مؤمنين فاتّقوا الله وأصلحوا (Eğer iman ettiyseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatı örneğidir.

Berâat-i istihlâl: Kelama, kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur.