كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَدَأْبِ | tıpkı gidişi gibidir |
|
2 | الِ | ailesi |
|
3 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِهِمْ | onlardan öncekilerin |
|
7 | كَفَرُوا | (onlar da) inkar etmişlerdi |
|
8 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | فَأَخَذَهُمُ | onları yakalamıştı |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | بِذُنُوبِهِمْ | günahlarıyla |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | قَوِيٌّ | güçlüdür |
|
16 | شَدِيدُ | çetindir |
|
17 | الْعِقَابِ | cezası |
|
Müşriklerin Allah’ın âyetlerini inkâr ettikleri, hak hukuk tanımadıkları, hasılı serbest iradeleriyle yaptıkları yüzünden cezalandırılmaları yeni ve onlara mahsus bir olay da değildir. Firavun hânedanı ve ondan önce gelip geçenler de (Nûh, Âd, Semûd ve onlardan sonraki bazı kavimler; el-Mü’min 40/31) aynı şekilde davrandıkları için cezalarını görmüşlerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 699
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
كَدَأْبِ car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; دأب هؤلاء (Onları durumu, hali) şeklindedir.
اٰلِ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , atıf harfi وَ ‘la اٰلِ فِرْعَوْنَ ‘e atfedilmiştir.
مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
بِذُنُوبِ car mecruru اَخَذَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. قَوِيٌّ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
شَد۪يدُ ise إِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. الْعِقَابِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur كَدَأْبِ, takdiri دأبهم (Onların durumu, hali) olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
دَأْبِ [hal] kelimesi, aslında devamlılık ve itiyat ifade eder. Onların maruz kaldıkları dünyevî azapta devamlılık ve itiyat olmadığına göre azabın, onların دَأْبِ (de'bi/hali) kılınması, ya tağlîb üslubuyla olup onların yaptıkları günahlar, kendilerine verilen azaba galip kılınmıştır (yani günah için kullanılan şey, azap için de kullanılmıştır), ya da o kâfirlerin, azabı gerektiren küfür ve günahlara devam etmeleri, azabın devam etmesi gibi sayılmıştır. (Ebüssuûd)
Mekke müşriklerinin hali, cürümleri sebebi ile helak edildikleri bilinen Firavun ve ona tâbi olanların haline benzetilerek, onların sırf kendi küfürleri sebebiyle felakete uğradıkları belirtiliyor. Bu benzetme, onların halini ziyadesiyle takbih etmek, bunun, helak edilen ümmetler için genel bir kural olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
كَ teşbih harfidir. Müşebbeh söylenmemiştir. Müşebbehün bih Firavun’un ailesi ve ondan öncekilerin durumudur.
شَد۪يدُ الْعِقَابِ tabirinde sıfat mevsufuna muzâf olmuş, manayı vurgulu olarak ifade etmiştir.
Muzâfun ileyh olan اٰلِ فِرْعَوْنَۙ ‘ye matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْۜ bu mahzuf sılaya müteallıktır.
كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ cümlesi, makabline atfedilmiştir.
بِذُنُوبِهِمْ [günahları yüzünden] ifadesi, onların küfürlerinin yanı sıra, ilâhî azabı gerektiren başka günahları olduğuna da işaret eder. (Ebüssuûd)
بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
بِذُنُوبِهِمْۜ ‘deki بِ harfi, sebebiyet içindir.
اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemal sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, konunun önemini ciddiyetini vurgulamaktadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ayette geçen lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, haşyet duygularını artırmak ve kalplere korku salmak için üç kez yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada قَوِيٌّ lafzının ziyadeliği, uyarmak ve tehdit edilmek istenen müşrikleri tehditte mübalağa içindir. قَوِيٌّ kelimesi, kuvvet ile vasıflanmak demektir. Asıl manası, azaların istenen bir ameli yapma konusundaki yeterliliğidir. (Âşûr)
اِنَّ ’nin ikinci haberi شَد۪يدُ الْعِقَابِ , az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir. Sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. عقاب شديد değil de bu üslupta gelmesi sözdeki etkiyi artırır.
Allah Teâlâ’nın bu iki sıfatının aralarında وِ olmadan gelmesi bu iki vasfın birden onda mevcudiyetine işarettir.
قَوِيٌّ - شَد۪يدُ الْعِقَابِ vasıflarının arasındaki ve bu kelimelerin ayetin anlamıyla olan uyumu, mürâât-ı nazir sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.